Suriye yönetiminin dehası, sabır dolu ve uzun soluklu siyaseti, zaferin kaçınılmazlığına inancı, ülkesi ve tertemiz topraklarını korumak için kanının son damlasına kadar savaşması, meyvelerini vermeye başlayan bir strateji gibi görünüyor.Kendisini güçlü bir şekilde gündeme getiren soru, uzun süredir suskunluğunu koruyan Suriye liderliğinin sadece Erdoğan’ın da değil aynı zamanda onun en güvenilir müttefiki Devlet Bahçeli ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun dile getirdiği bu açıklamaları nasıl karşılayacağıdır. *** Suriye yarasının hem resmi hem de halk düzeyinde çok derin olduğunu gayet iyi biliyoruz. Türkiye’nin askeri ve siyasi müdahalesi nedeniyle son on yılda Suriye'ye verilen zarar ister yüz binlerce şehit, ister şehirlerin sistematik yıkıma maruz kalması, İster ülkenin öngörülemez büyüklükteki zenginliklerinin yağmalanması olsun, Türkiye ile bir barışı engellemez. Zira Suriye, Türkiye’yi her zaman bir müttefik ve kardeş ülke olarak görmüştür. Ancak süreçten zaferle çıkan ve direnen Suriye, yarasına tuz basıp kendisine uzanan eli sıkacaktır. Çünkü ülkelerin ve halkların çıkarları her zaman kişisel trajediler ve değerlendirmelerin önünde gelir. Erdoğan Türkiye'si değişmek zorundadır, hatta koşulların onu değişime zorladığını söyleyebiliriz. Belki de Şam'la uzlaşma ve anlaşmazlık döneminin kapatılması arzusunu protesto etmek için kuzey Suriye'de Türk bayrağının yakılması, Türkiye cumhurbaşkanının gördüğü umutsuz kâbustan uyanması ve tersine sonuçlar vermeye başlayan “inatçılığını” sona erdirmek için ihtiyaç duyduğu bir şok işlevi görecektir. Suriye yönetiminin dehası, sabır dolu ve uzun soluklu siyaseti, zaferin kaçınılmazlığına inancı, ülkesi ve tertemiz topraklarını korumak için kanının son damlasına kadar savaşması, meyvelerini vermeye başlayan bir strateji gibi görünüyor. Diyalog süreci başlasın ya da başlamasın (gerçi Putin’in sürece nezaret etmesi nedeniyle biz başlayacağını düşünüyoruz) biz her zaman karşılıklılık ve eşitlik temelindeki bir barıştan, tüm tarafların çıkarına saygı duyan bir diyalogdan yanayız. Zira bu konuda önderimiz, Allah Resulü (s.a.v.) olup kendisi müsamaha ve bağışlama timsali bir insandı. Gelişmeleri önümüzdeki günlerde göreceğiz. *Bu makale Londra’da yayınlanan Rayu’l Yevm gazetesinin internet sitesinden orjinali Arapça kaleme alınmış makaleden tercüme edilmiştir. https://www.raialyoum.com/%d9%83%d9%8a%d9%81-%d9%86%d8%ac%d8%ad-%d8%a8%d9%88%d8%aa%d9%8a%d9%86-%d9%81%d9%8a-%d8%a7%d9%82%d9%86%d8%a7%d8%b9-%d8%a7%d8%b1%d8%af%d9%88%d8%ba%d8%a7%d9%86-%d8%a8%d8%a7%d9%84%d9%85%d8%b5%d8%a7%d9%84/
Putin, Erdoğan'ı Esad’la uzlaşma konusunda nasıl ikna etti?
Allah'a şükrediyoruz ki, Başkan Erdoğan Suriye'de terörün en başta ABD ve koalisyon güçleri tarafından beslendiğini ve bunun sadece Türkiye'ye düşman silahlı gruplar için değil, Suriye için de geçerli olduğunu itiraf etti.
Abdülbari Atvan
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ukrayna dönüşü uçakta gazetecilere, bölgeyi ve İslam dünyasını yok etmek isteyen “planları” bozmak için kendisinin ve hükümetinin Suriye meselesinde “ileri” adımlar atması gerektiğini, ülkesinin Suriye topraklarında gözü olmadığını ve Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu ifade eden açıklamalar yaptı. Bu açıklamalar muhtemelen, son on yılda meydana gelen siyasi gelişmelere dair yeniden pozisyon alma ve köklü bir özeleştirinin yanı sıra ciddi bir şekilde Suriye liderliğiyle tüm alanlarda farklı bir sayfa açma isteğini yansıtıyor.
Suriye liderliği ve halkıyla bu kadar uzlaşmacı bir dilin ortaya çıkışı, kısa bir sürede meydana gelmiş olamaz. Bilakis, sürdürülmesi durumunda sadece Suriye’nin parçalanmasına değil aynı zamanda Türkiye'ye de zarara yol açacak tehlikelerin derinlemesine incelenmesi sonucunda önceki politikalardan kesin bir vazgeçme kararı alınmasıyla yapılmış açıklamalardır.
***
Sihirli şifre, iki hafta önce Soçi’de Erdoğan’la ev sahibi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen, Suriye'deki gelişmelerin ele alındığı ve Suriye krizinin çözülmesi için Suriye talepleri çerçevesinde stratejik anlaşmalara varılması gerekliliğinin tartışıldığı zirve toplantısında geldi. Resmî açıklamada, Türkiye’ye bağlı tüm güçlerin geri çekilmesi, her iki ülkeyi tehdit eden terör örgütlerine karşı “ortak” mücadele ve bu konuda başta 1998 Adana Antlaşması olmak üzere bütün eski anlaşmaların yeniden aktif hale getirilmesi gerekliliği vurgulanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasında bize göre en çarpıcı ifade, “Neden dört milyon Suriyeli mülteciyi ağırlıyoruz ve onların en büyük yükünü çekiyoruz? Suriye “rejimi” ile sürekli bir savaş halinde devam etmek için mi? Hayır, bunun nedeni Suriye halkıyla inanç değerleri açısından bağlarımızdır ve bundan sonraki aşama daha olumlu olacaktır" demesiydi.
Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad’la Belgrad'da yaptığı kısa görüşmede Türkiye ile Suriye arasındaki uzlaşma gerekliliğine dair konuşmasına ilişkin yaptığı açıklamalar, nabız ölçme amaçlı değil, bu barışı gerçekleştirmek için iki tarafı memnun edecek şekilde Suriye liderliğiyle sürece yayılan bir diyaloğa dönmek için hazırlık aşamasıydı.
Allah'a şükrediyoruz ki, Başkan Erdoğan Suriye'de terörün en başta ABD ve koalisyon güçleri tarafından beslendiğini ve bunun sadece Türkiye'ye düşman silahlı gruplar için değil, Suriye için de geçerli olduğunu itiraf etti. Bu çarpıcı gerçeklere işaret eden geçmişte birçok kişiye ne Erdoğan ne de danışmanları kulak asmamış, bu kişiler ayrıca gerçekleri dile getirdiklerinden düşman hanesine kaydedilmişlerdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önümüzdeki haziran ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde zamanın kendisinden yana olmadığını ve Türk halkının büyük bir bölümünde mülteci düşmanlığının artması nedeniyle Suriyeli mülteciler konusunun kendisi ve iktidar partisine karşı kullanılacak en güçlü koz olacağını çok iyi biliyor. Özellikle de Türkiye muhalefetinin Suriye makamlarıyla anlaşarak onları ülkelerine geri döndürmek için sağlam bir siyasi, ekonomik ve insani programa sahip olan altı partiden oluştuğu düşünüldüğünde…