Schubert 1.55 boyundaydı. Lakabı "küçük mantar"dı. Evi yoktu, ailesi yoktu, piyanosu yoktu. Kendine ait bir dikili ağacı bile yoktu. Dört-beş zengin arkadaşı vardı. Sırayla arkadaşlarının evinde kalıyordu. Müzikolog Solomon bu yüzden onun eşcinsel olduğunu iddia etmiştir. Franz Peter Schubert’in (1797-1828) 19. yüzyıldan itibaren ismi ‘şarkı prensi’ idi. Çünkü Schubert enfes şarkılar besteliyordu. Çünkü Schubert başka pek çok türde eser besteliyor olsa dahi onun en fazla dikkate alındığı yönü ‘şarkı besteciliği’ idi. Alman sanat şarkısı ‘lied’ Schubert’e gelene kadar Haydn, Mozart ve Beethoven’in elinde usulca biçimlenecek ama asıl özgürlüğünü ve özgünlüğünü Schubert sayesinde bulacaktı. Schubert sanki şarkı bestelemek için bu dünyaya gelmişti. Alamet-i farikasına dönüşen o küçük çerçeveli gözlüğünü gece uyuduğu sırada bile gözünden çıkarmıyor, niye böyle yaptığını soranlara ‘sabah kalkar kalkmaz beste yapmalıyım’ diye açıklıyordu gerekçesini. Bu anekdot tevatür de olabilir ama Schubert’in 31 yıla sığdırdığı 600 küsur lied’in ve toplamda 1.500 adet eserin sırrını da açıklıyor sanki. Schubert müzikal bir aileye doğdu. Babası ve kardeşleri amatör müzisyendi; babası çello, iki ağabeyi de keman çalıyordu. Schubert ilk keman derslerini babasından aldı almasına ama ilk yaylı çalgılar dörtlülerini bestelediği ‘aile quartet’inde çalmak için viyolayı da aldı eline. Sonra org ve piyanoyla tanıştı. İlk hocasının Schubert’in benzersiz dehâsına hayran olup çaresiz kaldığı bilinir. Schubert’in sonraki hocalarından biri de imparatorluk Viyana’sının anlı şanlı müzik adamı, saray bestecisi Antonio Salieri oldu (Hani şu Amadeus’u zehirlediği şayiasının 200 yıldır dillerden düşmediği meşhur Salieri). Müzikal bir aileye doğması Schubert’in şansıydı belki ama profesyonel müzisyen olmasının önünde bir önemli engel vardı. O da oğluna keman dersleri veren babasıydı. Ki mahalledeki okulun müdürüydü ve işin kötüsü oğlunun büyüyünce kendi okulunda öğretmen olmasını düşlüyordu. Schubert’in bağımsızlığını kazanması öyle kolay olmadı ama 18-19 yaşlarına kadar sergilediği olağanüstülükler karşısında babası, böylesi az bulunur bir müzik yeteneğini okul öğretmeni olarak ‘harcamanın’ doğru olmayacağını anlayıp oğlunun müziği ve besteciliği profesyonel olarak seçmesinin önünü açtı. Schubert o tarihten itibaren Viyana’da kendisini öldüğü güne kadar koruyup kollayacak yakın bir arkadaş çevresinin desteğini alarak ve onların evlerinde ikamet ederek yaşamını sürdürdü (Schubert’in bu çok yakın erkek arkadaşlarının evlerinde sırayla kalmasını, Türk ailelerinde çocukların yaşlı aile büyüklerini bir sıra dahilinde evlerinde misafir etmelerine benzetmişimdir). Schubert’in kendine ait bir evi barkı yok muydu ki sürekli birilerinin yanına sığınıyordu? Evet Schubert, 19. yüzyılda yaşamış bohem sanatçıların hayatlarında da karşımıza çıkan bir yoksunluk ve yoksulluk içindeydi. ‘Kendine ait bir dikili ağacı bile olmayan’ tayfadandı. Evi yoktu, ailesi yoktu, piyanosu yoktu. Her biri girdikleri mesleklerde ortaya bir şeyler koymaya çalışan ama Schubert’in sahip olduğu dehanın binde birine sahip olmayan, bununla birlikte sanat duyarlılıkları yüksek, kimi aileden zengin 4-5 yakın dostu vardı sıkı fıkı olduğu (Bu sıkı fıkı olma durumunu farklı yönde yorumlayan müzikologların başını çeken Maynard Solomon 1989 yılında Schubert’in karşı cinse ilgi duymayan, muhtemelen eşcinsel bir erkek olduğu iddiasında bulunmuş, ortalığı birbirine katmıştı). Her ne idiyse(ler), Schober, Spaun, Hüttenbrenner, Mayrhofer gibi bu arkadaşların Schubert’in dehasının gayet farkında olmaları ve onu her an kırılabilecek değerli bir eşyaymışçasına titizlikle ve sevgiyle muhafaza etmeleri gayreti sayesindedir ki bugün Schubert gibi benzersiz bir müzik dehası 31 yıllığına olsa dahi dünyamızı şereflendirmiş ve sonraki nesillere onu daima minnetle anmamıza yeter büyüklükte eserler bırakmıştır. BEETHOVEN’İN DAMGA VURDUĞU DÖNEMDE ONA KULAK ASAN OLMADI Dostları onu ‘Schwammerl’ diye çağırırlardı. ‘Küçük mantar’ anlamına geldiği söylenen bu sözcük, Schubert’in nerdeyse 1,55 m yüksekliğindeki boyu, irice kafası ve tıknaz vücudundan dolayı verilmiş olmalıydı. Geniş çevrelerce tanınmıyordu dolayısıyla az kazanıyordu, çünkü her şeyden ne bir profesyonel piyanist olma çabası içindeydi ne de isim sahibi bir piyano öğretmeni. Topluma kendini sunma gayreti içinde hiç olmamıştı. Dostlarının yönlendirmesiyle hayatında tek bir piyano resitali verdi, o da ölmeden birkaç ay önceydi. Hayatı boyunca 1.500 kadar eserinden pek azı, opus numarası verilerek nota kâğıdına basılabildi. Basılı notaları dinleyici ve yorumculara ulaştırılan eserlerinin çoğu şarkılarıydı çünkü dedim ya o her şeyden öte ‘şarkıların prensi’ idi çoğu insanın gözünde. Senfonilerine, piyano sonatlarına, yaylı çalgılar dörtlülerine o devirde kulak asan yoktu. Hoş bu eserleri ölümünden sonra da epey bir süre unutulacak, 19. yüzyılın son çeyreğinde Schubert’in şarkıları dışında klan küçük ve büyük boyutlu çalgı eserleri yavaştan dolaşıma girmeye başlayacaktı. Senfonilerine, piyano sonatlarına, yaylı çalgılar dörtlülerine ve pek de başarılı olduğu söylenemeyecek opera besteciliğine kulak asan yoktu yaşadığı çağda çünkü Schubert’in yaşadığı döneme damgasını vuran bir büyük usta vardı ki, o da Beethoven’di. Schubert’ten bir yıl önce, 1827’de yaşama veda edecek olan emsalsiz usta Viyana’yı avcunun içine almıştı. Gerçi Beethoven de son zamanlarında, sağırlığının da etkisiyle, Viyana halkından kopmuş, kabuğuna çekilmiş, müzik dünyasındaki son gelişmeleri uzaktan izler olmuştu. Ama Beethoven’in yücelttiği türler ve formlar henüz hazmedilememişken bunların üzerine bir de Schubert’in ustasının izinden giderek bestelediği ama aslında ondan çok daha özgün bir içerik ve üsluba sahip eserlerine kucak açılması düşünülemezdi. Schubert de Beethoven’in değerini en fazla bilenlerden biri olacak ve ustasının Viyana’da 1827 yılında yapılan görkemli cenaze merasiminde meşale taşıyıcılardan biri olacaktı. Schubert’i günümüzde en iyi biçimde anmanın yollarından biri de onun eserlerinin yorumlandığı Schubertiad’lar. Yaşadığı çağda da yapılıyordu bu Schubert akşamları. En yeni şarkıları söyleniyor, solo ve dört el piyano eserleri çalınıyordu. Schubert idi bu toplantıların baş konuğu. Günümüzde de Schubert tutkunları hayranı oldukları bu büyük ustanın geride bıraktığı vokal ve çalgı eserlerini dünyanın dört bir tarafında samimi ortamlarda düzenlenen Schubertiad’larda deneyimleme olanağı buluyorlar. Okurlarımıza tavsiyem, hayatlarında bir kez olsun bu Schubertiad’lardan birine katılsınlar ve birlikte müzik yapmanın ve dinlemenin coşkusunu ve keyfini yaşasınlar