Riski yönetmek ya da yönetememek; işte bütün mesele bu…

Abone Ol
Rahmetli Doğan Cüceloğlu’nun yazdığı o harika kitaplardan biri olan “Mış Gibi Yaşamlar”ı sürdürerek yine zaman kaybediyoruz. Büyüyen dağ gibi sorunlarımızı öteleyerek yapılan küçük müdahalelerle zaman içinde bu sorunların çözüleceğini düşünüyoruz. Spot döviz fiyatları, likiditesi, derinliği ve katılımcı sayısı yüksek olan piyasalarda ekonomiye dair bazı ipuçları verebilir. Ekonomide ileriye dönük bir planlama yapabilmek, yatırım kararı alabilmek için bilmeniz gereken en önemli parametrelerden biri verim eğrisidir. Bu verim eğrisinin etkin bir şekilde işleyip işlemediği, yani istediğiniz vadede istediğiniz fiyattan işlem yapıp yapamayacağınız uzun vadede yaptığınız yatırım kararları için en kritik faktörlerin başında gelir. Bir iş kurarak müşterinize değer katmaya ve değer üreten bir şirketi işler hâle getirmek için uğraşacağınız en kritik konu nakit akımı ve bu nakit akımlarından ortaya çıkan risklerin yönetilmesi olur. Çok değerli rahmetli Üzeyir Garih ile 1997 yılında Yeditepe Üniversitesinde tanışma fırsatı bulmuş ve mentörlüğünü alma şansını yakalamıştım. Birçok konuda konuştuğumuzu hatırlıyorum. Beni derin düşünmeye iten, etkileyen ve bugüne kadar çoğu kimse tarafından da dile getirilerek anonim olan bir sözünü bu noktada aktarmak isterim. "Biz iş adamları, elinde üç top oynayan cambazlar gibiyizdir demişti. Bu toplardan iki tanesi lastikten yapılmış gibidir bir top satışlar, diğeri kâr, biri diğeri ise kristalden yapılmıştır bunun iş dünyasındaki adına da nakit akışı deriz. Lastik toplar yere düşse de tekrar yükselir ama kristal top yere düştüğünde kırılır ve oyun biter." İşte tam da bu nedenle bir şirketin nakit akımı ve nakit akımlarından doğan riskleri doğru yönetilmezse oyundan düşersiniz. Toplam dış ticaret hacminin yıllık 600 milyar ABD Dolarını geçtiği Türkiye’de nakit akımlarının önemli bir parçası dövizle olan işlemlerden oluşuyor. Yapılacak yatırımlarda (bulunabilirse) uzun vadeli kaynak ise (tarihte kısıtlı bir süre TL’de bulunabiliyordu) döviz cinsiden bulunabiliyor (maliyeti çok yüksek olsa da). Karmaşık finans piyasası içinde bir yandan nakit akımlarını yönetirken diğer yandan bu nakit akımlarının oluşturduğu kur ve faiz risklerini yönetmek bugünlerde cambazlıktan öte yetenekler gerektiriyor. Bazı noktalarda ise bu riskleri yönetmek neredeyse imkânsız hâle geliyor. Olağan bir güne başlarken sabahın erken saatlerinde döviz kurlarına, sonra yurtdışı piyasalara, daha sonra verim eğrilerinin nasıl oluştuğuna baktıktan sonra VİOP’ta Dolar/TL’de neler olduğuna göz ucuyla bir bakmak istedim geçenlerde. VİOP piyasası kontrat bazında ileri tarihli döviz işlemi yapabileceğiniz, kur riskini koruma altına almak için makul bir teminat tutarı ile işlem gerçekleştirebileceğiniz organize bir piyasa – Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasasının baş harflerinden kısaltılmış bir adı var. Genelde kontrat bazında fiyat düzeyleri ve bunların ima ettiği faiz oranlarını aşinalık dolayısı ile üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum.
Bu durumdan çıkış için iş başına gelen Hazine Maliye Bakanı Sayın Şimşek’in geçmiş dönem başarısı ve liyakati sorgulanmaz şüphesiz, lakin sonsuz oyun zihniyeti ile oynanan bu oyunda tek bir kişinin kurtarıcı olması da eski dönem masallarda kaldı.
Geçenlerde baktığımda VİOP'ta Ağustos’vadeli kontratta bir anormallik olduğunu sezdim. Yaptığım hesaplamalar beni yanıltmadı. Uzunca bir süredir işlem yapmadığım için teminatlandırma oranları konusunda eski bildiği rakamlarla yaptığım hesapla spot piyasa ile VİOP arasında önemli bir arbitraj imkânı olduğunu gördüm. Şunu söylemem gerekir ki etkin ve derin piyasalarda arbitraj imkânı olmaz. Katılımcı sayısının çok olduğu bu piyasalarda o imkânı kimse kimseye yedirmez. Bunu bir tweet ile takipçilerimle de paylaştım. Sonrasında birçok yorum geldi. Gelen yorumlarda aracı kurumlar tarafından istenen teminat oranı ile bu arbitrajın yapılamayacağı konusu çok dikkatimi çekti. Hemen birkaç aracı kurumu arayarak teminat oranları konusunda bilgi aldım. Teminat oranlarının yüksekliği konusunda haklıydılar. Piyasanın etkin çalıştığı dönemlerde %10-15 aralığında teminatla kur riskini yönetebileceğiniz bir piyasadan %30-45 aralığına çıkmış teminat oranlarına evrilmişti durum. Gerçi hâlâ arbitraj oluyordu ama miktarı küçülerek. Bunun nedenleri konusunda yaptığım birkaç sorgunun sonucunda bu piyasalarda işlem yapılmasının biraz önüne geçmek, piyasayı etkin çalıştırmamanın ana amaç olabileceği söylendi. Önce bir şaşkınlıkla böyle bir şeyin olmasının mümkün olamayabileceğini düşündüm. Araştırmaya devam ederken gelen mesajlarda da hemen hemen aynı yorumu işaret edecek bilgilere rastladım. Şirketlerimizin müşteri için katma değer üretecek konulara odaklanarak yaratıcı takımlarla birlikte global rakipleriyle mücadeleye daha fazla enerji ayırması gerektiği bir ortamda maalesef odak konusu tümden sapıyor ve enerjimizin büyük bir bölümünü nakit akımı ve bundan doğan riskleri yönetmeye harcıyoruz. Harcadığımız bu enerjinin değmeyeceğini de piyasadaki kısıtlar yasaklamalar alınan önlemlerle anladığımızda motivasyonumuzu kaybediyor ve derin bir endişeye kapılıyoruz. Üstelik sadece burada uygulananlar değil devam etmekte olan kurallar, yasalar bir günde bir gecede değişebiliyor. Sene başında belirli varsayımlarla yaptığınız planlamalar ve bütçeler bir anda ortaya çıkan yeni yasa değişiklikleri, vergi düzenlemeleri ile çöpe gidiyor.
Şirketlerimizin değer yaratması, tüketiciye, ekonomiye ve ülkeye değer katarak kalkınma ve refaha katkıda bulunması için risklerini doğru ve etkin şekilde yönetebilecek araçları sağlamak hayati önem taşımaktadır.
Tüm bunlara sebep olan ise enflasyon. Enflasyonun tüm kötülüklerin anası olduğunu söyleyeli yıllar oldu. Merak edenler ve teyit etmek isteyenler sosyal medyadan açıp bakabilir. Yıllardır gerek ben gerekse akıl ve bilime inanmış ekonomistlerin yaptığı uyarıların hiçbiri dikkate alınmadı maalesef. Faizin neden enflasyonun sonuç olduğu tezini haklı çıkartmaya uğraşan bir bürokratik kadro ile uygulanan para politikası, kurumsallığı içselleştirememiş bir ekonomi yönetimi ile geldiğimiz nokta tam bir kara delik misali. Bu durumdan çıkış için iş başına gelen Hazine Maliye Bakanı Sayın Şimşek’in geçmiş dönem başarısı ve liyakati sorgulanmaz şüphesiz, lakin sonsuz oyun zihniyeti ile oynanan bu oyunda tek bir kişinin kurtarıcı olması da eski dönem masallarda kaldı. Göreve geldikten sonra, gerek mevcut kadrolarda önemli değişikliklerin gerçekleşmemesi, gerekse ortaya konan uygulamalar (TUİK’te hiçbir değişimin ve şeffaflığın olmaması, politika faizinin enflasyon beklentileri ile örtüşmemesi, Asgari ücret ve memur maaş zamları vb.) değişen bir şeyin olmadığı konusunda her geçen gün daha karamsar bir tablonun ortaya çıktığını işaret etmektedir. Rahmetli Doğan Cüceloğlu’nun yazdığı o harika kitaplardan biri olan “Mış Gibi Yaşamlar”’ı sürdürerek yine zaman kaybediyoruz. Büyüyen dağ gibi sorunlarımızı öteleyerek yapılan küçük müdahalelerle zaman içinde bu sorunların çözüleceğini düşünüyoruz. Söylediklerimizle yaptıklarımız arasında büyük fark varken hâlen çok klişe sözlerle toplumun güvenini kazanacağımızı düşünerek kendimizi kandırıyoruz. Dost gerçekten acı söyler. Bu gidiş maalesef doğru gidiş değildir. Davranışsal ekonomi ve davranışsal finansın son dönemlerde bilim dünyasında çığır açtığı doğrudur. Akılda tutulması gereken en önemli olgu ise Aristoteles’in 2400 yıl önce ortaya koyduğu insanı ikna sanatı için gereken üçlemenin bir bütün olarak uygulanmasıdır. Patos ile hitap ettiğiniz duyguları belirli hikâyelerle süsleyebilir, Logos ile rakamlar konusunda bir görsel oluşturabilirsiniz ama bunların birbiri ile tutarlı olmadığı yerde Etos’a hitap edemez ve güveni sağlayamazsınız. Sonuç olarak şirketlerimizin değer yaratması, tüketiciye, ekonomiye ve ülkeye değer katarak kalkınma ve refaha katkıda bulunması için risklerini doğru ve etkin şekilde yönetebilecek araçları sağlamak hayati önem taşımaktadır. Bugünkü ekonomik koşulların oluşturduğu ortamda bu araçlara erişimin zorlaştırılması hem ülke içindeki şirketlerin geleceğe bakışını negatif etkilemekte hem de ülkemize yatırım yapmak ve Türkiye’de şirket kurmak isteyecek yabancı kaynakların ülkemize gelmesinde büyük bir engel teşkil edecektir. Patos, Logos ve nihayet Etos…..