Özgür Çoban yazdı | Faşizmin eğreti çekiciliği ve Matteo’nun ırkçı dünyası
“No Pasaran-Geçit Yok” İspanya iç savaşında devrimcilerin faşist Franco güçlerine karşı kullandıkları bu efsane slogan yeniden anlam kazanıyor. Zira bugünlerde Avrupa’nın neredeyse her santimetrekaresinden faşist fışkırıyor. Avrupalılar, özgürlüğün kendilerine ağır geldiği sonucuna varmış olacaklar ki kendilerini güdecek siyasi mahfilleri birbiri ardına ülkelerde iktidara taşıyorlar.
Anti-entelektüel, medeni ya da insani bakış açısı sınırlı olan faşist ideolojinin, “siz düşünmeyin, biz düşünürüz” minvalinde yürüttüğü “kafa konforu ve beyin tasarrufu” sağlayan sosyal içerikli çalışmaları Avrupalılara giderek daha fazla çekici geliyor. Seküler bir eğitim anlayışı ve entelektüel bir devlet yapısı içerisinde doğup büyüyen Avrupalılar, yeniden “klan” düzenine dönmek için yanıp tutuşuyor adeta. Klan-kabile anlayışının insanoğlunun genetik mirasının en vahşi ve en tehlikeli tarafı olduğunu düşünüyorum. 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler ya da Mussolini tarafından milyonlarca masum neden katledildi? Bu soruyu, genel hatlarıyla “faşizmin oluşturmaya çalıştığı etnik anlamda homojen olması istenen klanlara uyumsuz oldukları için” şeklinde yanıtlayabiliriz.
Sosyal haklar ve ekonomi alanlarında kuvvetli bir türbülansın içinde bulunan bazı AB ülkelerinde, krizlerin ancak güçlü ve kararlı liderlerin rehberliğinde aşılabileceğine inananların sayısı her geçen gün artıyor. Bu bağlamda siyasetin giderek kişiler zemininde şekillendiği, yönetim şemalarının demokrasiden otokrasiye oradan da oligarşiye doğru değiştirilmeye çalışıldığı zamanlardan geçiyoruz. Demokrasi, neoliberal elbiselerle podyumda boy gösteren, gücü ve serveti elinde tutan oligarşik bir piyasa devleti hayaliyle yatıp kalkan otokratların elinde eriyor. Bu tarz liderler zemininde kendisine yol açmaya çalışan faşizm ise öz itibarıyla insanların hayatı kendileri için daha kolay ve güvenli hale getirme arayışlarını kullanarak merkez siyasette gedik açıyor. Buradan yola çıkan faşist politikacılar, korkuları ve kaygıları köpürterek sahayı genişletiyor. Aksi halde 80 milyonluk Almanya’da 800 bin Suriyeli mülteci için kitlesel faşist gösteriler düzenlenmesine mantıklı bir açıklama getiremeyiz. Merkez siyasete sirayet etmenin mutluluğunu yaşayan faşistlerden bir sonraki aşamada, “göçmenler sosyal haklardan faydalandırılmasın” cümlesini işitmeye başlıyorsunuz. Yani “refah şovenizmi” bayrağını dikiyorlar bu kez burçlara. Avrupa’nın göstere göstere gelen faşizm eliyle kendisini, medeniyetini ve demokrasisini imha etme çabalarını izliyoruz bugünlerde.
Matteo’nun faşist İtalya hayali
Faşizm virüsünün bünyelerde hızla yayıldığı ülkelerden biri de İtalya. Faşist Mussolini’den 73 yıl sonra İtalyan politik arenasında boy gösteren İçişleri Bakanı neofaşist Matteo Salvini adından sıkça söz ettiriyor. Bu Salvini, bana göre Avrupa’daki neofaşistlerin en azılısı, hiçbir insani duygusu yok ve entelektüel derinliği faşist, popülist propaganda yaptığı sosyal medya çalışmalarıyla sınırlı.
Ülkede neofaşistlerin lideri konumunda bulunan Salvini tarafından örgütlenen ırkçılık giderek daha fazla fiziksel şiddet eşliğinde kendisini gösteriyor. Özellikle Afrika kökenli vatandaşlara ya da göçmenlere yönelik ırkçı saldırıların dozunda yaşanan artış endişe verici boyutlara ulaştı.
Ağustos ayında 2 haftaya yakın bulunduğumuz İtalya’da konuştuğumuz insanlar, “Faşizme meyleden İtalyanların, 2. Dünya Savaşı öncesinde yaşadıkları faşist dönemin ardından enkaz haline gelen ülkeyi ve yerle bir olan itibarlarının yarattığı yıkıntıyı bugünlerde görmezden geldiklerini ya da unuttuklarını” söylüyorlar. Büyükler boşuna, “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” dememişler. Doğrudur, böyledir. Bizde de böyle olmuyor mu? Koskoca bir ulusun Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkezi ile emperyalistlere karşı verdiği özgürlük mücadelesi unutturulmaya, önemsizleştirilmeye çalışılmıyor mu?
İtalya, son dönemde sokaklarında siyahi insanların arabalarına yumurtaların atıldığı yine sokak ortasında göçmenlere silahlı saldırıların düzenlendiği bir ülke haline geldi. Asıl sorun, İtalyanların faşist geçmişlerinin kanla yazılan sayfalarından utanmaları bir yana gurur duymaya başlamaları sanırım.
Bazı İtalyanların boğazlarına kadar ırkçılığa gömülmelerinde başrol tabii olarak göçmenler üzerinden kaygı ve nefreti körükleyen neofaşist partilerin. Geçenlerde İtalya mahkemelerinin göçmenlere "defolun gidin" demeyi suç sayan kararının ardından, neofaşist İçişleri Bakanı Salvini’nin, Afrikalı göçmenlerin bulunduğu bir fotoğrafın üzerine üç kez "defolun gidin, defolun gidin, defolun gidin" yazarak sosyal medya hesaplarından paylaşması konunun vahametini resmetmesi açısından önemliydi kanımca.
Öte yandan, İtalya Hükümeti’nin yürüttüğü ırkçı politikalar ülkede ahlaki yıkıma da neden oluyor. Salvini’nin faşist salvoları, ırkçı İtalyanlar ile göçmenler arasındaki fiziki nezaketi belirleyen duvarları bir bir yıkıyor. Bunun yan sıra faşistler her açıklamalarında, ekonomideki kötüye gidişin faturasını göçmenlere kesiyor. Bu da ayrı bir gerginlik alanı olarak günden güne gelişiyor, serpiliyor.
İtalya faşist çöplüğüne dönüşürken…
İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce başlayan faşist hareketlerden bugüne kadar Avrupa böylesine kaygı verici bir ırkçı tırmanışa tanık olmamıştı. Sorun, ülkelerde faşizmin bizzat hükümetler tarafından üretiliyor ve destekleniyor olması. Faşist Salvini’nin, açık denizde ölmekten son anda kurtarılan 108 Afrikalının ülke topraklarına ayak basmadan Libya’ya gönderilmelerini memnuniyetle karşıladığını açıklaması kamuoyunda infiale neden olmuştu.
Avrupa’nın, birlik üyesi bir ülkenin, medeniyetin içini boşaltan, şiddet içeren bu tutumu karşısında suskun kalması da oldukça düşündürücü. Faşist Salvini’nin AB içerisinde göçmenlerle ilgili sorunların insanlık ve dayanışma ekseninde çözüme kavuşturulması önündeki en büyük engellerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İddia ediyorum ki İtalya, Macaristan ve Polonya gibi ülkeler şu halleriyle değil AB’ye üye olmak aday ülke statüsü bile kazanamazdı.
İtalya gazetelerinde yer alan çok sayıda makalede, ülkenin faşist çöplüğüne dönüşmesinden Salvini sorumlu tutuluyor. Corriere Della Serra’nin köşe yazarlarından Antonio Polito, konuya ilişkin kaleme aldığı yazısında, "Kötü insanlık, ‘düşmanca bir işgalin’ yaşandığına ve bu nedenle kendini savunmanın ahlaki bir zorunluluk olduğuna inanmaktır" diyor. İşte Salvini gibi beyni pas tutmuş faşist politikacılar bunu yapıyorlar. Ülkelerinde yasayan 300-500 bin mülteciyi mevzu bahis yaparak, düşmanlaştırarak faşizmi körüklüyorlar. İtalyanların dedeleri, kan, barut ve insan kemikleri üzerinde yükselen bir ideolojiye tapınmanın bedelini ağır ödediler. Yeni faşist tosuncukların bundan hiç ders çıkarmadıklarını görüyoruz.
Medeni ve demokrasinin beşiği olmakla övünen Avrupalıların, mayasının en önemli girdisi "nefret" olan bir ideolojiye bu derece iman etmelerini anlayamıyorum. Yoksa bazı politikacıların iddia ettiği gibi ırkçılık ve faşizm hayranlığı genlerden mi geliyor? Bilemiyorum. Ancak, Salvini denilen bu neofaşistin politikalarına destek veren bir hayli İtalyan olduğunu düşünmek her hâlükârda tüylerimin diken diken olmasına yetiyor.
Ezcümle merkez solun uzun süredir devam eden koma hali, “muhafazakâr devrim” diye pazarlanan merkez sağ politikaların çökmesi ve üzerine gelen göç dalgasıyla birlikte AB ülkeleri kendilerini aşırı sağın kucağında buldu. Mevzu nereye bağlanır bugünden yarına tahmin etmek güç. Görünen o ki neofaşist politikalar karşında günden güne eriyen merkez siyasetin, Avrupa medeniyetinin üzerinde yükseldiği ancak ağır yaralı demokrasi kültürü ve kurumlarından başka sığınacak limanı kalmadı.