Muhalefet fazla naif bir duruş sergiliyor. Bir takım reformlarla 20 yılın yaralarını onarmak çok uzun zaman alacağı gibi yıkılmış bir ekonomiyi düzeltmek de o denli zahmetli olacak. CHP, “kurucu” bir perspektifle geleceğe bakabilmeli.
Son günlerde siyasetteki söylem ve gelişmeler Türkiye’de bir şeylerin kaynatılmakta olduğu duygusu veriyor insana. Öyle ya bir tarafta 20 yıldır “mutlak” sayılabilecek bir yönetim tarzıyla ülkeyi yöneten AKP (ve son yıllarda küçük ortağı MHP ile birlikte) var, diğer tarafta da hemen ve derhal iktidarı devralmak isteyen CHP, İYİ Parti, Gelecek, DEVA, Saadet, Demokrat Parti gibi 6 partiden oluşmuş bir muhalefet var. Seçim süreci, her iki ittifak içindeki partiler arasında görüşmeler, atışmalar ve ayar vermelerle ilerlerken, bir de bunların dışında HDP ve bazı sol partilerin kendi aralarındaki ittifak arayışları var. Yani kabaca bakarsak üç merkezli bir siyaset alanı var ve bu üç merkez seçim sürecine girerken kendileri için en güçlü olan pozisyonu ele geçirmek için birbirleriyle yarışıyorlar…
Aslında, kendi içlerinde de birçok farklılığı barındırıyor olsa da bu üç ittifaktan ikisi, Millet ve Cumhur ittifakları, kendilerini ülkenin sahibi olarak gören siyasi elitlerden oluşuyor. HDP ve diğerleri ise toplumda kimliğinden ötürü ötekileştirilmiş, yoksul ve çaresiz insanların talepleri üzerinden siyaset yapıyor. Bu nedenle de her üç ittifakın da amaçları ve ulaşmak istedikleri yerler farklı.
Küreselleşme ulus devletin sınırlarını aşındırdıkça, ulus devletin içinde farklı kimliklerin, “ulus devletin asıl sahibi benim” şeklinde bir siyaset arayışını tetikledi. İngiltere’deki Brexit, Amerika’daki Trump’ın “Beyaz Amerikalılar” gibi oluşumları bu bölünmenin örnekleri.
Burada şunu da belirtmemiz gerekir ki, her ne kadar mevcut siyasi gerilim bu iki ittifak güçleri arasında geçiyor gibi olsa da aslında her iki ittifakı da büyük ölçüde etkileyecek olan HDP olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Bizde ise bu ulus devletin “sahibi” başlangıçtan bu yana kendilerini “laik ve modern” olarak niteleyen ve daha çok CHP’de konumlanmış elitlerdi. Ama 2002 seçimlerinden sonra, bu toplumun “sahibi” aslında biziz diyen bir başka siyasi elit grubu daha ortaya çıktı. Bu daha çok İslami damardan beslenen elitlerdi ve önceleri Refah Partisi’nde, daha sonraları da AKP’de konumlandılar. İşin ilginç yanı bu siyasi elit de kendini Türkiye toplumunun geçmişi ile ilişkilendirerek “kurucu” bir perspektif içinde görmekte ve bu anlayış çerçevesinde 20 yıldır da ülkeyi yönetmekte.
Fakat burada şunu da belirtmemiz gerekir ki, her ne kadar mevcut siyasi gerilim bu iki ittifak güçleri arasında geçiyor gibi olsa da aslında her iki ittifakı da büyük ölçüde etkileyecek olan HDP olduğunu da unutmamak gerekiyor. Çünkü; bugün itibariyle kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu bulgular, her iki ittifakın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birbirlerine çok yakın olduklarına işaret ediyor. Dolayısıyla da HDP’nin önümüzdeki dönem siyasetini büyük ölçüde belirleyici olma özelliği var. Tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi…
Bu durum doğal olarak her iki ittifakın da HDP’nin oylarını kendi cenahlarına yönlendirme arzusu yaratıyor. Her iki taraf da bu nedenle değişik taktiklerle bu işi yapmaya çalışıyorlar.
İktidar tarafı tam olarak ne yapması gerektiğine karar veremiyor görünüyor. Arkasındaki güçler ise- bence yanlış bir okumayla- burayı Sri Lanka, PKK’yı da Tamiller gibi görerek, bütün güçleriyle Kürtler ve onların temsilcileri üzerinde bir baskı politikası yürürlüğe sokmaktalar. Ama günün sonunda görülüyor ki başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi güçleri, siyasi güçlerini korudukları gibi oy potansiyellerini de arttırıyorlar. Onun için bu gelişmeler iktidarın nasıl cevap vermesi gerekliliği meselesini daha karmaşık hale getiriyor. Kimileri HDP’nin kapatılması için tezgah kuruyor, kimileri de Kürt siyasi geleneği içinde bir ayrılığı körüklemenin peşinde. Son günlerde Sayın Cumhur Başkanı’nın durup dururken Öcalan’dan ve Selahattin Demirtaş’tan söz etmesi ve aralarında bir ayrılığın olduğunu iddia etmesi bu nedenle.
Kamuoyu yoklamaları her iki ittifakın birbirlerine çok yakın olduklarına işaret ediyor. Dolayısıyla HDP’nin önümüzdeki dönem siyasetini büyük ölçüde belirleyici olma özelliği var. Tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi…
Muhalefete gelince, onların durumu da kolay değil. Her ne kadar CHP içinde demokrat unsurların varlığı HDP ile ilişkileri kolaylaştırabilir gibi görünse de ittifakın diğer unsurları, özellikle milliyetçiliği zaman zaman MHP çizgisini de aşan İYİ Parti’nin varlığı işleri zorlaştırıyor. Bir yandan iktidarın diğer yandan da İYİ Parti’nin HDP’yi dışlayan politikaları CHP üzerinde de etki yaratıyor, onu kasık ve renksiz bir politikaya mahkum ediyor.
HDP ise büyük algı operasyonları yapmaya müsait bir iktidar medyasının ve kolluk güçlerinin baskıları altında varlığını korumaya, gücünü arttırmaya çalışıyor. Ve kendini genel olarak Türk halkına demokrasi ve barıştan yana olduğunu, iktidarın yalanlarla bu gerçeği tersine çevirmeye çalıştığını anlatmaya çalışıyor.
Yazım uzadı. Kabaca Türkiye’nin siyasi alanındaki temel aktörler ve ilişkileri yukarıdaki gibi değerlendirilebilir. O nedenle de Türkiye’nin yaklaşan seçimler perspektifinde bu alanın nelerle karşılaşabileceğine dair bir iki sözle yazımı bitireyim.
Görülen o ki Millet İttifakı’nın “derhal seçim” sloganı siyaset alanında pek bir karşılık bulmuyor. Çünkü AKP hala çok güçlü, devletin yerine kendi geçtiği için de hiçbir devlet kurumu, tarafsız bir adım atarak ülkenin yönetilemediğini ve bir seçimle taşların yeniden karılması gerektiğini söyleyemiyor. O nedenle de seçimlerin normal sürede yapılması daha büyük bir olasılık.
Ama şunun altını özellikle çizmek isterim ki, muhalefet, iktidarın şu andaki gücünü de yaşanan 20 yıllık sürede devlet yapılanmasında açtığı yaraları da yeterince değerlendiremiyor. Dolayısıyla da yürüttüğü politikalar toplumda ciddi bir etki yaratamıyor. Gerek seçimin yapılabilme koşulları konusunda ve gerekse de seçimi kazandıktan sonra yapılması gerekenler konusunda fazla “naif” bir duruş sergiliyor. Verdiği izlenim seçimi kazanıp iktidarı aldıklarında bir takım “reformlarla” bu 20 yılın açtığı yaraları kapamak mümkün gibi geliyor. Oysa böyle bir gelecek yok kanaatimce. Çünkü bugün itibariyle devlet kurumlarında açılmış yaraları onarmak çok uzun yıllar alacağı gibi yıkılmış bir ekonomiyi düzeltmek de o denli zahmetli olacak.
Bütün bu nedenlerle CHP, “reformist” bir mantıkla değil, “kurucu” bir perspektifle geleceğe bakabilmeli, ittifaktaki partilerle ilişkilerini bu çerçevede yönlendirebilmeli ve asıl önemlisi nasıl bir toplum ve demokrasi vaat ettiğini topluma seçim öncesinde bildirmelidir. HDP ve Kürt oyları konusunda da, iktidara geldiklerinde “Kürt sorunu” denilen sorunu nasıl çözeceğini açıklayabilme cesaretini gösterebilmelidir. Parti olarak yüz yıl önce beceremediğini bugün yapmalı ve Kürtler başta olmak üzere toplumda sesleri duyulmayanlarının sesi olmalıdır.
Muhalefetin karşısında olan bahis budur.