Özgür Özel’in vadettiği CHP üyelik reformu ve parti kurultaylarını daha demokratik hâle getirecek tüzük tadilatları son derece önemlidir. Önemlidir çünkü bunlar CHP tarihinin gerçekleşmeyen rüyalarıdır.Özel’in yaklaşımının ve vaadinin tabii sonucu CHP’nin lider ve etrafındaki danışmanlar tarafından idare edilen bir parti değil örgüt ve seçilmiş kurullar tarafından yönetilen bir parti olmasıdır. Doğru olan da budur. Özüne dönecek diyemiyorum, zira CHP’nin çoksesli ve demokratik yapısı daha 1970’lerin sonunda Bülent Ecevit tarafından kısıtlanmaya başlamıştı, 1992’de partinin yeniden açılmasından itibaren de demokratik usuller yeterince göz önünde bulundurularak bir kurumsal yapı kurulmadı. Deniz Baykal’ın kişiselleşmiş liderliği mevcut parti yapısını daha da yozlaştırdı, ne 1999-2000 döneminde Altan Öymen-Tarhan Erdem ikilisinin gayretleri, ne de 2010’dan itibaren Mehter Marşı gibi iki ileri, bir geri gerçekleşen “parti içi demokratikleşme” hamleleri bu yaraya merhem olmadı. Özgür Özel’in adaylık açıklaması CHP için bir yenilenme ümidini kuvveden fiile taşıyor. Bu yaklaşımı ve değişimci ethosu şüphesiz sadece Özel’den ibaret göremeyiz. Başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere CHP’deki değişim özlemini gerçekleştirecek büyük bir düşünce ve hareket birliği mekanizması, CHP’nin örgütünü ve seçkin kadrolarını da içererek geçtiğimiz seçimlerin hemen sonrasındaki tartışma sürecinde teşekkül etmeye başlamıştır. Bu süreç kolay olmayacaktır, gerilimli, tartışmalı seçimlerin yaşanması, kavgalar, kırgınlıklar olması mukadderdir. Fakat Ankara’da, Kurultay sandığının başına geçildiğinde, CHP delegasyonunun -tıpkı 1972’dekine benzeyen- bir tarihsel yol ayrımında durduğunun idrakiyle bu misyonun ağırlığıyla oy kullanacağı beklentisi CHP’nin bir buçuk milyona yaklaşan üye kitlesinin ortak hissiyatıdır.
Özgür Özel ve CHP’de değişim ümidi
Özel’in yaklaşımının ve vaadinin tabii sonucu CHP’nin lider ve etrafındaki danışmanlar tarafından idare edilen bir parti değil örgüt ve seçilmiş kurullar tarafından yönetilen bir parti olmasıdır. Doğru olan da budur.
Geçtiğimiz cuma günü (15 Eylül) Özgür Özel CHP genel başkanlığına adaylığını açıkladı. Partinin değişimci kanadının başkan adayı olacağı birkaç hafta önceden belliydi ve Özel de bu beklentiyi boşa çıkarmadı. Şimdi önümüzde uzun bir sinir harbine benzeyecek bir Kurultay süreci var ve il kongrelerinin bu hafta sonu başladığı düşünülürse, çok büyük ihtimalle kasım ayının ilk yarısında sonuçlanacak.
2010’dan beri CHP genel başkanlığını yapan Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliği parti için zikzaklı bir süreç olarak tecrübe edildi. Mayıs 2010’da CHP genel başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi serüvenini 2010 Referandumu’ndan itibaren düşünelim. Gezi’den Adalet Yürüyüşü’ne kadar, kendisinin bizzat içinde olduğu yahut olmadığı toplumsal muhalefet eylemlerini de anımsayalım. Bakış açımıza göre bütün bu tarihsel olaylar yığını içinde Kılıçdaroğlu’nun hanesine yazılacak artılar da eksiler de bulabiliriz. Deniz Baykal’ın son başkanlık dönemine (2000-2010) kıyasla, Kılıçdaroğlu’nun her halükârda daha olumlu bir siyasal miras ortaya koyduğunu kimse inkâr edemez.
Fakat öte yandan AKP toplumdaki ve devletteki gücünü, sanılanın aksine geniş halk desteğine sahip olduğu ve -güya- daha özgürlükçü bir siyaset takip ettiği 2000’lerde değil 2010’larda berkitmiştir. Bir ana muhalefet partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi ve bu partinin genel başkanı olarak Kemal Kılıçdaroğlu bu süreci engelleyememiştir. İyi mücadele etmiştir, kötü mücadele etmiştir o ayrı mesele. Günün sonunda başarının kriterleri bellidir ve bu kriterler yerine getirilememiştir. 2023 seçimleri ise bu tarihsel döngünün -normal şartlar altında- son halkası olabilecek bir olaydır.
Koşulların ilk defa bu kadar muhalefetin lehine olduğu, ekonomik kriz ve toplumdaki alarm hissinin zirveye çıktığı, AKP hükümetinin toplumu ikna kabiliyetinin bir hayli gerilediği bir dönemde, adaylık konusunda ısrar ve inat edilerek Kılıçdaroğlu aday olmuş, tüm muhalefetin de -en azından resmi olarak- desteğini arkasına almıştır. Fakat seçim her şeye rağmen kazanılamamıştır, bu durumun bir siyasi sorumluluğu vardır ve CHP genel başkanına aittir.
Özgür Özel’in çıkışında birkaç nokta çok önemliydi: Bunlardan ilki CHP’nin bir sol parti olduğu gerçeğinin vurgulanmasıydı. Altılı Masa tartışmalarından bağımsız olarak CHP uzun bir süre sağa açılmaya çalıştı. Bu açılım çalışmalarının kökü Deniz Baykal dönemine kadar gider. Bunun yanlış bir tarafı da yoktur, belki eksik tarafları olduğu söylenebilir, yanlış taktikler uygulandığı da bu değerlendirmeye eklenebilir.
Fakat Kemal Kılıçdaroğlu’nun kalkıp da “Sağ ve sol kavramlarına karşıyım. 21. yüzyılın sorunlarını 18. yüzyıl kavramlarıyla mı çözeceğiz” demesi partinin politik pozisyonunu, siyasi çizgisini belirsizleştiren, hatta yok sayan bir söylem olup, strateji ve taktik tartışmalarına indirgenemeyecek kadar yanlış bir siyasi yaklaşımdır.
Keza CHP genel başkan adayı Özel’in bir başka önemli vurgusu da Zafer Partisi’yle yapılan gizli protokolün eleştirisiydi: “Partiler arası imzalanan protokollere dair seçilmiş kurulları bilgilendirmelerin dahi yapılmadığı süreçler işletilmiştir. Bu ölçüde yetki kullanıp, sorumluluk üstlenmeyen bir yönetim tarzı kabul edilemez.” Bu eleştiri de haklıdır. Zafer Partisi’yle iki tur arasında gerçekleştirilen gizli protokol CHP tarihinde eşi benzeri bulunmayan bir skandaldır. Bu çok gizli görüşmeler sırasında CHP genel başkanının yanında parti yöneticilerinin değil, partide herhangi bir görevi, seçilmiş pozisyonu bulunmayan insanların bulunması daha da büyük bir skandaldır.
Son olarak Özgür Özel’in vadettiği CHP üyelik reformu ve parti kurultaylarını daha demokratik hâle getirecek tüzük tadilatları son derece önemlidir. Önemlidir çünkü bunlar CHP tarihinin gerçekleşmeyen rüyalarıdır. Altan Öymen’lerin, Tarhan Erdem’lerin, Ercan Karakaş’ların söylemekten, yazmaktan yorulmadıkları, CHP’yi gerçekten çağdaş sosyal demokratik bir parti hüviyetine kavuşturacak hususlardır.