Payımı vermezsen ortalık karışır
Bu saatten sonra Muharrem İnce’nin yürüteceği her pazarlık, “verin benim payımı, susup oturayım, aksi halde zarar veririm” diye algılanır. Kılıçdaroğlu’nun ziyaretiyle bir noktaya varılıp varılmayacağını, Kılıçdaroğlu’nun nasıl bir hamle yapacağını bekleyip göreceğiz.
Kılıçdaroğlu’nun birkaç gün önce gerçekleşen Memleket Partisi ziyareti, pek çok kişide merak uyandırdı. Acaba Muharrem İnce, CHP liderinden adaylığını geri çekmesi karşılığında ne talep edecek, Kılıçdaroğlu’nun buna tepkisi nasıl olacaktı?
Filmi biraz geriye saralım. CHP’nin öz evladı olduğunu, ailesinde muhafazakâr eğilimlere karşın hep CHP’li kalmaya çalıştığını hemen her fırsatta dile getirmeye gayret gösteren İnce, en son yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin Erdoğan karşısındaki adayıydı. Yalovalı bir fizik öğretmeninden milletvekilliğine, oradan da belagati sayesinde gösterildiği Cumhurbaşkanlığı adaylığına giden yolda, İnce’nin şansı her zaman yanındaydı. Öyle ya, bu hayatta kaç fizik öğretmeni Cumhurbaşkanlığı gibi bir mevkiye tüm muhalefetçe aday gösterilir?
İnce mitinglerde büyük gayret gösterse de neticede şansını kullanamadı. Özellikle seçim gecesi oyların sayıldığı, sayım yolsuzluğu ve hile konusunda sinirlerin son derece gerildiği bir anda attığı “adam kazandı” mesajı ile zihinlerde yer etti. Elbette, bu seviye işlerde başkasının desteğiyle bir şans yakalıyorsanız, ikinci şans diye bir kavrama yer yok.
Muharrem İnce’nin son haftalarda yaptığı her konuşmasında, bir gücenmişlik, bir kırgınlık göze çarpıyor. Bazen bunu kendisi de açıkça dile getiriyor; Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’na ya da ülkücü geçmişiyle hatırlanan Meral Akşener’e gösterilen iltifatın kendisine gösterilmiyor oluşundan yakınıyor, CHP’nin öz evladı olduğunu yineliyor.
Hukuken aday olmanın en tabii hakkı olduğunu tartışmaya gerek yok. Peki siyaseten de öyle mi acaba?
Sana kimseye tanınmayan bir imkân tanınmış olsun, tüm muhalefetin desteği ile Erdoğan’la yarış ve sonunda kaybet! Ondan sonra tümü olmasa da önemli bir kısmının ideolojik bakış farklılıklarından kaynaklandığını bildiğimiz şekilde Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi götürdüğü çizgiyi eleştir, ayrıl, gidip kendi partini kur. Şimdi de “bir bölen” titizliği ile ortaya çıkıp Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında konumlanarak aday ol, her ikisinden de oy çalacağını iddia et. Elbette, herkes İnce’nin esas itibariyle Erdoğan’dan mı, Kılıçdaroğlu’ndan mı oy koparabileceğini az çok öngörebiliyor.
Zannedilmesin ki Kılıçdaroğlu, bu şansı yalnızca İnce’ye tanıdı. Mesela ben, Ekrem İmamoğlu diye bir siyasetçinin varlığını, İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığından sonra öğrendim. İstanbul yerel siyasetiyle ilişkili olmayan pek çok seçmenin de aynı durumda olduğunu düşünüyorum.
Yerel bir ilçe belediye başkanıyken İmamoğlu’ndaki ışığı görüp onu parlatmak, aday göstermek, seçim kampanyasında desteklemek ve Erdoğan’ın AKP’sinin tüm imkanlarıyla yüklendiği bir seçimde eski Başbakan Binali Yıldırım’a karşı, hem de bir değil iki kez kazanmasını sağlamak, Kılıçdaroğlu’nun siyasi dehası ve başarısıdır.
Bir İmamoğlu’na bakalım, bir de İnce’ye. Birisi kendisine tanınan şans veya imkânı, ne derseniz deyin, iyi kullanarak önemli bir pozisyona seçildi. Diğeri aynı şans veya imkânı kullanamadı, seçilemedi. Sonra da kızıp masayı devirdi, ayrıldı, gitti.
Şimdi sormak lazım gelmez mi, sen o kadar CHP’nin evladıysan ne işin var başka partide, o zaman Mehmet Ali Çelebi’den ne farkın kalıyor diye…
Kimse kusura bakmasın, bu saatten sonra Muharrem İnce’nin yürüteceği her pazarlık, “verin benim payımı, susup oturayım, aksi halde zarar veririm” diye algılanır. Kılıçdaroğlu’nun ziyaretiyle bir noktaya varılıp varılmayacağını, Kılıçdaroğlu’nun nasıl bir hamle yapacağını bekleyip göreceğiz, ancak hem seçmenin hem de Kılıçdaroğlu’nun İnce’nin bu tavrını bir kenara not ettiğini de görmek gerekir.