Peki şimdi ne olacak?

Abone Ol
Akşener, Kılıçdaroğlu’nun ‘Kürt sorunu vardır, muhatap da HDP’dir’ çıkışını bir Türk milliyetçisi olarak tahkim etti ve vesayetin kalbine hançeri sapladı. Demirtaş ve Sancar kendilerine uzatılan eli gördüler ve "HDP Tutum Belgesi" ile o eli havada bırakmayacaklarını gösterdiler. Türkiye, iki yılı aşkındır basit ve çirkin bir denklem üzerinde sıkıştırılmıştı. Siyaset yapabilme meziyetini yitiren iktidar, bu sıkıştırmayı, HDP’yi terörize ederek yapıyordu. Bunun için de önce adaleti ve demokrasiyi yok etti. Lakin HDP’nin toplumsal bazda gayri meşru ilan edilebilmesi, itimat edilmeyen, itibarı olmayan mahkemeler eliyle mümkün değildi. CHP ve İYİ Parti’nin, yapılan zulme destek vermesi veya kayıtsız kalması sağlanmalıydı. Bunu, hamasi ve şovenist dili gündelik hale getirip, aşırı milliyetçilik pompalayarak ve parçalanma paranoyasını zinde tutarak yapmaya çalıştılar. 2021 yılına kadar da başarılı oldular. Muhalefet bu sıkışmışlıktan çıkış için ilk hamlesini Gara’da, ikincisini ise fezlekeler hususunda Meclis’te yaptı. İki hamlenin de öncüsü Kemal Kılıçdaroğlu olmakla birlikte, fark yaratıp, meşruluk katan Meral Akşener’di. Akşener her iki çıkışıyla da sadece tıkanıklığı açmıyor, geçmişten günümüze devlete musallat olmuş zihniyete meydan okuyordu. İktidar feci afalladı. Akşener devrimsel nitelikte bir başka hamleyi de geçen hafta yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Kürt sorunu vardır, çözüm yeri meclistir, muhatap da HDP’dir’ çıkışını bir Türk milliyetçisi olarak tahkim etti ve böylece, devleti esir alan, milleti sefalete sürükleyen vesayetin kalbine hançeri sapladı. Akşener ayrıca, milliyetçiliği dönüştüremez, gelecek çağa taşıyamaz diyenlere de aksini ispat edebileceğini gösterdi. Millet İttifakı’nın ezber bozan, cesur çıkışına önce Selahattin Demirtaş, sonra HDP Eş Başkanı Mithat Sancar olumlu cevaplar verdiler. Kendilerine uzatılan eli gördüler ve hatta deklare ettikleri HDP Tutum Belgesi ile geç kalmış o eli havada bırakmayacaklarını gösterdiler. Kürt Meselesi’nde Cumhuriyet tarihinde ilk defa sorunun Türk tarafı üzerine düşen rolü kavradığını gösterdi. Elbette henüz hiçbir şey bitmedi ama bitebilmesi için güzel bir başlangıç yapıldı. Tarihi bir eşik aşıldı. Buradan geriye doğru radikal bir adım atılmazsa, yeni bir faza geçildiği hususu herkesçe kabul edilen bir durum. Millet İttifakı ve HDP iç içe geçmeden yan yana gelebileceklerini gösterdiler. MESELENİN ÜÇ HUSUS ÜZERİNDE YOĞUNLAŞTIĞINI GÖRDÜM Peki şimdi ne olacak? Toplumsal ve siyasal muhalefet olarak hem şükür diyerek derin bir nefes aldık ve rahatladık, hem de bundan sonra olacakları düşünerek, meraklı gözlerle birbirimize bakıyoruz. En azından geçen bir haftalık zaman zarfının bizlere gösterdiği bu. Endişelenmeli miyiz? Hayır. Heyecanımızı bastırmak ve sakin kalmak, dinlemeyi daha da ön plana çıkarmak bizlere yardımcı olabilir. Kazanımların keyfini sürmeyi elbette hak ettik, lakin rehavetin tehlikeli sularında yüzmemize gerek yok. Bu süreçte farklı kesimlerle yaptığım görüşmelerde meselenin üç husus üzerinde yoğunlaştığını gördüm. İlk husus, ‘CHP ve İYİP’in çıkarına olmazsa Kürt meselesine dair adım atılmaz. Çünkü Kürt meselesi ahlaki bir mesele. Oysa merkez siyaset pragmatik olmayı gerektirir’ düşüncesi. Çok temel ve iddialı bir bakış açısı. Bu sorun üzerinden kimi muhalif arkadaşlar HDP’ye tatlı ikaz sinyalleri yolluyor. Hani çift yönlü yollarda giderken karşıdan gelen araca ileride radar varsa dikkatli olması için, iyi niyetle selektör yaparız ya, işte öyle okuyorum ben bunu. Çünkü artık niyetlerimizi sorgulamayı geride bırakmamız gerektiğine inanıyorum. Lakin bu fikrin irrasyonel olduğu şüphe götürmez. Kürt meselesini çözme ideali, arzusu, ahlaki veya romantik değil bilakis rasyonel ve pragmatist bir zemine oturuyor. Tabii eğer gayemiz eşit, adil, özgürlükçü ve demokratik bir nizam ise. Neden mi? Soralım kendimize: Eşitsizlik en çok kimler arasında? Adaletsizlik en çok kimler yargılanırken zuhur ediyor? Özgürlüğünden mahrum bırakılıp zindanlara atılanlar en çok kimlerden? Demokrasiye en ağır yaralar kimlerin iradesi yok sayılarak veriliyor? Hatta bunların da ötesinde yaşam hakları en çok çiğnenenler kim? Tüm cevaplar tek bir kapıya çıkmıyor mu? Aksini iddia edecek olan var mı? O halde Kürt sorunu aslında ve özünde doğrudan doğruya demokrasi sorunu olmuyor mu? Yani meseleyi çözmeye niyetlenmenin ahlakla, romantizmle vesaire alakası yok. Ayrıca her pragmatik ahlaksız olur veya pragmatik olmak için ahlaksız olmak lazım diye bir kaide de yok değil mi? Bu meselenin çözümünün hepimizin çıkarına olduğu şüphe götürmez bir gerçek, belki de en büyük gerçeğimiz. İkinci husus, ‘Millet İttifakı’nın ivmesi yükseliyor. Seçimlerde HDP’ye ihtiyaç duymadan yüzde 50+1’e ulaşabilir. Böylece onlarla görüşmeye gerek kalmadan da ana dilde eğitim dahil tüm konular yasalarla çözüme kavuşturabilir’ iddiası. İlk duyduğumuzda masum gelen bu iddia, esasında meselenin hiç mi hiç anlaşılmadığını gösteriyor. Zira Kürt meselesinin özü Kürtlerin varlığını inkâra dayanıyor. Siz varlıklarının en büyük tecellisi olan siyasi iradelerini yok sayarak hangi haklardan bahsedeceksiniz? Hakları iade edecek muhatabı yok sayarak neyi çözebilirsiniz? Bunu söylerseniz AKP’nin mevcut dilinden bir farkınız kalır mı? Üçüncü ve son husus ise ‘Biz üzerimize düşen adımı attık. Onlar artık İmralı ile aralarına mesafe koymalılar’ çıkışı. Yine gerçeklerden uzak ve irrasyonel bir bakış. Daha da rahatsız edici olan kısmı ise bu argümanın ardına saklanan kibir. Bu arkadaşlara sormak isterim, İmralı’yı var eden zihniyet ile aramıza mesafe koyabildik mi biz? Geçtim mesafeyi, onun yörüngesinden ne kadar çıkabildik de başkalarına tavsiye verir olduk? Daha yolun çok başındayız. Elli yıldır dayatmalarla bir yere varamadığımız ortada. Kemal Bey ve özellikle Meral Hanım malum zihniyetle mücadeleye henüz yeni başladılar. Yolumuz uzun, mücadelemiz çetin. Biz önce kendi hesaplarımızı kapatalım. Sonra HDP’nin mesafeleri ile ilgileniriz. O HALDE YENİ FAZDA NEYİ, NASIL YAPABİLİRİZ? Geçmişin tecrübelerinden ilham alacak olursak, öncelikle karşı tarafa ne yapması gerektiğini söylemekten ziyade biz ne yapıyoruz kısmına kafa yormamız gerekiyor. Böylece hem kendimize hem de sürece katkımız olur. Kürt meselesi, iki rakibin bir zemin üzerinden mücadele ettiği bir maç ya da yarışma değil. Birileri aramıza istediği kadar mesafe koymaya çalışsın, Türkiye’nin demokratikleşmesinde aynı takımın oyuncularıyız biz. Bu sebeple ahenk içerisinde, senkronize hareket etmemiz vesayet zihniyetine karşı elimizi güçlendirecektir diye düşünüyorum. Devasa adımlar, iddialı cümleler veya şatafatlı açıklamalardansa küçük küçük adımların, sade cümlelerin ve mütevazı açıklamaların işimizi kolaylaştıracağı ortada. Zor bir dönem bizi bekliyor. Bir hamle yaptık. İktidarın cevabı hâlâ gelmedi. Kazandığımız mevzi, geri adım attırma adına ağır bir bombardıman altına alınacaktır. Sınanacağız. Geri adım attırmaya çalışacaklar. Nifak tohumları ekmeye gayret edecekler. Belden aşağı vuracaklar. Zulmün dozunu, hamasetin zehrini artıracaklar. Direneceğiz, akl-ı selimi elden bırakmayacağız. Bu filmi daha önce çok izledik. Aynı yerden bir kez daha ısırılmayacağız. Taraflar cümlelerini kurarken kendi mahallelerini coşturmaktan ziyade karşı mahalleyi rahatsız etmemeyi gözetmeli. Attıkları her adımda akıllarının bir kenarında artık geniş kapsamlı bir müzakere sürecinde olduklarını bulundurmalılar. Uzun ve ince bir yola girdi Türkiye. Gündüz gece gidebilmek için ihtiyacımız olan gücü ancak birbirimizden alabiliriz. Herkes bir diğerine kendine giden yolu açacak ve bu uzun yol böyle böyle incelikle dokunacak. Yazıyı yazarken bile bu kısımda şöyle bir geriye yaslandım. Arkama dönüp bakıyorum da nerelerden, ne şartlarda geldik buraya. Kimilerimiz zindanlarda, kimilerimiz sürgünde; ne acılar yaşandı, ne büyük emek verdik… Ama başardık. Bunun başarılabildiğini bir kere gördük ya, rasyonelliği elden bırakmadan, gerçeklere sırtımızı dönmeden ama duygularımızı da hafife almadan gideceğiz bu uzun ince yolda gündüz gece, hep birlikte. Türkiye için şafak vakti yakın. Belki yarın, belki yarından da yakın…