Özgür Çoban yazdı | Maassen: Neofaşizmin yeni politik zaferi
“Sosyal medyada yayınlanan videolarda yer alan insan avı görüntülerinin gerçek olup olmadığının bilinmediğini, bu tür videolarla bir Alman’ın öldürülmesi olayında dikkatlerin cinayetin dışına kaydırılmaya çalışıldığını” ileri sürdü. Bunu söyledi söylemesine de iddiasının arkasında duramadı. Çünkü Chemnitz’de neonazilerin güpegündüz insan avı yaptığına dair görüntülerin yer aldığı videolar aktüeldi. Yani olay anında çekilmişti.
Bunun üzerine başta koalisyon ortağı sosyal demokratlar (SPD) olmak üzere tüm sol partiler ortalığı ayağa kaldırdı, Maassen’in istifasını istediler. İçişleri Bakanı CSU’lu Seehofer, bir açıklama yaparak, “ne olursa olsun Maassen’e sahip çıkacağını” söyledi.
“Refah devleti” ideali aşınıyor
İşte Maassen olayına katman kazandıran olaylar böyle sıralandı ardı ardına. Tartışmaların büyümesi üzerine Maassen, görevinden alındı. Ne oldu? Muhalefetin beklentilerinin aksine adam terfi ettirildi. Daire Başkanlığı seviyesindeki görevinden azledilen Maassen, bu kez federal polis, siber suçlar ve bilgi güvenliği ile kamu güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı koltuğuna oturdu. Üzerine bir de maaşı arttı.
Esasında Maassen’in terfi olayını Almanya’da aşırı sağın yeni bir politik zaferi olarak yorumlayabiliriz. Zira İçişleri Bakanı’nın aşırı sağ söylemlere yönelik kucaklayıcı tavrı herkes tarafından biliniyor. Avrupa’da büyük bir özen ve emekle örgütlenen “refah devleti” ideali neofaşizm eliyle yok ediliyor. Bu ideali geleceğe taşıyacak fikirler, projeler üretilemiyor. Refah devleti ideali, çağı terk edip geriye dönmek isteyenlerle geleceğe dair hiçbir fikri olmayanların arasında eriyip gidiyor. Refah ve huzur devleti ideali bizzat yerli Avrupalılar tarafından dinamitleniyor. Kimse “göçmenler geldi böyle oldu” demesin. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya bizzat faşist/milliyetçi Almanlar tarafından bertaraf edilmedi mi?
Bana göre, Maassen’in bu terfisinin 3 sacayağı var. Birincisi SPD’nin uzunca bir süredir mutsuz ettiği seçmenine bir gövde gösterisi yapması gerekiyordu güya Maassen görevden el çektirilince bu başarılmış oldu. İkincisi, “ne olursa olsun ona sahip çıkacağını” söyleyen İçişleri Bakanı Seehofer’ın onuru kurtarıldı. Üçüncüsü ve en önemlisi bu bence, yeni bir hükümet krizi yaşanmasının önüne geçilmiş oldu. Kısacası, alan razı, veren razı durumu.
Neofaşist parti AfD açısından bakıldığında, “cumhuriyete sadakatle hizmet etmiş bir bürokratın terfi ettirilmesi” mutluluk verici. Sol muhalefet ise “AfD’yi kucaklayan ve görevine sadakat eksikliği bulunan” Maassen’in ödüllendirildiğini savunuyor. Sol Parti (Die Linke) yetkilileri, Maassen olayının koalisyonun bir tiyatro gösterisinden ibaret olduğunu belirtirken, Yeşiller ise İçişleri Bakanı Seehofer’ın istifasını istiyor. Almanya’da ortalık epeyce karışık anlayacağınız. Yukarıda “Avrupa’da siyaset aşırı sağ tarafından yeniden şekillendiriliyor” demiştik ya tüm bu yaşananları söz konusu karanlık dönüşümün sancıları olarak değerlendiriyorum.
Kanaatimce Avrupa’nın önünde neofaşizme ilişkin cevap bekleyen çok sayıda soru var. Zira göçmenlere aşırı tolerans gösterildiğini savunanlar hızla neofaşist parti saflarına katılıyor. Ancak demokrasiler kendisine düşman siyasi hareketlere ne derece tahammül gösterebilirler? Örneğin bu ırkçı nefret daha ne kadar hoş görülebilir? Avrupa, ırkçılığı, yabancı düşmanlığını köklü demokratik ilkeleri hiçe sayarak sindirebilir mi? Neofaşist partiler iktidara geldiklerinde hareket alanları sınırlandırılmalı mı ya da seçimlerle iktidara gelmiş bir hükümeti sınırlandırmak meşru mudur? Bizce önemli sorulardan bazıları…
Neticede, demokrasi durağan değildir. Devamlılık ve dinamizm içeren bir siyasi kavramdır. Bir süreç içerisinde varlığını devam ettirir. Bu süreçte organik ve dinamik yapısı nedeniyle aksamalar, tıkanmalar yaşadığı dönemler de olabilir. İşte bugünlerde Avrupa’da demokrasi açısından yaşanan resesyonu lehine çevirmeye çalışan neofaşizm, tüm silahlarıyla saldırıyor ve bunu ırksal ve kültürel farklılıkları ya da ayrıcalıkları görmezden gelerek hatta onları kullanarak, uluslararası eşitlik ilkesini çiğneyerek yapıyor. Maalesef neofaşizmin bu antisistemik tavırları takdir topluyor.
Yazımıza 1930’lu ve 40’lı yıllarda Nazi dehşetini yaşamış Gazeteci-Yazar Sebastian Haffner’ın, “Bütün bu tarihi olaylar tabii ki izlerini bıraktılar, bende ve bende olduğu kadar memleketimin neredeyse bütün insanlarında da. Ve eğer bu izleri anlamazsanız, bundan sonra neler olabildiğini de anlamanız mümkün olamaz” uyarısıyla son verelim. Zira bugünlerde Avrupalıların tarihi olayların izini sürmeyi bıraktıklarını görüyoruz.