Amerika-Atlantik İttifakı ve Rusya-Çin gibi “iki emperyalist güç” arasında yaşanabilecek Üçüncü Dünya Savaşı’na savrulan bir dünyayı Putin’in Ukrayna işgalinin başlattığı düşüncesi siyasi ve kamusal tartışmada ciddiye alınıyor.  Büyük bir insan trajedisine yol açan ve dünya siyaseti ve uluslararası ilişkilerde tektonik taşları yerinden oynatan Rusya’nın Ukranya’yı tümüyle işgal etme sürecini izliyoruz. Rus ordusu, Kiev’e girmiş ve askeri güç yoluyla işgal ve rejim değişikliği kararını uygulamaya sokmuş durumda. Kiev, işgal altında ve bombalanıyor. Hatırlayalım: 1941’de Hitler Kiev’i bombalamıştı, 2022’de bu sefer Putin Kiev’i bombalıyor. 80 yıl sonra, bırakın iki dünya savaşından ders almayı, tam aksine, dünyayı, İkinci, hatta, Birinci Dünya Savaşı günlerine geri götürmeyi, Sovyetler Birliğini yeniden canlandırmayı, İkinci Soğuk Savaşı başlatmayı amaçlayan Putin’in Rusya’sı ve savaşıyla karşı karşıyayız. Ukrayna’ın işgali İkinci Dünya Savaşın’dan sonra ilk defa yaşanıyor: Ne savaş sonrası düzenin normları, ne de uluslararası hukuk dinleniyor ve egemen bir ülkenin işgali başlatılıyor. Bu, Putin’in savaşı. 22 Şubat; tüm dünya ile birlikte Rusya lideri Putin’i dinliyorum: Ukrayna’nın işgalini başlatacağını, Donetsk ve Luhansk’ı bağımsız siyasi varlık olarak tanıyacağını söyleyerek açıklıyor. Putin’in konuşması, çok etkileyici, aynı zamanda çok korkutucu vurguları içeriyor. Üç boyutuyla: Birincisi, 20.yüzyıl’ın başlarına, Birinci Dünya Savaşı ve 1917 Rus Devrimi’ne geri gidiliyor ve Putin tarafından “tarih yeniden yazılıyor”. Bu yeniden yazım yoluyla Putin, “tarihsel olarak Ukrayna diye bir devletin olmadığı” vurgusunu yapıyor. İkincisi, bu yazım için de bugünün “gerçek ötesi dünya” (post-truth)  anlayışına uygun bir şekilde, yanlış, çarpıtılmış, üretilmiş bilgilerle sosyolojik ve siyasal gerçeklik yeniden kuruluyor.  Ukrayna’nın sadece egemeliği ve varlığı yok edilmiyor. Bugünkü yönetimi, Rus soydaşlara soykırım uygulayan ve Amerika-Batı’nın hizmetinde “kukla bir neo-faşist-nazi yönetime” dönüştürülüyor ve sonuncusu Yayılmacı Kurtarımcılık devreye sokuluyor. YAYILMACI KURTARIMCILIK Üçüncüsü ve en önemlisi, Putin, yüzyıl öncesinin “irredantalist” dilini kullanarak Ukrayna işgaline meşruluk kazandırmaya çalışıyor. Tarihde kalmış ve Putin tarafından yeniden canlandırılan bu kavramı hatırlayalım. İrredantizm: toprak almayı ya da kaybedilen toprakları geri isteme anlamına geldiği için daha önce “yayılmacılık” diye çevirdiğimiz bu kavram şimdi “kurtarımcılık” olarak çevriliyor.  İrridantalizm yayımcılığı içeriyor ama kurtarımcılık daha açıklayıcı. Kurtarımcılık, başka ülke sınırları içinde kalmış halkın ya da soydaşların  bulundukları ülke işgal edilerek kurtarılması ve devletleriyle birleştirilmesi anlamına geliyor. Daha çok 19. ve 20. yüzyıl siyasal tarihi içinde kullanılan bu kavram, Putin tarafından  Ukrayna’yı işgal etme nedenlerini başında geliyor.
Zelenski, sokakta ülkesini bağımsızlığını ve başkentini savunarak Putin’in beklemediği bir liderlik sergiliyor.  Kiev düşse de Zelenski, işgalci lidere karşı ülkesini savunan lider olarak olumlu algısını güçlendiriyor.
Ukrayna’nın egemenliği ve siyasal varlığını tanımayan Putin, buna gerekçe olarak Dobas bölgesinde yer alan Donetsk ve Lugansk’ta yaşayan Rus kökenli soydaşlarının yaşam hakkını ve kurtarılmasını gösteriyor, ve buraların bağımsızlığını tanıdığını söylüyor. 26 Şubat: bu yazıyı yazdığım gün, bırakın Donbas bölgesini, Ukrayna’ya üç koldan saldıran Putin, Kiev’i bombalama emrini vermiş ve başkenti işgal etmiş durumda. Kiev ve Ukrayna, gerçek ötesi tarihin yeniden yazımı ve kurtarımcılık düşüncesine dayalı işgale direniyor. Ukrayna Başkanı Zelenski, sokakta ülkesini, bağımsızlığını ve başkentini savunarak Putin’in beklemediği bir liderlik sergiliyor.  Kiev düşse de Zelenski, işgalci lidere karşı ülkesini savunan lider olarak olumlu algısını güçlendiriyor. İKİNCİ SOĞUK SAVAŞ/ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI Putin’in Ukrayna savaşının işgal ve kurtarımcılık boyutu, başta Estonya, Polonya, Litvanya gibi Rusların yaşadığı ve “post-Sovyet” kimliğini taşıyan ülkeler olmak üzere Avrupa’da büyük korkuya ve tepkiye hemen yol açıyor. Ukrayna’da Putin’in başarısı, yayılmacı kurtarımcı düşünce temelinde ülke işgal etme pratiğini hızla bu topraklara da taşıyabilir. Bu da, Putin’in savaşının, Ukrayna’ya ek olarak İkinci Soğuk Savaş’ın, hatta Üçüncü Dünya Savaşı’nı tetikleme boyutlarını da içerdiğini bize gösteriyor. Bu bağlamda, Ukrayna işgali iki önemli boyutu daha içeriyor: Putin’in yayılmacı kurtarımcı savaşı, NATO, AB, Avrupa, Amerika-Avrupa arasında Atlantik İttifakını, bu aktörlerin hak etmediği derecede birleştiriyor ve kenetliyor. Putin, 1997 NATO genişleme kararını eleştiriyor. NATO genişlemesini ve Ukrayna’nın NATO üyeliğini savaş nedeni olarak görüyor ve işgali başlatıyor. Buna karşın, uyuyan NATO, Avrupa canlanıyor, Atlantik İttifakı güçleniyor. BM Güvenlik Konseyi’ndeyse Çin, Rusya’ya destek veriyor.
Putin’in savaşının “askeri başarı-siyasi etki zayıflaması ikilemini” de taşıdığını aklımız da tutmalıyız.
Bu durum, Avrupa-Rusya, NATO-Rusya karşıtlığı referanslı İkinci Soğuk Savaş mı başlıyor sorusunu gündeme taşıyor. Hatta Amerika-Atlantik İttifakı ve Rusya-Çin gibi “iki emperyalist güç” arasında yaşanabilecek Üçüncü Dünya Savaşı’na savrulan bir dünyayı Putin’in yayılmacı kurtarımcı Ukrayna işgalinin başlatmış olabileceği düşüncesi siyasi ve kamusal tartışmada ciddiye alınıyor. Bu noktada şu saptamayı yapabiliriz: eğer Kiev direnirse, eğer Rusya Ukrayna’da istediğini hızla alamazsa, Putin’in savaşı askeri olarak başarılı fakat siyasi olarak başarısız bir savaş olabilir.  Rusya yönetimine, Putin ve Labrov’u da içerecek şekilde uygulanan sert yaptırımlarla, olası İkinci Soğuk Savaş’a Rusya istediği siyasi etki ve güç ile giremeyebilir. Putin’in savaşının “askeri başarı-siyasi etki zayıflaması ikilemini” de taşıdığını aklımız da tutmalıyız. TÜRKİYE NE YAPMALI? Putin’in 22 Şubat’ta yaptığı konuşmaya ilk tepki o akşam çok hızlı ve doğru bir tavırla CHP’den geldi: Ünal Çeviköz, CHP’nin Putin’in savaşına karşı olduğunu ve Ukrayna’nın ve halkının yanında yer alacağını açıkladı. CHP’nin ve Millet İttifakı’nın, benim de çok yerinde bulduğum, son dönemde sıklıkla yaptığı “Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye açısından dün gibi bugün de ne kadar hayati önemde olduğu” vurgusunun da altını çizelim. Bu hızlı çıkıştan hemen sonra, Türkiye’de, işgale karşı Ukrayna’nın yanında olduğunu ve sorunun diplomasiyle çözülmesi gerektiğini açıklayan ilk ülkelerden biri oldu. Türkiye, bu savaştan, ekonomik, siyasi ve dış politika alanlarında en fazla olumsuz etkilenecek ülkelerin başında geliyor. Putin’in savaşı istediğini alsa da almasa da Türkiye’nin bu durumu değişmeyecek. Putin’in başarısı, “Karadeniz ve Akdeniz’de Rusya yayılmacılığı içinde sıkışmış Türkiye”; başarısızlığı da “siyasi ve insani istikrarsızlığa savrulmuş bir coğrafyaya komşu Türkiye” tablosunu ortaya çıkartıyor. Her iki tablo da olumsuz ve risklerle dolu: bu noktayı aklımızda tutarak işgali değerlendirmemiz gerekiyor.