Özgür Çoban yazdı | George Floyd protestoları: İnsanlığın bir bütün olarak politizasyonu
KÜRESEL HAREKETLENME
Bu bağlamda, devletlerin depolitizasyon süreçlerini hızla çalıştırmaya devam etmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan apolitik kesimlerin dahi hareketlenmesine ön ayak olabilecek küresel protestoların iyi anlaşılması ve anlatılması gerekiyor. Sonuç olarak modern zamanlarda eylemler hızla küreselleşiyor ve insanlık bir bütün olarak politize olabiliyor. Ne harika bir şey.
İnsanlığın tek vücut olarak bir arada kalmasını sağlayabilmek için siyasal projelerin inşasında önceliği sermayeye ve piyasaya veren anlayışın bertaraf edilmesi gerekiyor. Bunun yolu inisiyatif almaktan geçiyor. Floyd protestosu tarzı halk hareketlenmelerinin gelecek süreçte daha da artacağını göreceğiz. Bu nedenle, demokrasi formülasyonuna ilişkin daha radikal taleplerle alanlarda olmak gerekiyor.
Uluslararası bir halklar ittifakı yaratılması ve yeni sosyalizasyon araçları üzerinden yoksulların, “kendi kazandıklarıyla yaşayabilen bir sınıf”a dönüşebilmesi ütopya değil. İşte tam da bu nedenle siyasal dönüşümlerin dili hakları değil yükümlülükleri ön plana çıkarmalı. Yükümlülükleri yerine getirmeden bir özgürlük alanı açamazsınız ve şu anda en önemli yükümlülüğümüz demokrasiyi sıkışıp kaldığı “siyasal sistem” söyleminden kurtarıp, hayat tarzına dönüştürebilmek.
OTORİTER Mİ TOTALİTER Mİ
Siyaset Bilimci Mark Neocleous, “Olağanüstü yöntemlerin tarihi bize bir şey söylüyorsa bu, devlet şiddetine verilecek en etkisiz yanıtın hukukun egemenliğinde ısrar etmek olduğudur” diyor. Otokratların yönettiği ülkelerde siyasallaşmış hukuk seni kurtaramaz demeye getiriyor Neocleous mealen. “Olur mu canım hukuk hukuktur, herkese lazımdır” falan diye klişe parçalayacak olan varsa hiç yeltenmesin. Bu klişe inandırıcılığını yitireli epey zaman oldu.
Bununla birlikte kapitalist modelin yüzü mütemadiyen otoriter bir devlet yönetme biçimine dönüktür. Bana göre, sınıf mücadeleleri ve spontane gelişen dünya konjonktürü nedeniyle kapitalist modele içkin “şiddet” olgusu bugüne kadar sınırlı alanlarda faaliyet gösterebildi. Bu nedenle, bu sınırlı alanı daha da daraltmak için otoriter yönetimlerle mücadele günümüzde her zamankinden daha değerli. Çünkü otoriter anlayışın olduğu yerde kalmasını beklemek en hafif tabirle saflık olur. Kimyası itibarıyla otoriter olanın totaliter olmaya çalışması bir zorunluluktur.
Avrupa’nın en aksiyoner ve cinayete eğilimli neofaşistlerinin yaşadığı Almanya’da da yoğun bir şekilde devam eden Floyd protestoları yukarıda izah etmeye çalıştığım nedenlerden ötürü oldukça kıymetli. Bu bağlamda, Fransız Sosyalist Yazar Daniel Guerin’in, “Faşizmin sırf savunmada kalan ve bizzat kapitalizmin yıkılmasını amaçlamayan bir mücadeleyle alt edilmesi aldatıcı ve temelsiz bir şeydir” cümlesini meseleyi özetlemesi açısından oldukça anlamlı buluyorum.
Dünyada şu anda siyasi mücadeleyi belirleyen en temel öge, kapitalizme ve neden olduğu ekonomik bunalıma başkaldıran emekçi sınıflara hangi ideolojinin hegemonya kuracağı savaşıdır. Faşizm mi sosyalizm mi? Sermaye er ya da geç 2. Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi faşizm ile uzlaşacaktır. Sermayenin gerçek kâbusu ise bu uzlaşmayı kabul etmeyecek, ona karşı direnç gösterecek bir emekçi sınıfı hareketidir.
Sonuç olarak, faşistlerin, dünya ölçeğinde artan eşitsizliğin, din ve kimlik siyasetiyle gölgelemesine izin verilmemeli. Bu perspektifte toplumu en alt katmanına kadar örgütlemeyi başaran ve emekçi sınıfını merkeze alan bir programla ortaya çıkan sol elbette başarılı olacaktır. Bu nedenle sol için retorik yapma günleri sona erdi şimdi hareket geçme, üzerindeki ölü toprağını silkeleme zamanı. Küresel faşizmin dayattığı din ve kimlik siyasetinin, insanı köleleştirmesinin engellenebilmesi için başka bir yol göremiyorum. Ne de olsa değişmez siyasi angajmandır, “Rejimin gücü, muhalefetin kendini göstermemesinde yatar”.