Özgür Çoban yazdı | İnsan hakları daha fazla enfekte olmadan…
“BEYAZ SARAY’DAKİ GANGSTER ÇETESİ”
Buna ek olarak, koronavirüs salgınına ilişkin en büyük talihsizlik, dünyanın birçok ülkesinde hepsi birer neoliberalizm enstrümanı olan neofaşist cahillerin iş başında olması. Burada soru şu olmalı, “Virüs krizi, kârın insandan önce gelmediği bir sosyal ve siyasi düzen hayâlinin kurulduğu toplum örgütlenmesini başlatılabilir mi?” ABD’li Filozof Noam Chomsky’nin ifadesiyle “Alışılmadık bir gangster çetesi tarafından yönetilen Beyaz Saray” ve bu çetenin küresel uzantıları işlevsiz hale getirilmeden yanıt elbette “hayır” olacaktır.
Chomsky ayrıca, salgının “gerçek bir enternasyonalizm kurma ihtiyacını öne çıkardığını” da savunuyor. İnsanlığın, yeniden “insanlığını” kazanması için başka bir yol var mı? Oturup, beyinleri nefretten betonlaşmış despotların, bizim için yaşam perspektifi belirlemelerine izin mi vereceğiz? Onların sevk edeceği istikametin nereye çıktığı 2. Dünya Savaşı sırasında test edildi.
İSTİSNAİ ÖNLEMLER…
İtalyan Filozof Giorgio Agamben, koronavirüs salgınının hemen başında kaleme aldığı bir yazıda, virüs önlemlerine ilişkin olarak, “Burada gözler önüne serilen şey, istisna halini normal bir yönetim paradigması olarak kullanma eğiliminin artmasıdır. Terörizmin istisnai önlemler almaya bahane olarak kullanılma ihtimali tüketildiğinde, bir salgın icat etmenin, her türlü kısıtlamanın ötesinde böylesi önlemleri genişletmeye ideal bir bahane olduğu pekâlâ söylenebilir” görüşünü savundu. Ben doğrusu Agamben’in o zamanlar henüz dişini göstermeyen salgını biraz hafife aldığını düşünüyorum. Agamben’in, konuya ilişkin yazdığı diğer iki makalede, etkisi giderek artan salgını daha ciddiye almakla birlikte, önlemlere ilişkin görüşlerinin hâlâ arkasında durduğu görülüyor.
Agamben’in bu savunusuna en güçlü itiraz Slavoj Zizek’ten geldi, Zizek, Agamben’in makalesine yanıt olarak kaleme aldığı yazıda, şu görüşlere yer verdi:
“Agamben, sürmekte olan salgınlarda devlet kontrolünün fiili işlevinin bir veçhesini betimliyor. Fakat hâlâ izaha muhtaç sorular var. Neden devlet iktidarı, beraberinde devlete karşı güvensizliği getiren (çaresiz kaldılar, yeterli değiller), ayrıca sermayenin tıkır tıkır işleyen yeniden üretimini bozan böyle bir paniği desteklemek istesin ki? Gerçekten kendi sultasını canlandırmak için küresel bir ekonomik krizi tetiklemek sermaye ve devletin çıkarına mı?”
Bu iki savunu arasında nerede durmak gerekiyor? Benim Agamben ve Zizek’in de düşünce tarzlarında kendime yakın bulduğum noktalar var. Agamben’in endişelerine katılmakla birlikte Zizek’in, devlet ve sermayeye ilişkin tespitlerine de yakın duruyorum. Ancak içimde, derinlerde bir yerde sürekli aynı soru hep sesleniyor, “Ya elimizde olanı da kaybedersek. Kaybeder miyiz?”
ACZİYET Mİ İNİSİYATİF Mİ?
Rus yazar Grigoriy Petrov’un, modern Finlandiya’nın, bataklıklar ve kayalıklarla çevrili, tarıma uygun olmayan o verimsiz topraklarda nasıl ayağa kalktığını anlattığı, “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı o ölümsüz eserinde, Finlere ilişkin şu tespiti çok önemli, “Buralarda halkın en alt tabakası bile kış uykusuna yatmıyor. İnsanlar acizliklerine boyun eğmiyorlar. Başkalarına güvenmiyorlar, ne olacaksa olsun demiyorlar.” Öyleyse uyanmak, şöyle bir kafayı kaldırıp etrafa bakınmak lazım. Artık çok sayıda insanın koro halinde dile getirdiği, “eski sistem öldü” ifadesinde yer alan o “eski sistemi” sorgulamak lazım. Bunu yapmak retorik düzeyinde de olsa daha kötüsünden kurtulmak ve belki de iyiye ulaşmak için yeni bir başlangıç fırsatı sunabilir.
Bunun yanı sıra “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” cümlesi bir çaresizliğe ve kontrol dışı gerçekleşmesi olası gelişmelere karşı şimdiden boyun eğmenin acziyetine de işaret ediyor. Görünen o ki virüs krizini ganimet bilen tüm despotlar, ilk iş olarak insan haklarına saldırıyor, temel insan haklarını enfekte etmeye uğraşıyorlar. Macaristan ve Polonya örnekleri ortada. Salgının tam orta yerinde Polonya’da kadınların kürtaj hakları ellerinden alınmaya çalışılıyor, özgür ve demokratik eğitim sistemine saldırılıyor, Macaristan’ın neofaşisti Viktor Orban ise diktatörcülük oynama hevesiyle Avrupa’nın orta yerinde parlamentoyu yok ediyor, demokrasiyi katlediyor vs. Örnekler uzar gider.
Bu bağlamda, Alman Filozof Theodor Adorno’nun, “Egemenlik mekanizması, yol açtığı acıların görülmesini de önler” sözü oldukça önemli. Yıllardır yaşadığımız bu değil mi? Esir aldıkları medya organlarını, kapılarına bağladıkları sözde gazeteciler aracılığıyla kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiren despotlar, insanların beyinlerini bloke etmede de kayda değer bir başarı elde etti.
Dostlar, belki de korkmakta haklısınız ya da korkmakta haklıyız ama uygarlığı özgürlük üzerinde yükseltmek adına doğa tarafından sunulan bu salgın belası –tüm kötü sonuçlarına rağmen- lehte kullanılabilir. Agamben’in de vurguladığı gibi “Sürekli olağanüstü halde yaşayan toplum özgür değildir”
Yazımızı, Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen’den bir alıntı ile bağlayalım. Prof. Dr. Göçmen, pandemiye ilişkin bir yazısında, “İnsanın gerçek anlamda insan gibi düşünebilmesinin, yani ‘düşünüyorum, öyleyse varım’ diyebilmesinin önkoşulu insanlığın tarihsel bir yeniden doğuşudur. Mevcut pandemi bize insanlığın bunun için gerekli maddi, duygusal ve düşünsel birikime sahip olduğunu göstermiştir…” diyor. Daha başka ne söylenebilir ki?