Mevcut rejim, demokrasi maskesi takmış bir rekabetçi otoriterliktir. Bu maske, demokrasi talebinin açıkça reddedilememesine de yol açmaktadır. Her ne kadar iktidarı bırakmak istemeseler de eski Türkiye’den kalan bir kurallar bütünü ve seçim süreci içinde hareket etmektedirler. Bu kuralları kavrayıp, kendi lehine kullanabilmek muhalefet için mümkündür. Değişim mümkündür ve gelecektir. 14 Mayıs seçimlerine günler kala muhaliflerin aklını kurcalayan ve sıklıkla bana da sorulan bir soru bu. Evet, otokratlar da seçimle gidebiliyorlar. Bunu daha önce deneyimleyen otoriter rejimler ve ülkeler var mı? Evet, var. Özellikle siyasi rekabetin mevcut olduğu rekabetçi otoriter rejimlerde, seçimler adil olmasa da özgür olmasa da her türlü seçim yolsuzluğuna tevessül edilse de iktidarın değişim aracı olabilmektedir.[1] Filipinler’de 1986’daki meşhur seçimlerde istemeyerek de olsa Markos, Nikaragua’da 1990’da Ortega, Slovakya’da 1998’de Meciar, 2000 yılında PRI’nin 1929’dan beri süregelen yönetimi, Madagaskar’da 2001’de Ratsiraka, Ukrayna’da 2004’de Yanukoviç gittiler.[2] Gitmek zorunda kaldılar. 2003’de Gürcistan’da, Kırgızistan’da 2005’de olduğu gibi bazılarında ise seçimi çalsalar bile sonunda gitmek zorunda kaldılar. Peki, hangi koşullar altında bu değişim geliyor? Yapılan araştırmalar gösteriyor ki ekonomik performans çok önemli ama tek belirleyici değil. Kamu kaynaklarının yağması, bununla gelen çürüme ve liyakatsizlik çoğunlukla beraberinde ekonomik çöküş getiriyor. Bu durum seçmende memnuniyetsizlik yarattığı gibi iktidarların siyasi sadakati satın alarak, patronaj oluşturma ve sürdürme kapasitelerini de düşürüyor. Ancak tüm bunlar otoriter bir rejimde iktidarın değişimini garantilemiyor. Seçimle otokratları göndermeyi başaran ülkelerin bir ortak noktası var: muhalefetin büyük oranda birleşmesi, sivil toplumu ve seçmeni harekete geçirebilmesi. Otokratlar, muhalefeti parçalayabildikleri oranda otoriter rejimlerini sürdürebiliyorlar.[3] Öte yandan muhalefetin birleşmesi de otomatik olarak başarıyı sağlamıyor. Araştırmalar, birleşerek kazanan muhaliflerin detaylı politika önerileri geliştirmeyi başardığını, üzerinde uzlaşılan politika önerileriyle seçmenleri, özellikle ilk defa oy kullanacakları sandığa gitmeye ikna ettiklerini gösteriyor. Otokratları seçimle göndermeyi başaran kampanyaların ortak özelliği; kendi toplumlarına özgü biçimde ve etkili stratejilerle seçmenlerine ulaşması, onları sandık güvenliğini sağladıklarına ve değişimin mümkün olduğuna inandırmaları.[4]
Şunu bilmeliyiz ki seçmen desteğini kaybedip de kalmayı başarmak mümkün değildir. Bunda ısrar edenlerin gidiş şekli, durumu kavrayarak hareket edenlerden daha kötü sonuçlar doğuruyor ve yine de başarılı olamıyor. Rekabetçi otoriter rejimlerde iktidarlar, seçimleri ve seçmeni manipüle ederek başarılı oluyorlar.
Seçmenlerin, muhalefetin yönetebileceğine ve iktidarın da sandıktan çıkan iradeye saygı göstereceğine inanması gerekiyor. Değişime inanç, değişimi de beraberinde sürüklüyor. Başarılı bir muhalefet birleşerek bu değişimin koşullarını ilmek ilmek örebiliyor. Otokratlar, halkı, sivil toplumu, muhalefeti bölmeyi başardıkça, bunların birleşebilmesini zorlaştırdıkça ve en önemlisi oylarının bir değeri olmadığına, sandıktan ne çıkarsa çıksın gitmeyeceklerine, muhalefetin beceriksiz, yönetme kabiliyetin yoksun olduğuna inandırabildikleri ölçüde iktidarlarını sürdürüyorlar. Yani bu aslında psikolojik bir savaş. Ülkemize dönersek, muhalefetin birleşmeyi ve politika üretmeyi büyük oranda başarabildiğini, yaratıcı kampanyalar ve nitelikli kadrolarla yönetme becerisine sahip olduğunu, toplum için önemli temel sorunları ve çözüm önerilerini iktidardan başka tanımlayabildiğini görüyoruz. Son bir nokta var. “Kaybetseler de gitmezler” kaygısını gidermek. Buna ikna etmek. Şunu bilmeliyiz ki seçmen desteğini kaybedip de kalmayı başarmak mümkün değildir. Bunda ısrar edenlerin gidiş şekli, durumu kavrayarak hareket edenlerden daha kötü sonuçlar doğuruyor ve yine de başarılı olamıyor. Rekabetçi otoriter rejimlerde iktidarlar, seçimleri ve seçmeni manipüle ederek başarılı oluyorlar. Oyların sayılma aşaması, sayılan oyların ıslak imzalı tutanaklara ve oradan da online veri sistemine işlenmesi aşamalarında uyanık ve eğitimli gözlemciler, muhalefet adına verilerin geçerliliğini hızlıca teyit edebilirlerse, söz konusu verilere itiraz çok zor olacaktır. Elbette 2019 İstanbul seçimlerinde gördüğümüz gibi yargıyı araçsallaştırarak çıkan sonuçları tanımama yönünde girişimlerle, keyfi kararlarla bu sonuçları geçersiz kılma çabaları olabilecektir. Yargı eliyle ve politik söylemlerle alternatif bir gerçeklik yaratma girişimleri de olabilecektir. Bu çabaların açık gerçekleri ortadan kaldırmaya yetmeyeceği de ortadadır. Mevcut rejim, demokrasi maskesi takmış bir rekabetçi otoriterliktir. Bu maske, demokrasi talebinin açıkça reddedilememesine de yol açmaktadır. Her ne kadar iktidarı bırakmak istemeseler de eski Türkiye’den kalan bir kurallar bütünü ve seçim süreci içinde hareket etmektedirler. Bu kuralları kavrayıp, kendi lehine kullanabilmek muhalefet için mümkündür. Değişim mümkündür ve gelecektir. --- [1] MARC MORJE HOWARD, PHILIP G. ROESSLER, “Liberalizing Electoral Outcomes in Competitive Authoritarian Regimes”, American Journal of Political Science, Vol. 50, No. 2, April 2006, sy. 365–381 [2] VALERIE J. BUNCE, SHARON L. WOLCHIK, “Defeating Dictators: Electoral Change and Stability in Competitive Authoritarian Regimes”, World Politics, January 2010, Vol. 62, No. 1 (January 2010), sy. 43-86. [3] NİCOLAS VAN DE WALLE, "Tipping Games: When Do Opposition Parties Coalesce?" In Andreas Schedler, ed., Electoral Authoritarianism: The Dynamics of Unfree Competition, Boulder, 2006. [4] Bunce, Wolchik, sy. 73.