Özgür Çoban yazdı | Chemnitz: Çokkültürlü toplum projesinin iflası
“liberal demokrasi” aşınıyor.
Chemnitz’deki bu mesele esasında oldukça enteresan. Bazı kaynaklarda, öldürülen Alman’ın Küba kökenli bir antifaşist olduğu bilgisi yer alıyor. Hatta bu kişinin zaman zaman neofaşistlerin sözlü ya da fiziki saldırılarına maruz kaldığını ifade edenler bile var. Buradan yola çıkarak neofaşistlerin, sokaklarda göçmen avı başlatmak için bu cinayeti fırsata çevirdiklerini söylemek yanlış olmaz. Faşist şiddet eylemlerinin bu kentte Almanya ortalamasının epey üzerinde olduğunu da buraya not edelim.
Burada konuşulması gereken esas mesele şudur; ülkede oy kaygısıyla faşist PEGIDA’yı görmezden gelen siyasiler, Chemnitz olaylarına nasıl tepki verecekler? Şu ana kadar yapılan açıklamaların olayın vahametini göğüsleyecek çapta olmadığını söyleyebiliriz. Bununla beraber neofaşist parti AfD’nin Genel Başkanı Alexander Gauland’ın, “Şayet böyle bir cinayet işlenmişse insanların çileden çıkması normaldir” cümlesinin üzerinde durulması gerekiyor. Gauland, bu sözleriyle nazi artığı tosuncukların, orman kanunları eşliğinde yürüttükleri kendi adalet arayışlarını meşrulaştırmakla kalmamış, hukuka ve demokrasiye sıkı bir şekilde bağlı Alman devlet sistemini de yok saymıştır.
Hepimiz biliyoruz ki 1945’ten sonra ırkçılık, antisemitizm ya da farklı olandan nefret bu ülkede hiç sıfırlanmadı. Şimdi Hitler faşizmi aşığı neslin torunları olan bu “üçüncü kuşak” meydanlarda ve manzara-i umumiye günümüz itibarıyla bir hayli değişik. Artık Alman parlamentosunda nazi sevdalısı, bu kuşağın eylemlerini açıktan destekleyen bir parti de yer alıyor. Şimdiye kadar ülkedeki neonazi örgütlerle arasına mesafe koyduğunu iddia eden AfD’nin makyajı Chemnitz olaylarıyla birlikte aktı. Olayların hızına ve heyecanına kendini kaptırarak, “faşist bir devrim yaşanıyor” sanrısına esir düşen partili milletvekillerinin nazizm adına ortaya koydukları performans görülmeye değerdi doğrusu.
Bu olayın neonaziler açısından iki boyutu bulunuyor. Birincisi, şimdiye kadar Alman yetkililerin, “aşırı sağ” ifadesiyle kodlayarak yumuşatmaya çalıştığı neonazilerin kan ve şiddete duydukları arzunun diri ve epeyce canlı olduğu görüldü. İkincisi, gizli gündemleri neofaşizmi iktidara taşımak olanlar, bu erken ve spontane kalkışmayla far ışında kalmış tavşan gibi açığa çıktılar. Bundan sonra hiçbir yetkili, neonazileri “vatanını seven milliyetçiler” diye yutturamaz sağduyulu Almanlara.
Bu aşamayla birlikte tüm simgelerini hatta Hitler selamlarını bile meşrulaştırmış bir ırkçılıktan bahsediyoruz. Böyle olunca da etrafa zehirlerini saçmaktan hiçbir şekilde kaçınmıyorlar. Zira son zamanlarda, üzerlerinde eskiden tabu olan nazi sembolleri basılı tişörtlerle gezen Almanların sayısında bir hayli artış gözleniyor.
Zengin faşizmi
Almanya, üçüncü Reich’ın artıklarını temizlemek ve yarattığı mağduriyeti gidermek için yıllardır oraya buraya tazminat ödüyor. Bunca çekilen sıkıntıya rağmen ülkenin Nazizm’den bir türlü arındırılamadığını görüyoruz. Nazizm bugün kendini dönüştürerek siyasette boy gösteriyor. Sahnede artık kravatlı, takım elbiseli ve modern görünümlü yeni nesil nazileri görüyoruz.
Nazizim’in bu yeni ivmesini ekonomiyle açıklamak da artık yetersiz ve yersiz oluyor. Bu faşistlerin türemesinde ekonomi bu kadar başat rol üstlenseydi, kuzey Almanya’da güneye göre daha fazla neonazi olması gerekirdi. Bugün Almanya’da yabancı düşmanlığının en yüksek olduğu yerler güneyde zengin Bavyera, doğuda zengin Saksonya…
Chemnitz ölçeğinde işin ekonomik boyutuna bakarsak, kent ekonomik anlamda oldukça güçlü. Yabancı oranı yüzde 7, mülteci oranı ise sadece yüzde 2. İşsizlik yok denecek kadar az. Yani orada göçmenlerden nefret etmek için ekonomik bir neden yok. Yabancı oranı az olduğu için bir kültür çatışmasından da söz edilemez. Ancak tüm bunlar belki de toplumun faşist alanda homonejize olmasına neden oluyor. Bu perspektiften bakınca, insanların ırkçı ve faşist hassasiyetlerini dikkate alarak, kente az sayıda mülteci yönlendirmek hata olarak kabul edilebilir. Bu durum bir yönüyle Max Weber’in de aralarında bulunduğu önemli sosyologların da temas ettiği gibi “düşman öteki karşısında duyulan bilinçdışı korku” ifadesiyle somutlanabilir.
Chemnitz’i diğer faşist eylemlerden ayıran en temel özellik, kitleler halinde sokaklara dökülerek insan avı yapılmasıydı. Bir ülkede yurttaşların intikam için sokaklara inip, kendileri gibi görünmeyen, kendileri gibi giyinmeyenlere yönelik linç girişimleri, hukuk devletinin iflasa sürüklendiğini ya da derin bir kriz içerisine savrulduğunu gösterir.
Net bir tespitte bulunmak gerekirse, Alman devletinin bahse konu yerlerde biraz da gönülsüzce desteklediği “çokkültürlülük” projesinin karaya oturduğunu görüyoruz. Bu çokkültürlülük projesi görünen o ki toplumu aşırı tutumlardan uzaklaştıramıyor. Avrupa’da bulundukları yerlerden, “Naziler evlerimizi, dükkânlarımızı basabilir, hepimizi kesebilir. 1930’larda Yahudilere ne yaptılarsa bize de onu yapabilirler” temalı hiçbir derinliği olmayan, o yıllara ve içerisinde yaşanan döneme ilişkin koşulların göz ardı edildiği makaleler yazarak, insanları korku ve endişeye sürükleyenler, çokkültürlü toplum projesinin iflasını dolayısıyla büyük resmi ıskalıyorlar. Esas mesele budur. Çünkü çokkültürlü toplum projeleri sadece Chemnitz’de değil tüm ülkede göçmenler ile Almanların birlikte yaşayabilmelerini sağlamak adına önemlidir. Bu nedenle Almanya’nın bir göçmen ülkesi olduğu ön kabulünden hareketle artık yeni projeler üzerinde çalışmak gerekiyor. İnsanların faşist eğilimlerini dikkate alarak, bunu kayda değer görerek, bulundukları yerlerde yarattıkları “kurtarılmış alanlarda” mevzilenmelerine izin verilmemeli.
Öte yandan, vatandaşta yer eden, “zaten güvenlik birimleri de faşistlerle çalışıyor” düşüncesini değiştirmek gerekiyor. Bu düşünce vatandaşın, antifaşist cephede yer almasını engelliyor. Antifaşist cephenin zayıflaması, toplumun faşizm bataklığına sürüklenmesini hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Yazımızı Almanya’da antifaşist cephenin altında biriktiği sloganla bitirelim. “Wir sind mehr – Biz daha çoğuz”