Özgür Çoban yazdı | Alman Hristiyan demokratlar: İstikamet aşırı sağ  

Abone Ol
HESAPLAŞMA ZAMANI CDU’daki genel başkanlık yarışının karakteristiği, Merkel’in tartışmasız liderliği nedeniyle uzun zamandır ertelenen kanatlar arası hesaplaşmanın yaşanacak alan olmasıyla kendisini ortaya koyacak. Armin Laschet, sosyal demokratların kalesi olarak bilinen Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde başbakanlık koltuğuna oturduğundan bu yana adından sıkça söz ettiriyor. Laschet, partinin liberal, sosyal politikacı ve pro-Avrupacı kanadını temsil ediyor. Eyalette Uyum Bakanı olarak görev yaptığı dönemde göçmenler tarafından çok sevilen bir siyasetçi haline geldi. Bu nedenle partinin sağcı kanadı kendisine “Türk Armin” şeklinde hitap etmeye başladı. Laschet, Merkel’in liberal göçmen politikasının da sıkı bir takipçisi aynı zamanda. Neonazi partisi AfD ile mücadelenin ona benzeyerek değil demokrasiye sahip çıkılarak yapılması gerektiğini savunan Laschet, Sol Parti’ye de (Die Linke) AfD’ye olduğu gibi mesafeli. Her iki partiyle de asla herhangi bir ittifak içerisinde bulunmayacağını sürekli tekrarlıyor. Tüm politik kariyerini Merkel karşıtlığı üzerine bina eden Friedrich Merz’e bakalım biraz da. Bir önceki genel başkanlık seçiminde Karrenbauer’e karşı az bir oy farkıyla kaybeden Merz, bu seçime de hayli iddialı hazırlanıyor. AfD’nin partisinin tabanını oyduğunu belirten Merz, “Kaybettiğimiz seçmenleri geri alacağız” ifadesini kullanarak, partiyi daha da “sağa çekeceğinin” sinyallerini veriyor. Gerçi CDU, şu anda Merkel’in Kovid-19 salgını sırasında gösterdiği başarılı performans dolayısıyla zaten oylarını neredeyse 12-13 puan artırarak yüzde 37-38 bandına oturdu ama bu yine de Merz’in popülist mesajlar vermesini engellemiyor. İKİ FARKLI YÖN Yukarıdaki satırlarda, “Almanya siyasetinin oy potansiyeli açısından en büyük siyasi hareketi durumunda olan CDU’da genel başkanlık yarışının sonucu, ülkenin yakın gelecekteki siyasi konumlanması hakkında ipuçları sunacak” demiştik. Ülkenin önünde bu bağlamda iki seçenek bulunuyor. Dışa dönük, AB destekçisi, güçlü sosyal politikalarda ısrarını devam ettiren bir Almanya ya da aşırı sağ ideolojinin sınırlarına dayanmış, sosyal politikaya yön veren kurumları dışlamış, AB’yi önemsemeyen ve otokrat tavırlı yöneticiler elinde demokratik gelenekleri hırpalanan bir Almanya. Her iki politik diskurdan hangisinin başat hale geleceğine CDU üyeleri karar verecek. Parti tabanında hatırı sayılır bir miktarda AfD sempatizanı olduğunu düşünürsek, söz konusu genel başkanlık yarışını Merz’in kazanması, hem ülke hem de demokrasi açısından tüm hesapları alt üst edebilir. CDU’nun, Merz’in yönetiminde Neonazi partisi AfD’ye muhtemelen daha sıcak mesajlar vermeye başlaması oldukça olası. Hatta eli biraz daha artıralım. Gelecek yıl sonbaharda yapılacak genel seçimlerden yine birinci parti olarak çıkacak olan CDU’nun AfD’li bir koalisyon arayışına girmesi şaşırtıcı olur mu? Merz’in politik tonunun bu kötülük odağı parti ile hafifçe örtüştüğünü unutmamak gerekiyor. Hele hele aşırı sağcı söylemlerin tamamen normalleştiği ve siyasetin merkezine taşındığı bir ortamda neden olmasın.  Ayrıca, CDU’nun daha çok 60 yaş üzeri muhafazakârlar ile küçük işletme sahipleri ve düşük-orta eğitim düzeyine sahip seçmenlerinin de AfD’li bir hükümet modeline soğuk bakacaklarını düşünmüyorum. Ayrıca anketler, ırkçı AfD’nin seçmenlerinin neredeyse yarıya yakınının Merz’in söylemlerini takdirle karşıladığını gösteriyor. Sonuç olarak, Laschet ve Merz’in yürümek istediği yollar iki farklı yöne doğru ilerliyor. Ne taraftan yürüneceğine CDU üyeleri karar verecek. Anketler şu anda Merz’in Laschet’in önünde olduğunu gösteriyor. Ezcümle, şu an ki tabloda, ben açıkçası partinin aşırı sağ sempatizanı kanatın eline geçmesini önlemek adına Merkel’in seçim yaklaştıkça Laschet lehine ağırlığını koyacağını düşünüyorum. Bu, Merkel’in –eğer aktif siyaseti bırakırsa- ülkesi ve belki de Avrupa Birliği için yaptığı son insancıl politik manevra olarak tarihte yerini alacaktır.