Özgür Çoban yazdı | Almanya’dan Ayasofya’ya bakış: İç politik hamlelerin dış yankıları
GELELİM ASIL MESELEYE…
Yukarıda sözünü ettiğim Tehdit Altındaki Halklar Derneği’nin açıklamasına bakalım şimdi. Aslında gözden kaçan ya da çok da dikkate alınmayan bu açıklama, Avrupa toplumlarının Ayasofya meselesinde, kıtada yaşayan Müslümanlardan neler beklediklerini yansıtması açısından çok önemli. Bu dernek, dünyanın dört bir yanında sayıları giderek azalan topluluklar ya da kültürlerini korumakta zorlanan azınlıklara ilişkin çalışmalar yürütüyor. Derneğin, Ayasofya’ya ilişkin “Eski kilise cami olamaz” başlıklı açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
“Tehdit Altındaki Halklar Derneği, Almanya'daki cami topluluklarını Türkiye'deki Hristiyan inananlar ile dayanışmalarını ifade etmeye çağırıyor. Köln-Ehrenfeld'deki büyük DİTİB camisi ve diğer İslami topluluklar, 482 saat boyunca camilerinde haç asarak dayanışmalarını ifade etsinler. 482 saat, eski Konstantinopolis'teki Ayasofya’nın cami olarak kullanıldığı 482 yılı sembolize ediyor. DİTİB başta olmak üzere tüm Müslüman derneklerinin de Ayasofya Müzesi'nin camiye dönüştürülmesini protesto etmeleri gerekiyor.”
Önemli detaylar içeren bir açıklama. Anladığım kadarıyla dernek Müslümanlara yönelik olarak mealen, “Burada yiyor, içiyorsunuz. İbadetlerinizi özgürce yapıyorsunuz. O zaman simgesel değeri büyük olan bir Hristiyan mabedinin camiye dönüştürülmesini protesto etmek zorundasınız” demiş. İkincisi, açıklamanın orijinal metninde “Konstantinopel” yani İstanbul değil de Konstantinopolis adı kullanılmış. Bu, Alman kamuoyu dilinde çok rastlanan bir şey değil. Üçüncüsü Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) özellikle fokus yapılmış ve Köln’de 2 yıl önce Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açılan camiye de “haç taksın” diye yine özellikle atıfta bulunulmuş.
“AÇIK HEDEF HALİNE GELİYORUZ”
Açıklamada sağa sola serpiştirilmiş detaylar bir araya getirilince Ayasofya’nın ibadete açılması meselesinin Avrupa’da yaşayan İslam toplumu için bir bedeli olacağını söyleyebiliriz. Birkaç gündür Alman dostlarımızla da konuşuyoruz, inanın bana birçoğu açıklamada yer alan duyguları aynen dile getiriyor. Almanya’da yaşayan duyarlı Türkiye kökenli insanlar aşırı sağcı saldırıların daha da artacağından ve Alman toplumunun eskisi kadar kendilerine destek olmayacağından endişe ediyor. Birçoğu AKP hükümetiyle birlikte Türkiye’ye karşı yükselen tepkinin Ayasofya ile zirve yapacağından ve yukarıdaki satırlarda sözünü ettiğimiz Tehdit Altındaki Halklar Derneği gibi sivil toplum örgütlerinin de kendilerine sırtlarını döneceğinden korkuyorlar. Ortada yalın bir gerçek var, demokrasiye inanan Almanların desteği olmadan azınlıkların bu ülkede yaşamlarını sürdürmeleri oldukça zor olur.
İsminin açıklanmasını istemeyen bir dernek yöneticisi sohbetimizde, “Hükümetin iç politika hamlelerinin Avrupa’daki Türkiye kökenli vatandaşlara sevgi, saygı ve huzur olarak geri dönmediği çok açık bir şekilde ortada. Bizden her geçen gün daha fazla nefret ediyorlar ve bunu engelleyebilmek adına yapabileceğimiz hiçbir şey yok” dedi. Dernek yöneticisi, “Geçenlerde bir Alman arkadaşım bu Ayasofya ile ilgili olarak, ‘Cumhurbaşkanınız bize Nazi diyordu. Gördün mü Nazi’nin kim olduğunu’ deyince gerçekten çok üzüldüm” diye konuştu.
Bu tip sıkıntıların giderek atacağına dair şüphe yok. Almanya zaten gündelik ırkçılığın haddinden fazla yaşandığı bir ülke haline geldi. Daha geçen gün açıklanan iç istihbarat raporları Neonazi kaynaklı ırkçı saldırılarda patlama yaşandığını ortaya koydu. Özellikle Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin, ülkedeki iç politika hamlelerinin ardından giderek artan bir şekilde “açık hedef” haline gelmeleri korkuyu büyütüyor ve en kötüsü de bu politik hamlelerin neofaşistlerin göçmen kökenlilere yönelik saldırılarının, Alman toplumunun zihinlerinde meşrulaşmasında etkili olduğu görülüyor.
Ezcümle dünyanın bu derece globalize olduğu, bir “tık”la ekvatorun çevresinde tur atabildiğiniz bir dönemde iç politikanın hâlâ “iç” olduğuna inanmak mıdır en büyük hata acaba?