Realizm akımının en önemli isimlerinden birisi olan Alman-Amerikalı akademisyen Hans Morgenthau: “Siyaset otonom bir eylem alandır; ekonomiye ve ahlaki değerlere indirgenmez.” sözüyle esasında realizmin kurulu olduğu zemini özetlemiştir.
Loading...
Kolektif şekilde alınan kararları icra etme sanatı olan siyaset, devletle ilgili icraatların yürütüldüğü bir alandır. Siyasi icraatlar, iktidar meşruiyetinin vücut bulmuş şekliyle devlet otoritesinin almış olduğu kararları ifade etmektedir. Siyaset kavramı, devleti yönetme fiilinin yanında toplumsal çıkarların çatışmasında uzlaşı ortamını tesis etmektir. Bu düzenin kurulumunda yürütülen politikalarda, duygu ve psikolojiden ziyade gerçeklik esas alınmalıdır. Realist bakış açısına göre; insanlar, doğuştan iyiliğe eğilimli olmadığı gibi daha ziyade bencil ve rekabetçi bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla siyasetin ana aktörü olan devleti oluşturan toplum/insan mefhumunun bu özelliği, siyaset sanatının mayasında da bulunmaktadır.
Realizm, devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde, davranışların neye göre şekil aldığını tespit etmeye çalışan bir düşünce akımıdır. Realist perspektifte uluslararası arenadaki tüm gelişmelerin bir mantığı vardır ve nispeten açıktan yürütülen acil ilkelerle açıklanabilir. Bu sebeple realizm yalnızca Uluslararası İlişkiler teorisinin temel taşını oluşturmadığı gibi ayrıca geniş kapsamlı politik çalışmalar ve siyaset teorisi üretimini de kapsamaktadır.
Realizm, I. Dünya Savaşı’nın ardından idealize edilen liberalizmin uluslararası barışı ve güvenliği sağlamaya yönelik girişimlerinde başarısız olması neticesinde, karşıt bir perspektif olarak gelişmiş II. Dünya Savaşı’nın ardından uluslararası sistemin güvenlik sorununu ön planda hissetmesiyle beraber de oldukça önem kazanmıştır. Realizmin temel görüşü, uluslararası siyasetin güç ve çıkar rekabetine dayalı olmasıdır. Realist bakış açısına göre devletlerin sahip oldukları potansiyeller, küresel çatışmaların neticelenmesinde ve devletlerin mütekabiliyet çerçevelerinin şekillenmesindeki ana unsurdur. Bu potansiyellerle askeri gücü özdeşleştiren realizm, uluslararası anlaşmazlıkların çözümü ve küresel istikrarın sağlanması için gücü, düşünce yapısının merkezine yerleştirmiştir.
Realizm akımının en önemli isimlerinden birisi olan Alman-Amerikalı akademisyen Hans Morgenthau: “Siyaset otonom bir eylem alandır; ekonomiye ve ahlaki değerlere indirgenmez.” sözüyle esasında realizmin kurulu olduğu zemini özetlemiştir. Hans Morgenthau, siyasetin değişkenlik arz etmeyen tabiat yasaları tarafından yönetildiğini ve devletlerin nesnel zeminde buluşan rasyonalist eylemlerini bu yasaların çözümlenmesinden üretebileceğini savunmuştur. Morgenthau’nun görüşünün merkezindeki güç kavramı; uluslararası politikada, ulusal çıkarların tanımlanmasındaki en önemli mahiyeti oluşturmaktadır. Morgenthau, bir devletin ahlaki isteklerini, dünyayı yöneten nesnel etik yasalarla belirlemeyi kabul etmeyen devlet optimizeli anlayışı, bütün devlet eylemlerinin kuvveti korumaya, göstermeye veya yükseltmeye çalıştığını belirtmiştir.
Realizm akımının en önemli isimlerinden birisi olan Alman-Amerikalı akademisyen Hans Morgenthau: “Siyaset otonom bir eylem alandır; ekonomiye ve ahlaki değerlere indirgenmez.” sözüyle esasında realizmin kurulu olduğu zemini özetlemiştir.
Morgenthau, yetki alanlarının sınırlandırılması ve anlaşmaları da kapsayacak şekilde konvansiyonel diplomasi pratiklerini savunurken çıkarları ön planda tutmuştur. Keza Realizm, güç kavramıyla çıkar unsurunu özdeş görmektedir. Realizm’de çıkar kavramı, ekonomi, estetik ve ahlak gibi olgulardan bağımsız bir unsur olarak ele alınmaktadır. Dolayısıyla Morgenthau, çıkar unsurunun mevcut olmadığı takdirde siyaset alanına düzen getirecek bir skalanın da var olamayacağını savunmuştur.
Morgenthau’a göre; bu yaklaşımla politikacıların faaliyetleri yorumlanabilmekte ve entelektüel ve etik şekilde birbirinden farklı olan İngiliz, Amerikan ve Rus dış politikaları; rasyonel bir biçimde anlaşılırken akılcı bir süreklilikle kendi içinde tutarlı olan bir olgu olarak da incelenebilmektedir. Morgenthau, dış politikada devlet adamlarının salt güdüsel hareketlerini analiz etmenin doğru olmayacağını ve güdülerin yalnızca bir öngörü vasıtası olarak değerlendirilebileceğini belirtmiştir.
Devlet adamlarının iyi niyetli olmasına bakılarak başarılı bir dış politika yürüttüğünü söylemenin anlamsız olduğunu belirten Morgenthau, İngiliz dış işleri bakanı Chamberlain’in II. Dünya Savaşı’nın öncesinde yürüttüğü “yatıştırma” politikasının dengeleri zorladığını, Nazi Almanya’sı ve diğer devletler nazarında da gerginliği şiddetlendirdiğini aktarmıştır. Dışardan bir gözle bakıldığında gayet iyi niyetli görünen İngiliz yatıştırma politikasının, tarihin en büyük savaşlarından birine neden oluşturması bu perspektifi desteklemektedir.
Morgenthau’a göre; bir toplumun ahlaki davranma ölçütü evrensel çaptaki etiklere göre belirlenmemelidir. Zira her toplum kendi etik ilkelerine kutsiyet atfettiği için bu tablo küresel boyutta yozlaşmanın kapısını aralayacaktır.