Patron çıldırmış olmalı

Abone Ol
Tam seçimlere giderken, AKP iktidarını yirmi yıl boyunca desteklemiş esnafların, küçük ve orta ölçekli ticaret yapan girişimcilerin toplam refahtan aldıkları payı azaltan bir kur politikası izlemek için gerçekten çıldırmış olmalı insan.

Loading...

Zaman zaman semt pazarlarında duyarız bu nidayı. Fiyatları düşürerek büyük miktarlarda satış yapmak istendiğinde, yapılan indirimin abartılı bir şekilde ifade edilmesidir; reklamıdır bir bakıma. Genellikle talebin fiyat indirimine aşırı tepki verdiği durumlarda işe yarar. Biz iktisatçılar buna malın talep esnekliğinin yüksek olma durumu deriz (bizim tabirimizle birden büyük olması). Sizin anlayacağınız “sürümden kazanmanın” teknik manada koşuludur. Gündelik hayatımızda marketlerden alabildiğimiz birçok mal genelde bu tarz mallardır. Ama her malda aynı sonucu almanız mümkün olmaz tabi. Örneğin talebin fiyat esnekliğinin düşük olduğu, yani fiyat değişimine duyarlılığın çok az olduğu mallarda, aynı etkiyi elde edebilmeniz mümkün değildir. Boğaziçi köprülerinden geçme talebinin sırf fiyatlar düştü diye artması mümkün değildir. Bu tarz taleplerin fiyatlara duyarlılığı düşüktür. Mevzu uzun ve teknik bir mevzu. Mikroiktisat derslerimizin değişmez konularındandır. Ülkemizdeki ekonomi yönetimi, bir süreden beri Türk Lirasının (TL) döviz karşısındaki değerini düşürerek, Türkiye’de üretilen malları yabancı para cinsinden ucuzlatmaya çalışmaktadır. Amaç yabancılara daha fazla mal satmak; sürümden kazanmak bir bakıma. Hatta geçtiğimiz sonbaharda yaşadığımız TL’nin değer kayıplarını böyle bir bilinçli politikanın sonuçları olarak olduğu kamuoyuna söylediler. Bu politikanın ilk etkilerini sınır bölgelerimizdeki illerde ve turizm sektöründe yaşadık. Ucuzlayan Türkiye’ye daha fazla yabancı turist çekerken, sınır illerimizdeki şehir içi ticaret yabacıların hücumuna uğradı. Örneğin Edirne’ye alışveriş yapmaya Bulgarların gelmeleri bunun en güzel örneği. Benzer durum Artvin’e Gürcülerin gelmesiyle ve/veya adalardan kıyı kasabalarımıza Yunanların alışveriş için gelmeler hep bundandır. İzlenen kur politikası nedeniyle Türkiye yabancılar için göreli olarak daha ucudur. Bulgaristan’ın sınır bölgelerindeki esnafın ve iç ticaretin bundan nasıl etkilendiği ayrı bir tartışma konusu. Ama Türkiye ekonomisi bakımından son derecede olumlu bir tepki diye düşünülebilir. Malum döviz geliyor ülkeye. Ama sürdürülebilir bir politika olmadığı da açık. Zaman zaman bir ülkedeki nominal kurlar (yani vatandaşın sokakta gördüğü kurlar) ülkenin ihraç etmeye çalıştığı malları yabancılar nezdinde ucuzlatılarak, onlar için cazibeleri arttırılmaya çalışılır. Buna biz kur yoluyla elde edilen “rekabet gücü” deriz. Bir de rekabet gücünün üretimden gelen kısmı vardır. Yeni bir teknolojiyle, yeni bir mal üretirseniz veya mevcudu daha verimli bir şekilde üreterek elde edebileceğiniz bu rekabet gücü. Biz iktisatçılar, ekonomiye bu şekilde elde edilmiş rekabet gücü kazandırmaya çalışırız.  Çünkü bunun etkileri daha kalıcıdır. Kurlar gibi geçici olmaz. Türkiye bunlardan birinci yolu tercih eder genellikle. Yani parasının değeriyle oynayarak, kolay yoldan rekabet gücü sağlamayı tercih eder. Amacı kısa dönemde karşılaştığı döviz kısıntısını aşmaktır. Zira ikincisi yoluyla elde edilecek rekabet gücü gayret ister emek ister plan-program ister, her şeyden önce zaman ister. O da siyasetçilerde olmayan bir şeydir.
Geçen sonbaharda ekonomi yönetiminin iddia ettiği gibi TL’nin hem nominal, hem de reel değer kayıplarının yaşandığı bir süreçte, bunun ülkenin rekabet gücünü arttırmak bir yana, azaltıcı bir etkisi ortaya çıkmıştır.
Biz iktisatçılar, ekonomilerin uluslararası rekabet gücünü çok basit iki parametreyle ölçebiliriz.  Bunlardan biri TCMB’nin hesapladığı “Efektif Reel Kur”.  Genel olarak bu, bir nispi fiyat göstergesidir ve sadece yurtiçinde alınıp-satılan malların fiyatlarıyla, yurtdışına gönderdiğimiz ve bizim yurtdışında gerçekleşen iktisadi faaliyetlerin fiyatları arasında bir nispi fiyattır. Aslında iktisadi faaliyetlerin sadece içerideki talebi gidermeye yönelik olanlarla, dışarıdaki yabancıların ihtiyaçların karşılamasına yönelik olanların fiyatlarının karşılaştırılmasıdır. Bu malların ilki hizmetler, ticaret ve inşaat gibi sadece yurtiçinde icra edilen faaliyetlerdir. İkincisi ise, sanayi mallarıdır genel olarak. Bu fiyatlarla ekonomide uygulanan üretim modelin, hangi pazara daha çok ağırlık verdiğini görmek bakımında da önemlidir. Bu nispi fiyat 100 olarak belirlenmiş bir eşik değerinin üstünde seyrediyorsa, o ekonomide izlenilen kur politikası aşırı değerli, altında ise değer kaybetmiş gibi yorumlanır.  Örneğin reel efektif kurun 100’ün üzerinde seyrettiği 2013 öncesi dönemlerde TL’nin değerliydi. Bu, siyasi iradenin o günlerde içerideki iktisadi faaliyetlere daha çok ağırlık vermesinin bir göstergesiydi aynı zamanda. Yani iç talep ekonominin çekici gücüydü. Şekil 1’deki siyah grafik reel efektif kur duzeyinin zaman içindeki seyrini gösteriyor. Buradan 2016 yılından sonra TL’nin reel olarak değer kaybetmeye başladığı görülüyor. Ama asıl ciddi düşüşlerin 2018 sonrası  yaşandığı da çok açık.
Ekonomi yönetiminin izlediği “değersiz TL politikası” ülkemizdeki müteşebbislerin aleyhine bir sonuç doğmasına yol açmış, göreli olarak toplam gelirden aldıkları payın artmasına katkıda bulunmamıştır.
Buna göre nispi fiyatlar, ekonominin önceliklerinin dış talep çekişli bir ekonomik yapıya doğru değiştiğinin, iç talebin ise eskisi kadar önem arzetmemesi gerektiğine işaretediyor. Ancak bu dönemde ekonomi yönetimi nispi fiyatların işaret ettiği şekile kaynak kullanım şeklini değiştirmekten özenle kaçınmıştır. Mali kaynakların kullanım alanları bakımından yapılacak böyle bir tercih, geçerli olan nispi fiyatların bugün ulaştığı düzeyde uzun dönemde sürdürülebilmesi mümkün değildir. Rekabet gücünde duumumuzu gösteren bir diğer basit rekabet ölçüsü ise, dış ticaret açığının ülkenin toplam dış ticaretinin kaçta kaçına tekabul ettiğinin hesaplanmasıdır. Bu bir orandır ve Türkiye gibi açıklara maruz kalan bir ekonomide mutlak olarak arttığında ekonominin rekabet gücü kaybettiğine, azaldığında ise rekabet gücü kazandığına işaret eder. Şekil 1’de iki rekabet göstergesi bir arada görülüyor. Bu iki göstergenin seyrettiği trenler konusunda da bir beklentimiz var elbet. Örneğin reel efektif kur düşerken, yani ekonomik politikalarda ağırlık yabancı talep lehine değişirken, ekonominin dış ticarette rekabet gücünün artıyor olması beklenir. Dolayısıyla kırmızı ve siyah fonksiyonların ters yönlü hareket edeceği düşünülür. Şekil 1’de, 2017-2018 dönemine kadar bu beklentiyle uyumlu bir eğilim görüyoruz. Buna göre, bir yandan ekonomik büyümenin kaynağı olan talep unsurlarının ağırlıklarının değişimiyle uyumlu rekabet gücünde ortaya çıkan bir değişim görülüyor.
O zaman sizce böyle bir “değersiz TL politikası” izlemenin sebebi nedir? Çaresizlik bence cevap. Ya da bu politikanın tüm yan etkilerine rağmen, dış ticarete rekabetçi yapabilmek için tek bildikleri yol olmasıdır.
Ancak bu tarihten sonraki gelişmeler bizim beklentilerimizle pek uyuşmuyor. Şekil 1’deki 2019 sonrası gelişmeler bunlar. Yani artık TL’nin değer kayıpları kontrol dışına çıkmış ve TCMB çaresizce döviz rezervlerini kullanarak, bu düşüşe müdahale etmeye çalışıyor.  Buna rağmen reel kur değer kaybederken, bu düşüşlerin dış ticarette rakebet gücü atışından ziyade, azalışına vesile olduğu görülüyor. Şekil1’de dikkat edilirse, kırmızı ile gösterilen grafikte 2019 sonrası kırmızı ile çizdiğimi trend doğrusunun eğiminin azalan yönde olduğuna dikkat etmeli. Bunun anlamı şudur: Geçen sonbaharda ekonomi yönetiminin iddia ettiği gibi TL’nin hem nominal, hem de reel değer kayıplarının yaşandığı bir süreçte, bunun ülkenin rekabet gücünü arttırmak bir yana, azaltıcı bir etkisi ortaya çıkmıştır. TL reel olarak değer kaybederken, rekabet gücümüzde beklentilerimizin tersine azalmıştır. O zaman sizce böyle bir “değersiz TL politikası” izlemenin sebebi nedir? Çaresizlik bence cevap. Ya da bu politikanın tüm yan etkilerine rağmen, dış ticarete rekabetçi yapabilmek için tek bildikleri yol olmasıdır. Reel efektif kur ekonomideki iki faaliyet grubunun kaynak kullanım önceliklerindeki değişime işaret ediyorsa, o zaman bu iki faaliyetten para kazananların gelirleri üzerine de etki etmesi mümkündür. Madem konumuz TL’nin aşırı değer kaybıyla Edirne esnafının iş hacminde yaşanan artışlar ve bunun oradaki esnafın gelirlerine olumlu bir etki yaratacağı beklentisi, o zaman ülkemizdeki müteşebbis gelirlerinin gelişime bakmakta yarar var. Gerçekte böyle bir kur politikasıyla, ülkemizdeki müteşebbislerde bir zenginleşme olma olabilir mi? Şekil 2’de, kırmızı fonksiyon ile ülkemizdeki müteşebbis gelirlerinin toplam gelir içindeki payı görülüyor. Bu pay sürekli bir düşüş trendine sahip. Ama asıl ilginç olan, bu düşüşün TL’nin reel olarak değer kaybettiği bir döneme denk gelmiş olmasıdır. Yani ekonomi yönetiminin izlediği “değersiz TL politikası” ülkemizdeki müteşebbislerin aleyhine bir sonuç doğmasına yol açmış, göreli olarak toplam gelirden aldıkları payın artmasına katkıda bulunmamıştır.  Dolayısıyla bu kur politikası ülkemizdeki müteşebbisleri fakirleştirici bir politika olduğu düşünülebilir. Bu politikanın mimarı ve yabancılara satınalma gücü transfer etmeye yarayan bu kur politikasını izleyen bizzat iktidardır. Yani, bizim için refah üretmesi gereken iktidar.  Başlıkta bahsedilen ve vatandaşı için her şeyi pahalılaştıran ama yabancılar için ise her şeyi ucuzlatan iktidar. Tam seçimlere giderken, AKP iktidarını yirmi yıl boyunca desteklemiş esnafların, küçük ve orta ölçekli ticaret yapan girişimcilerin toplam refahtan aldıkları payı azaltan bir kur politikası izlemek için gerçekten çıldırmış olmalı insan.  Bu Türkiye ekonomisi için zaten sürdürülemez bir politikadır. Ama AKP’nin bu politikayı siyasi olarak daha ne kadar sürdürebileceği ise merak konusudur. Not: Reel efektif kur ve dış ticaret verilerimizin kaynağı TCMB, müteşebbis gelirlerinin toplam gelirden payları ise TÜİK’in “Sıralı yüzde 20'lik gruplara göre yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri türlerinin dağılımı, 2006-2021” başlıklı tablolardır.