Posthümanizmin Soykütüğü ve Gelecek Projeksiyonu (II)

Abone Ol
Yeni insan, doğanın işleyişini anlayabilmekte fakat kendi varlığının anlamsızlığıyla yüzleşince derin bir bunalıma düşmektedir.  Geçtiğimiz haftadan devam ediyoruz… HÜMANİST İNSANIN ASKIYA ALINIŞI: SARTRE Nietzsche’nin Tanrı’nın ölümünü ilan ettiği evrende, modernist pozitivizmin Tanrı yerine tutamak yapmaya çalıştığı bilim tam da Nietzsche’nin uyardığı üzere, insanlığı nihilist bir bakış açısına sürükler. Yeni insan, doğanın işleyişini anlayabilmekte fakat kendi varlığının anlamsızlığıyla yüzleşince derin bir bunalıma düşmektedir. Bu varoluşsal bulantıyı Sartre deşifre eder. İyimser modernizmin aksine, evrende tek başına olan insanın durumu Sartre için saçma ve trajiktir. (Kaufmann, 1965, s. 63) “Düşünüyorum, öyleyse varım. Neyim ben? Kendi kendisinin temeli olmayan, kendi varlığını açıklamadığı ölçüde olduğundan başkası da olabilecek olan bir varlık.” (Sartre, Being and Nothingness, 2005, s. 104) Sartre’a göre insanın bir doğası yoktur. O bir bardak gibi, belli bir amaç uğrunda tasarlanmamıştır. Bu nedenle de bir bardağın aksine, varoluşunu önceleyen bir özü yoktur. İnsan, belli bir gereksinimi gidermek üzere icat edilmemiştir. Varoluşu özünü önceler. (Sartre, Varoluşçuluk, 1960, s. 24) Varoluşu nedensizdir, amaçsızdır; dünyaya kendi iradesinin dışında fırlatılmıştır ve yeryüzünde fazladandır (ing/fr. de trop). Sartre için “doğmamız da ölmemiz de saçmadır.” (Sartre, Being and Nothingness, 2005, s. 567) Sartre’ın “varoluşçuluk bir hümanizmadır” (Sartre, Varoluşçuluk, 1960, s. 47) savı ise, modernizm ile kendisinin hümanizmaya biçtiği anlamın farklı olmasından ötürü, çeşitli yanlış anlaşılmalara yol açabilmekte ve bazı çevrelerde Sartre’ın modernist hümanizmayı sürdürmeye çalıştığı gibi bir düşünce doğurabilmektedir. Sartre’ın hümanizme yüklediği anlam, modernist pozitivist hümanizminkinden ayrılır. “Biz Auguste Comte gibi, kendisine bir mezhep sunabileceğiniz bir hümanizmin varlığına inanmıyoruz; inanmamak zorundayız. Hümanizm mezhebi, sonunda Comte’un “kendine kapanık” hümanizmine varır; daha açık konuşursak, faşizme varır. Bu, bizim istemediğimiz bir hümanizmadır” diyerek, modernist hümanizmadan kopar. (Sartre, Varoluşçuluk, 1960, s. 47) Sartre için insan evrenin merkezindedir fakat bu evrenin merkezinde olmanın hiçbir anlamı yoktur. Modernist hümanizmin evrenin merkezinde olmaya biçtiği olağanüstü anlam ve önem, Sartre’da toptan bir anlamsızlığa – saçmaya - indirgenir. Sartre’da modernist hümanist insan askıya alınır. HÜMANİST İNSANIN ÖLÜMÜ: FOUCAULT VE DERRİDA Foucault, 1966’da yayınladığı The Order of Things’de, modern hümanist “insanın sonu”nu ilan eder. İnsanın, epistemolojinin merkezi figürü olarak konumlanmasını modernizmin icadı olarak görür ve bu modern düşünce biçiminin yıkılmak üzere olduğunu savlar: “Düşüncemizin arkeolojisinin kolayca gösterdiği üzere, insan, yakın tarihli bir icattır. Ve muhtemelen sonuna yaklaşmış bir icat. Olur da insana ilişkin bu düzenlemeler ortaya çıktıkları gibi kayboluverirlerse, olur da, şu anlık olasılığını – biçimini ya da neler getireceğini bilmeksizin- hissetmekle yetindiğimiz bazı gelişmeler onları (...) paramparça ederse, insanın deniz kıyısındaki kumlara çizilmiş bir yüz gibi silinip gideceğine kesinlikle bahis oynanır.” (Foucault, 1994, s. 387) Foucault’nun ölümünü haber verdiği insan biyolojik bir tür olarak insan değil, modernizmin inşa ettiği insan modelidir. Düşünce katmanındaki sarsıcı değişiklik moment kazandıkça, güncel bilgi insan merkezcilikten kurtulacaktır.  Dönüşen şartlar yeni bir insan icat edecektir.
Bu muğlak evrende her şey olasıdır; buna hiçbir şeyin olmaması da dahildir. Hümanist insan tasarımı ölür.
Bu yeni insan modernist hümanist epistemenin merkezindeki insanı “Avrupalı beyaz erkek” olarak niteleyerek, bu modeli aşındırmaya girişir. Hakikatin “Avrupalı beyaz erkek” tekeli postyapısalcı epistemolojik ve siyasi girişimlerle kadın hakları hareketi, ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı hareketler, nükleer karşıtı ve çevreci hareketler gibi modernitenin yapısal Ötekileri tarafından kırılır. Foucault’dan Derrida’ya uzanan postmodern episteme içerisinde işleyen yapısöküm projesi, insanla birlikte tüm kavramların ve nesnelerin verili hallerini evrensellik iddialarından alaşağı ederek, istikrarsızlığa iter. Evren ve insan üzerine genel geçer bilgi edinilebileceği tasarımı yerle bir olur. Postmodernist baş aktörlerlerden Derrida, insan bir yana herhangi bir nesnenin dahi bilinemeyeceğini, bunun yerine anlamın sonsuz bir gönderi (referral) süreci olduğunu savlar. (Derrida, 1982, s. 18-21) Böylece anlam sonsuza değin ertelenen boş bir göstergeye indirgenir. Böylesi bir evren tasarımında hiçbir anlam birbiri üzerinde bir egemenlik kuramaz ve her şey bir yorumdan ibaret kalır. Bu muğlak evrende her şey olasıdır; buna hiçbir şeyin olmaması da dahildir. Hümanist insan tasarımı ölür.