TCMB'nin son enflasyon raporu, aslında sonuna gelinmiş bir büyüme politikasının ve ekonomik tercihlerin körü körüne sürdürülme çabasıdır. Kaynakları dar bir gruba yönlendirmeye çalışan iktidarın, olumlu sonuç getirmesi imkansız çabasıdır.İşte tam bu noktada, eski bir AKP milletvekili olarak Sayın Kavcıoğlu’nun siyasetçi kimliği ön plana çıkmaktadır. Ortodoks iktisada göre, negatif reel faiz uygulamasının uyardığı dövize talebindeki artış ve bankalardaki toplam mevduatın ağırlıklı olarak dövize yönelmesini (yani nakit ikamesini) bir şekilde başarı öyküsüne dönüştürülmesi için yeni bir söylem üretilmesi gerekmektedir. Ardından da üretilen bu söyleme iktisat kamuoyunun inandırılmasına ihtiyaç vardır. Bu konuda yaratıcılıkta sınır tanımayan Merkez Bankamızın yönetimi, en son açıkladığı enflasyon raporuyla, negatif faiz uygulamasının TL’de yol açacağı değer kaybını bir başarı hikâyesine dönüştürecek yeni bir öykü oluşturmaya başlamıştır. ‘TL’NİN DEĞER KAYBI, CARİ FAZLA, DÖVİZ GİRİŞİ, TL’NİN DEĞERLENMESİ, ENFLASYON DÜŞÜŞÜ...’ Başkanın ileri sürdüğü öykü şu: Temel hedefi fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez Bankamız, faizleri düşürerek TL’nin değer kaybetmesine bilinçli olarak imkân sağlamakta ve bu şekilde uluslararası piyasalarda ihracatımız daha fazla rekabet gücü elde etmektedir. Dahası değeri düşen TL, ithalatın pahalı hale getirip, düşmesini sağlamaktadır. Düşük TL değeri ülkemizin üretimini daha rekabetçi yapıp, ihracatla elde ettiği döviz gelirlerinin artmasına neden olacaktır. Bu durumun oluşturacağı cari dengenin fazla vermesi, ekonomiye net bir döviz girişi sağlayacaktır. Kısa dönemde TL’nin değer kaybına yol açan bu sürecin, orta vadede elde edilecek cari fazlayla oluşacak döviz girişleriyle TL’nin değer kazanmasını sağlayacaktır. Zamanla değerlenmiş TL’nin de, mevcut enflasyonun düşürülmesine olumlu etki yapacağı beklenmektedir. Ortaya çıkarabileceği sonuçları itibariyle son derece riskli olabileceğini düşündüğüm bu öykünün, herhangi bir ampirik gözlemle desteklenmediğine dair bir bilgiye de kamuoyuna sunulan rapordan rastlanmamaktadır. DIŞ TALEBİN ARTTIRILMASI İÇİN İÇ TALEBİN AZALTILMASI GEREKİYOR Ancak bu beklentilerin aruz edildiği gibi gerçekleşebilmesi için dikkate alınması gereken ve Türkiye ekonomisinin mevcut yapısı ile ilişkili birtakım sorunların göz önüne alınmasında yarar var. Bunların başında yüksek büyüme hedefi olan hükümetin negatif faiz uygulaması ve değeri düşük TL politikası ile özdeşleşmiş bir para politikasının birbiriyle tutarsızlığı gelmektedir. Özellikle üretimde ithal girdi bağımlılığı çok yüksek olan Türkiye ekonomisinde, yüksek büyümenin yol açacağı ithalat artışıyla kısa dönemde nasıl baş edileceği açık değildir. Sayın Başkanın basın açıklamasında seçici olarak oluşturulacak ithal ikameci bir sanayileşme stratejisinin uygulamasından bahsetmektedir. Ancak böyle bir politikanın sonuçlarını alabilmek en iyimser ihtimalle orta vadede mümkündür. Kısa dönemde yüksek büyümenin sonucu olarak daha fazla ithalatla karşılaşmak neredeyse kaçınılmazdır. İkinci önemli husus ise, değeri düşürülmüş bir TL’nin sağlayacağı rekabet gücü artışına ihracatın verebileceği tepkinin düzeyi meselesi vardır ki, bu da izlenecek olan büyüme politikası ile yakından ilişkilidir. Kısa dönemde mevcut üretim kapasitesi ile sınırlanan sanayicilerin giderek daha fazla ihracat yapabilmeleri, iç pazara verdikleri mal miktarını azaltmalarıyla mümkün olabilecektir. Diğer bir deyişle dış talebin, iç talebi ikamesinin sağlanması gerekecektir. Bunun yolu ise iç talebin kısılmasıdır. Bunun da hükümetin yüksek büyüme politikası ile tutarlılığı tartışmalıdır. Bu diğer husus ise, Türkiye ekonomisinin yapısının, bugüne kadar kriz dönemleri sonrasında cari fazla elde etmeye imkân verdiğidir. Bu kriz dönemlerinin dışında ise cari açıkların neredeyse değişmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmasıdır. Dolayısıyla TCMB’nin öngördüğü bir durumun yaşanması bizim için bir ilk olacak; tabi o da olursa. Ancak bunun nasıl olacağı konusuna raporda değinilmemektedir. Zaten para politikasının konusu olmayan bu konu hakkında raporda politika önerisinde bulunulması da abes olurdu. Böyle bir dönüşüm para politikasının konusu olmayacaktır. Zira para politikası ülkedeki büyüme ve ona bağlı harcama politikasının finansmanının nasıl yapıldığını belirlemektedir. Yoksa para politikası ekonomideki bir yapı dönüşümünün aracı olarak düşünülemez. Ancak hükümette de bu konuda bütüncül bir sanayi politika dönüşümünden bahsedildiğinden kamuoyunun haberi yok. Çok daha önemlisi uygulanan para politikası ile daha çok inşaat-ticaret ve hizmet ağırlıklı sektörlere kaynak yaratmanın amaç olarak ortaya konulduğu düşünülmektir. Sayın Başkanın ifade ettiği türden TL’nin değer kazanmasına elverecek düzeyde cari fazlaların elde edilmesi Türkiye ekonomisinde bugüne kadar başarılamayan yapısal bir dönüşüm ile mümkün olabilecektir. Kaldı ki, bugün iktidarda olan AKP’nin bu dönüşümü yapabilecek 20 yıla yakın bir süresi vardı zaten. Yirmi yılda bunu gerçekleştiremeyen bir siyasi anlayışı bu boyutta bir dönüşümü sadece birkaç ay içinde yapmayı iddia etmesi çok fala ikna edici değildir. Bankanın en son açıkladığı enflasyon raporu, aslında sonuna gelinmiş olunan bir büyüme politikasının ve ekonomik tercihlerin körü körüne sürdürülme çabası olarak görülmelidir. Öncelikle mevcut koşullarda sonu olmayan bir büyüme modelini terk edip, yeni bir büyüme modelini uygulamaya rıza göstermeyen bir iktidar, bilimsel bir mesnedi olmadan ortaya attığı iktisadi açıklamalara güvenerek, sonu gelmiş de geçmiş olan harcama politikalarına finansman arayışındadır. Bugünkü TCMB’nin uyguladığı para politikası, aslında neredeyse yirmi yıldır sürdürülen bir sermaye birikim modeli üzerinden ekonominin kaynaklarını dar kapsamlı bir gruba yönlendirilme çalışan bir iktidarın, makroiktisadi istikrar üzerinde olumlu sonuç getirmesi mümkün olmayan bir çabasıdır.
Para politikasından ne beklemeli?
İkna edici olmak isteyen bir MB'nin öncelikle kamuoyu nezdinde güvenilir olması ve bilimi esas alması gerekir. Örneğin TCMB’nin 2021 enflasyon beklentisinin çok sık ve yukarı doğru revize edilmesi, beklentilerin kötüleşmesine neden olmaktadır.
TCMB Başkanı Sayın Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu, 2021 yılının dördüncü enflasyon raporunu 28 Ekim 2021 tarihinde kamuoyuna duyurdu. Kamuoyunun rapordan büyük bir beklentisi olmasa da iki husus özellikle dikkat çekti. Bunlardan ilki, bir önceki raporda %14,1 olarak belirlenmiş olan 2021 yılına ait enflasyon beklentisinin çok kısa bir süre içinde %18,4 seviyesine çekilmiş olmasıdır. İkincisi ise hem akademik dünyayı hem de piyasada iş yapan iktisadi yorumcularını şaşırtan, para politikasını cari dengeye hedeflenmesi ve cari dengedeki iyileşmenin enflasyonu düşüreceğine yönelik bir beklentinin kamuoyuna ilan edilmesidir.
Elbette bunlar söylenirken, Bankanın fiyat istikrarı hedefine bağlı kaldığı ve orta vadede hedeflenen enflasyona erişmek için çaba harcayacağı sık sık ifade edildi. Ancak bunun cari denge hedefi ile nasıl bir ilişki içinde olacağının üzerinde yeterince durulmadı. Bir de tüm bunların üzerine, TCMB’nin uygulamaları itibariyle dünyada en çok eleştiriye maruz kalan banka olduğu ifade edilerek, bankanın uygulamalarına kamuoyunun çok daha fazla destek vermesi istendi.
CARİ FAZLA YOLUYLA ENFLASYONU DÜŞÜRME HEDEFİ
Daha önce “yüksek faizlerin enflasyonun sebebi” olduğu yönündeki iddiayı tartışmaya açan ve faizleri bu sebeple düşürmeye başlayan Merkez Bankası, şimdi de “düşük faizler yoluyla değer kaybedecek TL’nin sağlayacağı ihracat artışı ve ithalattaki düşüş ile elde edilecek cari fazlanın enflasyonu düşürücü etki doğuracağını” savunmaya başladı.
İktisat teorisi bakımından uzun teorik tartışmaların konusu olan “para politikasının reel etkisinin olup-olmadığı”, reel etkinin olduğu yönünde apriori bir kabullenme ile Sayın Başkan tarafından sonlandırıldı. TCMB Başkanının istediği destek ise, bu ortodoks olmayan, iktisat camiasının da fazla alışık olmadığı her iki konuda talep edilen bir destektir. Hem de ampirik herhangi bir kanıt olmadan.
Kendisi de bir akademisyen olan Sayın Başkan’ın bu çağrısına akademik dünyanın nasıl tepki vereceğini şu an itibariyle bilebilmek zor. Ama bu son rapor sunumunda gündeme gelen, cari fazla yoluyla enflasyonu düşürme amacının ülkemizdeki merkez bankacılığı uygulamalarına yeni bir boyut kazandırdığı kesin.
KAMUOYU BEKLENTİLERİ
Günümüz dünyasının ekonomi yönetimlerinde temel amaç, para politikası ile reel sektör arasındaki köprüyü oluşturmaktadır. Uzun dönemde olmasa bile en azından kısa dönemde, para politikası ekonomideki beklentileri yöneterek ekonomiye, dahası reel sektöre yön vermeyi amaçlamaktadır. Buradaki “reel sektöre yön vermekten” mevcut üretim kapasitesini çalışır tutmak ve/veya farklı ihtiyaçlar arasında dağılımına yön vermek anlaşılmalıdır.
Merkez Bankaları gerçeklerle uyumlu para politikaları yaparak, ekonominin geleceğine yönelik bir öykü oluşturup, kamuoyunu buna ikna etmeye çalışırlar. Buradaki amaç, mali piyasalarda ve reel sektörde kamuoyunun alacakları kararlarla, ortaya atılan bu hikâyeye uygun yeni pozisyonlar almalarını sağlayabilmektir. Bu kararlar belirsiz bir gelecek ile ilgili olduğundan, Merkez Bankasının para politikasının gerekçesini oluşturan öyküsünün yaratacağı beklentilerin kamuoyu bakımından önemi büyüktür. Zira bu öyküler, yetkili bir makamın geleceğe yönelik öngörüleri olarak düşünülür ve kamuoyu beklentilerinin de bu öngörü doğrultusunda oluşması arzulanır. Bu yüzden Merkez Bankalarının para politikalarına gerekçe olarak gösterecekleri bu öykülerin inandırıcılığı para politikasının başarısı için çok önemlidir. Aksi halde ekonominin yönetiminde kontrol kaçırılabilir. Bu bir bakıma direksiyonunu sağa çevirirken, kullandığınız arabanın sola gitmesi gibi bir duruma benzer.
Kamuoyunun iddia edilen iktisat öyküsüne inanmadığı durumda, beklentilerin TCMB’nin arzuladığı yönde oluşması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla söylemleriyle ikna edici olmak isteyen bir merkez bankasının öncelikle kamuoyu nezdinde güvenilir olması ve söylemlerine bilimi esas alarak inandırıcılığını arttırması beklenir. Zira beklentilerin olumsuz olması ve ekonomi yönetiminin iddia ettiği öyküye kamuoyunun inanmaması, piyasaları daha bugünden Merkez Bankasının arzuladığı yönün dışında bir yönde pozisyon almaya itebilecektir.
Örneğin TCMB’nin 2021 yılı için enflasyon beklentisinin çok sık değişmesi, özellikle sürekli yukarı doğru revize edilmesi, enflasyon konusundaki beklentilerin kötüleşmesine (yani artmasına) neden olmakta ve kamuoyunun TCMB’nin para politikasının bu beklentilerle uyumsuzluğunu daha da önemli hale getirmektedir. Doğal olarak böyle bir revizyonun ardından, politika faizinin TCMB’nin beklenen enflasyon oranı üstünde tutulması, para politikasının ülkedeki ekonomik şartlarla uyumunu gösterecek en önemli kriteri oluşturacaktır. Bugün %16 olan politika faizi ve %18,4 olarak beklenilen 2021 enflasyon oranı bir arada düşünüldüğünde, Merkez Bankasının bugün uyguladığı para politikasının, ortodoks iktisatçıların beklentileri ile çok uyumlu bir durum oluşturmadığı son derecede açıktır.
Bu durumun farkında olan TCMB, kamuoyunun beklentilerini kendince yönlendirebilmek için, yine etkisi kendince malum yeni teoriler üretmekte ve kamuoyunun bu teoriler etrafında fikir birliğine varmasını istenmektedir. Aslında Sayın Prof. Dr. Kavcıoğlu’nun, kamuoyunun kendilerini çok fazla eleştirmemeleri yönündeki isteği, bir bakıma ürettikleri bu teorilere kamuoyunun inanması yönünde dile getirdiği bir taleptir. Zira böyle bir inanç olmadığında, kamuoyunun döviz talebinin önüne geçmek mümkün olmayacağı gibi, TCMB’nin para politikasının kapsamının da daralması kaçınılmaz olacaktır. Para politikasının etki ettiği alan daralmış olacaktır.