Paramızı değersizleştirerek dış ticaret açığımızı azaltabilir miyiz?
Belki de Merkel'e öykünerek TL'nin değerini düşürüp dış ticaret fazlası sağlamaya çalıştılar. Ancak ithalatının %85’i hammadde emtia olan bir ülke marka değer de üretemiyorsa, bu imkânsızdır. Aldığımız kararlar aleyhimize çalışıyor. Yurt dışına göbeğimizden borçlanıyoruz.
Son yıllarda iktidar döviz kurunu belli bir seviyenin üstünde tutup ihracatı sürekli artırmak gibi değişik bir ekonomik politika izliyor. Son iki yıldır döviz ne zaman gevşemeye başlasa ne yapıp ne edip dövizi yükseltecek bir gündem yaratıyor. TCMB’nin son faiz indirimi bunun en güzel örneği. Türkiye benzeri Brezilya, Rusya gibi ülkeler faiz artırırken, ABD Merkez Bankası (FED) 2023 yılındaki faiz artırımını 2022 yılına çekmeyi düşünürken Türkiye’nin faiz indirimine gitmesinin başka bir açıklamasını bulamıyorum. Ekim ayını pas geçseler bile Kasım ayında 100 baz puan daha indirim yapacaklarını düşünüyorum ben artık. Hatta eğer ABD parasal daralma ve faiz artırımının 2023’ten 2022’ye çekilmesi gündemi Dolar/TL’yi bir hafta önce zıplatmasaydı, bence bu ay direk 200 baz puan artıracaklardı. Gündem alevlenince 100 baz puan yaptılar. Nereden biliyorsun diyeceksiniz!? Vallahi billahi bir şey bilmeye gerek yok. Saldım çayıra mevlam kayıra atasözünü biliyorsanız, ekonomik takvimi kavrayabiliyorsunuz.
Ben iktidarın bu davranışını üç nedene bağlıyorum. Birincisi; Türkiye’nin devasa borç yükünden dolayı “Ülkeye bedeli ne olursa olsun döviz girsin yoksa aylık dış borç ödemelerini yapamayız” diye ihracatçıların kollandığını düşünüyorum.
İkincisi; kredi faizlerini düşürerek kredi kullanımını artırıp ülke ekonomisini canlandırmak istiyorlar herhalde dedim kendi kendime. 2003 yılından 2013 yılına kadar Türkiye’de faizler çok sert düşüp kredi kullanımı patlayarak, ülke “Vur patlasın, çal oynasın. Reis bizi diskoya götür” moduna girmişti. O zamanların güzelliği ülkeye döviz yağıyordu. Gerek doğrudan yatırım, gerek portföy yatırımları ile yabancılar Türkiye’ye koşup dövizini bozdurup TL ürünlere yatırıyordu. Döviz sürekli düştüğü için fiyatlar düşüyor, fiyatlar düştüğü için faizler düşüyordu. Bugün ülkeye koşturan yabancıyı boşver kolundan çeksen gelmiyor. Ayrıca günümüzde vatandaşın da şirketlerin de kredi kullanacak halleri kalmadı. Gömlekleri bile borçla alınmış durumda. 2003 – 2013 yılları ayrı bir yazı konusu.
Üçüncü sebep ise Almanya seçimleri ile aklıma geldi. “Sarayla itibar olmaz” diyen bence son kırk yılın en büyük lideri Merkel’in kendi isteği ile iktidarı bırakması geçen haftadan beri hem dünya hem Türkiye gündeminde çok konuşuldu. Almanya’yı başarıdan başarıya koşturan, arkasında ciddi bir kamuoyu desteği olan, tüm dünya liderleri tarafından saygı ile karşılanan Merkel, kendi isteği ile görevini bıraktı. Son kırk yılın Türkiye liderleri geldi aklıma. Asla gitmek bilmeyen, gidip gidip gelen, yatalak da olsa, toplantılarda uyusa da iktidarda kalan liderler… İktidara gelirken ettikleri yemin sırasında sanırım içlerinden “Ölüm bizi ayırana” kadar diye ek yemin ediyorlar.
SANIRIM BİRİLERİ ‘BİR DE MERKEL’İN TAKTİĞİNİ DENEYELİM’ DEDİ
İşte Merkel’in iktidardan ayrılması aklıma yeni bir fikir getirdi. Merkel’in ekonomik icraatlarına birkaç gündür göz gezdiriyorum. Kadın gerçekten çok başarılı. Avrupa Birliği’ni (Dolayısıyla Almanya’yı) tüm darbelere karşı dünyanın üçlü güç merkezinin bir ayağı olarak bir arada tutması bile kitaplara sığmayacak bir başarı. Ancak, benim dikkatimi çeken EURO yu sürekli diğer güçlü para birimleri karşısında düşük tutması, değersizleştirmesi. 2005 yılından beri EURO, rakibi olan DOLAR ve STERLİN karşısında sürekli değer kaybetmiş.
2005 yılından beri EUR/USD 1.60’lardan 1.10’lara, EUR/GBP ise 1.00 den 0.70 lere gerilemiş. Bu ne demek ?! Bizim gibi 4.00 sanayi devriminin çok çok uzağında olan ülkelere rakiplerine göre daha ucuz mal satabilmek demek. Ve öyle de olmuş. 2005 yılında Almanya’nın dış ticaret fazlası 189 milyar dolar civarındayken 2019 yılında 267 milyar dolara çıkmış (EUR/USD 1,20 olarak baz alındı). Merkel, ülkesinin dış ticaret gelirini 14 yılda %42 artırmış. Helal olsun!
Sanırım birileri bu rakamların farkına vardı ve Türkiye’nin karar vericisine bunu anlattı. “Bir de bunu deneyelim” dediler. İhracatı artır, dış ticaret fazlası ver, ülkeyi sıçrat. Sonuçta Merkel’den neyimiz eksik. Ortada başarılı bir model de var. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Buraya kadar ben de hem fikirim. Başarılı bir modeli kendine uyarlamanın hiç bir zararı da olmaz. Ama ekonomik karakterin üç aşağı beş yukarı aynı ise.
Türkiye parasını değersizleştirerek dış ticaret fazlası verip devasa dış borç yükünden kurtulabilir mi?! Vallahi ben hiç sanmıyorum. İthalatının %85’i hammadde ve emtia olan bir ülke herhangi bir sektörde marka bir değer üretemiyorsa bence imkânsız.
2005 yılından beri Türk Lirası sürekli değer kaybediyor. 2005 yılında dolar 1.5 liraydı. 2019 yılına geldiğimizde 5.5 liraya çıkmıştı. TL, gelişmiş ülke paraları karşısında ciddi değer kaybetti. Almanya’nın dış ticaret fazlası arttığına göre bizim de dış ticaret açığını kapamamız hatta artıya geçmemiz gerekiyordu. Oldu mu?! 2005 yılında dış ticaret açığımız 43.3 milar dolar iken, 2019 yılında 29.5 milyara düştü. 2019 yılında ülkede döviz kalmadı, ekonomik kriz etkisini artırdı, ülke ekonomik büyümesini durdurdu. 2013 yılında ise Eur/TL 2.65 iken dış ticaret açığımız 100 milyar dolardı. Çünkü ülke dövize boğulmuştu. Sonra 2020 yılı Covid salgını baş gösterdi. Almanya’nın dış ticaret fazlası %19 azalıp 215 milyar dolara düşerken; bizim dış ticaret açığımız %70 arttı.
LİRA RUBLE KARŞISINDA DEĞER KAZANIYOR AMA…
Neden mi? Çok kaba tanımlarsak. Türkiye dışarıdan iplik alıyor, kumaş alıyor, düğme alıyor, astar alıyor, fermuar alıyor yani ihraç ediyor. Bunlardan takım elbise yapıyor. Yaptığı takım elbiselerin bir kısmını kendi vatandaşına bir kısmını yurt dışına ihraç ediyor. Üstelik ihraç ettiği takım elbiseyi kendi markasıyla değil yabancı bir markanın ismine ihraç ediyor. O yabancı marka üstüne ülke kârını koyup takım elbiseyi Türkiye’nin zenginlerine geri satıyor yani ihraç ediyor. Salgın ile birlikte adam takım elbise almayı kesti ama biz iplik almayı kesemedik.
Diğer yandan benzerimiz ülkelerden Rusya’ya baktım. TL, Ruble karşısında 2005’ten bu yana değer kazanmış. Bir TL , 2.5 Ruble iken 8 Ruble’ye çıkmış. Ne güzel değil mi? İyi de Rusya’nın bize sattığı ürünlerin %80’i petrol ürünleri ve demir cevheri, bizim Rusya’ya sattığımız ürünlerin %50’si domates, biber, patlıcan. Onların bize ihracatı 7.5 milyar dolar, bizim Rusya’ya ihracatımız 2 milyar dolar. Ruslar domates yemezse delirmez, biz petrol ve doğalgaz gibi ürünleri alamazsak deliririz.
KISACASI DOSTLAR…
Aldığımız her karar görülüyor ki aleyhimize çalışıyor. Dövizin her artışı Türkiye’nin maliyetlerini artırıyor. Daha çok yurt dışına göbeğimizden borçlanıyoruz. Adamların en iyi müşterisiyiz. Asla bizden vazgeçmiyorlar, vazgeçmezler. İster Almanya, ister Rusya... Ya göbeğimizden bağlı ürünü satıyorlar ya ucuz olmamızdan faydalanıyorlar. Bir şirketin en önemli gider kalemi hammadde, ücret, kiradır. Türkiye’de çalışan nüfusun %43’ü asgari ücretli. Yani Almanyalı şirkete maliyeti 280 Euro. Almanya’da 1500 Euro’nun üstünde. Türk lirasının her değer kaybı işçimizin, konut sahibimizin, ürettiğimiz mal ve hizmetin değerini düşürürken hayatımızın devamı için yurt dışından almak zorunda olduğumuz maliyetlerin artmasına neden oluyor ve biz her döviz artışında, gelişmiş ülkelere göre biraz daha fakirleşiyoruz.
(Not: Yazıdaki yorumlar, kişisel düşüncelerimdir. Bu yüzden hiç biri yatırım tavsiyesi değildir.)