Post-Kemalizm’in Çaresizliği
Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi başlıklı kitabında ortaya attığı tezlere dayanır. Köker’e göre Kemalizm benimsediği modernleşmeci kuram ve positivist felsefe nedeniyle topluma yukarıdan bakan ve bürokrasi ile halk arasındaki kopukluğu devam ettiren seçkinci bir rejim kurmuştur. İçerdiği bu bürokratik-muhafazakâr yapı nedeniyle, Kemalizm, Türkiye’de demokratik bir rejimin kurulmasının önündeki engeldir.
TÜRKİYE’DE OTORİTERLEŞMENİN SORUMLUSU KİM?
AKP’nin inşa ettiği otoriter rejim altında hâlâ Kemalizm’i tartışmanın siyasi gerçeklerle ne oranda bağdaştığı sorgulanabilir. Fakat, Köker’in son derece yanlış bulduğum bu analizi, CHP’nin giderek güçlü bir iktidar alternatifi haline gelmeye başladığı şu dönemde Kemalizm ile demokrasi arasındaki ilişkiyi entelektüel anlamda tartışmak için güzel bir vesile yaratıyor. Bu nedenle, Köker’in analizinin değerlendirmesi üzerinden demokratik bir Kemalizm tahayyülü yapılabilir mi sorusunu inceleyeceğim üç yazılık kısa bir dizi yapmaya karar verdim.
Özetle belirtmek gerekirse, Köker'in Kemalizm analizi, ilk defa İlker Aytürk’ün tanımladığı post-Kemalistlerde sık görülen özcü bakış açısından derin izler taşıyor.[i] Özellikle 1980'li yıllardan sonra Türkiye akademisine hakim olan bu eleştirel akım, Kemalizm’i bütün Cumhuriyet döneminde baskın, homojen ve son derece otoriter bir ideoloji olarak resmediyor. Halbuki, 20. yüzyılın ilk yarısında iktidara gelen Marksist ve faşist rejimlerin aksine Kemalizm esnek bir yapıya sahiptir. Tek parti döneminde anlaşıldığı haliyle Kemalizm Türkiye'de güçlü bir ulus devlet kurmayı, toplumu kalkındırmayı ve dönüştürmeyi hedefleyen görüşlerin şekil bulmuş halidir. İçine doğduğu toplumda sosyo-ekonomik sınıfların zayıf kaldığı, sanayileşmeyi başaramamış, şehirleşmenin yüzde 20'yi zor bulduğu, eğitim olanaklarının çok kısıtlı olduğu toplumun karşılaştığı somut sorunlardan doğan, çözüm önerileri itibariyle görece esnek bir ulusal kalkınmacı ideolojidir.
Köker'in varsayımının aksine, Mustafa Kemal'in kendisi yaşarken Kemalizm’in doktriner bir ideoloji olmasına karşı çıkmıştır. Bu nedenle, siyasi yelpazenin sağında veya solunda yer alan, otoriter veya demokratik çok farklı gruplar siyasi programlarını Kemalizm’le ilişkilendirebildiler. Post-Kemalistler tarafından 12 Mart ve 12 Eylül gibi askeri müdahaleler Kemalizm’e atfedilmesine karşın, o darbelere karşı en sert tepkiyi gösteren Bülent Ecevit, Mustafa Kemal'in kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nin önce Genel Sekreteri, sonra da Genel Başkanıydı. Kemalizm’in sınırlarının ne olduğu, kimleri kapsadığı, farklı dönemlerde nasıl evrildiği gibi sorulara yanıt aramadan Köker'in yaptığı son derece indirgemeci ve özcü analiz akademik olmak şöyle dursun, basit tarihi verilerle dahi çelişmektedir.
Türkiye’de demokratik rejimin bir türlü pekişememesinin vebalinin neden sadece Kemalizm’e ve özellikle tek parti döneminde takip edilen politikalara atfedildiğinin de üstünde durmamız gerekiyor. Acaba Mustafa Kemal iktidara gelmeden önce Türkiye’de demokratik bir rejim mi hüküm sürüyordu? Örneğin, II. Abdülhamid döneminde Müslüman toplum içinde Hanefi-Sünni grupları öne çıkaran politikalar dışlayıcı değil miydi? II. Abdülhamid’in bu dönem modern kurumlar üzerinde kurduğu şahsi otoriter ve muhalif isimleri sistem dışına atan dışlayıcı politikaları demokratik kültür gelişimine katkı mı sunuyordu? Veya kuruluş emrinin bizzat Yıldız Sarayı’ndan verildiği Hamidiye Alayları Kemalizm’in dışlayıcı milliyetçilik anlayışına tezat oluşturan bir örnek midir?
Benzer bir analiz her fırsatta Kemalizm’i ve CHP’yi eleştirerek 1950 yılından sonra iktidara gelen sağ partiler açısından geçerlidir. Köker’in eleştirdiği bu politikaları Türkiye’nin şehirleşmesine ve iktisaden kalkınmasına karşın bu hükümetler acaba neden değiştirmemiştir? Köker’in analizinde, neden bu farklı dönemlerin değil de, Kemalist tek parti döneminin Türkiye’nin demokratikleşememesinin temel sebebi olarak gösterildiğinin sağlıklı bir değerlendirmesini yoktur.
Fakat, Köker’in analizindeki en zayıf nokta, geride bıraktığımız son 20 senede Türkiye siyasetinde yaşanan gelişmelerdir. Köker’in de içinde yer aldığı post-Kemalist entelektüeller AKP’nin iktidara gelmesini sevinçle karşılayarak, ona 10 seneyi aşkın bir süre destek verdiler. Çoğu post-Kemalist bu dönemde, Balyoz ve Ergenekon gibi AKP hükümeti ve Gülen hareketinin muhalifleri tasfiye etmek için kullandığı politize davalara ve yargının büyük oranda iktidar güdümüne girmesine olanak sağlayan 2010 referandumuna destek vermekten çekinmediler. Köker gibi isimler için Türkiye’de demokratikleşmenin önündeki temel engel Kemalistler olduğu için AKP iktidarına ve hatta Gülen hareketine verilen açık çek sorunlu değildi. Köker’i kah Gülen Hareketi’nin düzenlediği Abant toplantılarında, kah AKP’nin isteğiyle yeni Anayasa hazırlamak için toplanan grup içinde gördük. Kemalizm’i epey “aşan” bu gruplar acaba Türkiye’nin demokratikleşmesine nasıl bir katkıda bulundular?
Köker’in son 20 senede tüm bu gelişmeler yaşanmamış ve Türkiye siyaseti Erdoğan’ın yönetimi altında kişiselleşmiş bir otoriter rejime evrilmemiş gibi 1980’lerin ikinci yarısında yaptığı analizi önümüze yeniden koyması bende şaşkınlık uyandırdı. Köker’in kitabını bir lise öğrencisi olarak 1990’ların sonunda okuduğum zaman, katılmadığım pek çok nokta olmasına karşın, tartışılmaya layık ciddi fikirler içerdiğini düşünmüştüm. Fakat, AKP iktidarı altında son yıllarda yaşadığımız olaylar bize tüm eksiklerine karşın Kemalizm’in sunduğu laiklik ilkesinin, modernleşme arzusunun, inşa ettiği liyakata dayalı bürokrasinin, barışçı dış politikanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Dolayısıyla, tanık olduğumuz olaylar Köker’in analizini çoktan çürütmüştü. Sanki son on sene yaşanmamış gibi hareket etmemiz hâlâ mümkün müdür?
POST-KEMALİZM’İN ÇARESİZLİĞİ
Eğer Türkiye’de demokrasinin önündeki engel Kemalizm ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın otoriterleşirken Kemalist ilkeler doğrultusunda hareket ettiğini mi düşünmeliyiz? Peki o durumda, Kemalistlerin barışçı dış politikadan laiklik vurgusuna kadar Türkiye için öngördükleri program AKP iktidarı tarafından ortadan kaldırılmışken, Kemalizm nasıl tekrardan hortlayabilmiştir? Sanırım Köker gibi isimlerin siyasi lügatlarında otoriterleşmeyi açıklamak için sınıfsal, kurumsal ve kültürel faktörlerden ziyade sadece Kemalizm geçerli faktör olduğu için otoriterleşen Türkiye’de AKP’nin Kemalistleştiği tezi de abartılı olmayacaktır. Nitekim, son yıllarda AKP için Mehmet Altan “dindar Kemalizm”, Ahmet İnsel ve Hasan Cemal ise “İslamcı Kemalizm” ifadelerini kullanmaktan çekinmemiştir. Doğan Akın’a göreyse AKP devletleştiği için Kemalizm aslında iktidardadır.[ii]
Sanırım Köker’i de bu nezih listeye eklemeliyiz. Köker, belki de 1990ların başında yayımladığı kitabının devamı olacak bir eser kaleme almak ister. Yaklaşık 20 senedir Kemalizm’le kavga eden, bürokraside kadrolaşan, eğitim ve kültür politikalarında ülkeyi muhafazakâr bir çizgiye getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kemalistleşmesine dair yapılacak bu çalışma, eminim ki, düşünce hayatımızda neşeli bir dipnot olacaktır. Türkiye’de otoriterleşme hız kazanırken, Köker’in hâlâ tüm sorumluluğu Kemalizm’e atfeden analizi, post-Kemalist düşünce akımının uzun süredir içine düştüğü tepkiselliği ve güncel siyasetle ne kadar alakasız hale geldiğini gösteren güzel bir örnektir.
---
[i] İlker Aytürk’ün yazısına şu linkten ulaşılabilir. https://www.academia.edu/19569728/Post_post_Kemalizm_Yeni_Bir_Paradigmay%C4%B1_Beklerken
[ii] Liberal soldan gelen bu tanımlamaları eleştirel bir şekilde ilk defa Deniz Yıldırım kullanmıştı. Kendisine bu vesileyle teşekkür ederim. https://ilerihaber.org/yazar/yoksa-liberaller-kemalist-mi-30399.html