Loading...
Rusya'nın Ukrayna'ya başlattığı askeri saldırganlığın öncesindeki duruma kavuşmak görülebilir bir gelecek için artık neredeyse imkansızlaştı.Böyle olmamalıydı elbette. Nitekim, AB ülkeleri 21 Mart 2022 tarihinde AB liderler zirvesinde kabul ettikleri AB'nin savunma ve güvenlik alanında gelişme ve karar almasında operasyonel açıdan bir rehber olması öngörülen "Stratejik Pusula"nın da artık sorgulanması, gözden geçirilmesi ve belki de yenilenmesi gerektiğini dile getiriyorlar. Neden? Zira Stratejik Pusula Rusya'nın Ukrayna'ya askeri saldırısından önce tasarlanmış ve Avrupa'da değişen koşulları dikkate almadan kaleme alınmıştı. Bugün koşullar değiştiğine göre, Stratejik Pusula da değişen koşullara göre yenilenmeliydi. AVRUPA'DA YENİ GERÇEKLER Bu düşünceye iki temel açıdan katılmak mümkün, hatta elzem. Birincisi, Stratejik Pusula'nın küresel anlamda sıraladığı tehdit ve tehlikeler arasında, Avrupa'nın göbeğinde herhangi bir ülkenin başka bir bağımsız, egemen ülkenin toprak bütünlüğünü ihlal eden ve bunu askeri güç kullanarak gerçekleştiren, binlerce asker ve sivilin hayatına mal olan bir harekata girişeceği öngörüsü yoktu. Oysa bugün böyle bir gerçekle karşı karşıyayız. İkinci olarak, Stratejik Pusula Türkiye'yi AB ile üyelik müzakereleri yürüten bir aday ülke yerine, neredeyse yok farz eden bir yaklaşım ile kaleme alınmıştı. Belgede Türkiye'ye iki yerde değiniliyordu. Biri, Doğu Akdeniz alt başlığı altında, bölgedeki gerilimlerin devam ettiğinden söz edilen, "işbirliğine ve karşılıklı yarara dayalı bir ilişkinin hem AB'nin hem Türkiye'nin çıkarına" olacağı ifadesiydi. Diğeri ise, ODGP bağlamında işbirliği yapılacak ülkeler arasında anılan Türkiye ile gümrük birliğinin güncellenmesi ve vize muafiyeti gibi alanlarda ilerleme olması için Türkiye'nin bazı adımlar atması gerekliliğine vurgu yapılmasıydı. Türkiye'nin adı belgede "aday ülke" olarak dahi geçmiyordu. NE DEĞİŞTİ? Elbette öncelikle Rusya'nın Ukrayna'ya askeri saldırganlığı dengeleri ve Avrupa'nın bölge ile ilgili planlarını alt üst etti. Prag'daki konferansta söz alan tüm heyetler ve AB yetkilileri şimdi ivedilikle başta Ukrayna ve Moldova olmak üzere, Gürcistan ile Batı Balkanlar da dahil edilerek, AB'nin yeni bir genişleme dalgasının zamanının geldiğini savundular. Türkiye'den ise AB'nin genişlemesi bağlamında söz eden olmadı. Anılan ülkelere bakıldığında, Makedonya'nın 2004, Karadağ'ın 2008, Arnavutluk ve Sırbistan'ın 2009, Bosna-Hersek'in 2016 yılında AB'ye üyelik başvurularını yaptıkları görülüyor. Türkiye ise başvurusunu 1987 yılında yaptı. Ancak bugün Türkiye ile üyelik müzakereleri fiilen donmuş durumda. Diğer adı geçen ülkelerin ise üyelik müzakereleri ya Türkiye'den daha ileri bir safhaya erişmiş, ya da geçmek üzere.
Batı Avrupalı parlamenterler de “bir gece ansızın” söyleminin bir "kuvvet kullanma tehdidi" olduğundan hareketle endişelerini dile getirdiler. Fransa Atina'nın söylemlerine destek verdi.Buna rağmen, "Türkiye" Prag'daki konferansta öne çıkan ikinci önemli konu olma özelliğini kaçırmadı. Söz alan Yunanistan ve Güney Kıbrıs milletvekilleri ya da bunların Avrupa Parlamentosu üyesi olan temsilcileri Türkiye'yi saldırgan bir dış politika izlemekle, Ege'de Yunanistan'ın egemenliğini tehdit etmekle, Doğu Akdeniz'de doğalgaz aramaları ile deniz hukuku ve deniz yetki alanlarını ihlal etmekle suçladıkları iddialarını tekrarladılar durdular. Bölgede kimin saldırgan politikalar izlediği bizce malum, malum da bunun uluslararası kamuoyuna anlatılması nedense bir türlü gerçekleştirilemiyor. Diyalog, diplomasi, akıl ve söylem konularında Türkiye hariciyesinin geleneksel üstünlüğü ve yeteneklerinin kullanılması yerine, "rast makamında dış politika" uygulamasıyla bir gece ansızın bir yerlere gidi gidivereceğimizden söz ediliyor. Prag'da bu söylem sadece Yunanistan ve Güney Kıbrıs’lı parlamenterler tarafından dile getirilmekle kalmadı. Batı Avrupalı parlamenterler de bu söylemin bir "kuvvet kullanma tehdidi" olduğundan hareketle diplomatik dille endişelerini dile getirdiler. Fransa Atina'nın söylemlerine destek verdi. AB tarafından yapılan son açıklamalarda da bu söylemin yaratacağı gerginlik ve tırmanmadan endişe duyulduğu vurgulandı. İkinci önemli değişiklik elbette Türkiye'nin Rusya ile Ukrayna arasında süren savaşta bir kolaylaştırıcı ve/veya arabulucu rolüne soyunması ve bu konuda bazı kazanımlar elde edilmesinde rol oynaması. Tahıl koridoru bunlardan en önemlisi. Dolayısıyla, Stratejik Pusula yeniden gözden geçirilecek ise, bu gözden geçirme sadece Rusya'nın konumunu ve Avrupa güvenliğini dikkate alan bir yenileme olarak kalmamalı. Stratejik Pusula'da Türkiye'nin de daha etkin bir konum kazanması sağlanmalı. Tabii bunun sağlanabilmesi için Türkiye'nin de AB üyeliği için gerekli normlara uyum göstermesi gerekiyor. Yurttaşlarımızın AB ülkelerine seyahat için vize almalarının giderek zorlaştırıldığı bir dönemde bu uyum daha da önem kazanıyor. PEKİ NASIL? Dış politika "ey..." diye haykırarak yürütülecek bir alan değil elbette. Türkiye hakkındaki olumsuz algının düzeltilmesi için çok çalışmak, diplomasi dilini iyi kullanmak, diplomasi mekanizmalarında Batılı muhatapların kullandığı oyun kurallarını uygulamak gerekiyor. Türkiye'nin hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, insan hakları gibi alanlarda giderek artan açığının da kapatılması gerekiyor.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginlik, istenmemesi gereken bir durumdur. Ancak bunun için Yunanistan'ın da politika uyarlamaları yapması gerekiyor. Örneğin Ege'de hava sahasının altı mil olduğu gerçeğini kabul etmesi gerek.Madrid'de Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında imzalanan üçlü mutabakat metninde, NATO üyeliğine aday bu iki kuzey ülkesinin Türkiye'nin AB'nin ODSP ve ODGP politikalarında hak ettiği yere kavuşması için gayret göstermeyi taahhüt ettikleri hatırlanacaktır. Türkiye onların adaylığı konusundaki tereddütlerini sürdürdükçe, onların da bu taahhütlerini yerine getirmeleri zordur. Oysa AB'nin Stratejik Pusula'yı gözden geçirmeye hazırlandığı bir sırada Türkiye'nin AB'nin güvenlik politikalarında daha çok dikkate alınması için gelebilecek her türlü desteğe sarılması gerekiyor. Bunu yaparken elbette sadece karşı tarafın değil bizim de duyarlılıklarımıza saygı gösterilmesi gerektiği unutulmamalı. Türkiye ile Yunanistan arasında bir gerginlik ve tırmanma herhalde asla istenmemesi ve düşünülmemesi gereken bir durumdur. Ancak bunun için Yunanistan'ın da politika uyarlamaları yapması gerekiyor. Örneğin, Ege'de hava sahasının altı mil olduğu gerçeğini Yunanistan'ın kabul etmesi, Türkiye'nin dış politikasının rast makamında yürütülmesini değiştirebilir. O zaman ortak denizimiz Ege'de söyleyeceğimiz nağmelerin "ferahfeza" makamındaki şarkılardan olması mümkün olacaktır. Bu nağmeler hem Türkiye'nin hem Yunanistan'ın yararınadır. Ne diyelim? Rast gide...