Loading...
2018’de hayata geçen Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi ile de ülke her alanda ağır bir buhran yaşamaya başladı. Son dönemde en çok ekonomik sorunlardan bahsetsek de her alanda benzer bir buhran yaşadığımız da açıktır.Başbakan sıfatıyla Erdoğan 11 Ekim 2006'ya yaptığı grup toplantısında; “Ülkenin geleceğine, Cumhuriyetin değerlerine karşı tehditler yok mu? Elbette var, ancak bunların toplumun geneline yayamayacağımız aşırı uçlar olduğunu, takibinin de suç-ceza sistemi içerisinde yapılması gerektiğini unutmayalım. Son tahlilde uçlarda bulunanlar da bizim insanımız. .... biz diyoruz ki onları da merkeze çekmenin, şu çatı altında olan kim olursa olsun hepimizin ortak görevidir. ... Asgari müşterekte mutabakatı sağlamak zorundayız. Yaraları kanatan değil, iyileştiren olmalıyız. Gelecekteki dönemi, toplumsal barışı güçlendirecek bir sosyal restorasyon dönemi olarak görüyoruz. Etnik, dini, mezhepsel, fikri, kültürel farklılıklara bakmadan kadın-erkek ayırmadan, bütün sosyal tarafları kucaklayacak yeni bir toplumsal uzlaşma zemini oluşturmak mecburiyetindeyiz.” ifadelerini kullanmıştır. Ancak 2011 sonrasında yaşanan süreç öyle olmadı. Tersine yaşanan süreç 31 Mart 2013’de dönemin İstanbul İl Başkanı Aziz Babaşçu’nun ifade ettiği; “10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Çünkü bu geçtiğimiz 10 yıl içinde, bir tasfiye süreci ve bir tanımlama özgürlük, hukuk, adalet söylemi etrafında yaptıklarımıza paydaşlar vardı. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Dolayısıyla o paydaşlar bizimle beraber olmayacaklar. Dün bizimle beraber şu ya da bu şekilde yürüyenler, yarın bizim karşımızda olan güçlerle bu sefer paydaş olacaklar. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak. Onun için işimiz çok daha zor.” şeklinde oldu. Yani toplumsal barışı güçlendirecek bir sosyal restorasyon dönemi değil, toplumu tek bir kültürel kimlik doğrultusunda dönüştürme süreci yaşandı. Bu yönüyle kaçınılmaz olarak kutuplaştırıcı oldu. 2018’de hayata geçen Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi ile de ülke her alanda ağır bir buhran yaşamaya başladı. Son dönemde en çok ekonomik sorunlardan bahsetsek de her alanda benzer bir buhran yaşadığımız da açıktır. Özetle makro alanda siyaseti devletten topluma taşıma, Türkiye’yi normalleştirme, sivilleşme ve kendisi de marjinal bir kimlikten kurtarıp merkez partisi haline getirme iddiasındaki AK Parti, 2011’den sonra mikro alanda “değer temelli” tüm söylem ve siyasal tercihlerinde bir merkez partisine değil tam tersine muhafazakâr hatta lümpen popülist sağcı bir partiye dönüşmüştür. Kadından gençliğe, doğum yönteminden çocuk sayısına, alkol düzenlemesinden düşünce ve ifade özgürlüğüne kadar pek çok alanda siyasal söylem ve düzenlemeleri özgürlükçü değil tersine muhafazakâr, popülist sağcı bir siyaset hâkim oldu. Bu açıdan siyasi iktidar 2023’teki seçimi sıradan bir seçim olarak görmüyor. Kurduğu düzeni sürdürmek istiyor. Sadece siyasi iktidar değil bu düzeni sürdürmek için ortak ettiği her yapı, kurum ve kişi seçimin kaybedilmemesi için yoğun bir çaba içinde. SADAT tipi kurumların esbabımucizesi de buradadır.
Siyasi iktidar 2023’teki seçimi sıradan bir seçim olarak görmüyor. Sadece siyasi iktidar değil bu düzeni sürdürmek için ortak ettiği her yapı, kurum ve kişi seçimin kaybedilmemesi için yoğun bir çaba içinde.Bulunduğumuz noktada siyasi iktidarın seçimi kaybetmemesi iki şeye bağlı görünüyor: İlki yurt dışında büyük miktarda kaynak bulmasına, ikincisi ülke içinde önceliği ekonomik sorunlarından güvenliğe dönüştürmesine… Bunlardan ilkinin gerçekleşmesi imkansıza yakın görünüyor. O yüzden ikinci seçeneğin hayata geçirilmesi konusunda hayli çalışma yapılıyor. Bunun için öncelikle tabanı konsolide edecek adımlar atılıyor. Son dönemde özellikle yasaklar bu amaçla dönük. Nitekim, iktidar her türlü yasağı “İslami kodlar”la açıklayarak tabanını konsolide etmeye çalışıyor. İkincisi de ülkenin yeniden güvenliksizleştiği algısı yaratılmaya çalışılıyor. Son dönemde birden artan mülteci, sığınmacı tartışmaları bu sürecin bir parçası olarak okunabilir. Aynı şekilde SADAT tipi kurumların oynayabilecekleri rol de bu kapsamda öne çıkıyor. Yazının başına dönersek; Kılıçdaroğlu’nun çıkışını bu noktada okumakta fayda vardır.