Yetkinin ve gücün kimin elinde olduğundan bağımsız, özgür bir sosyal medya, özgür bir internet mümkün olabilir mi?İnternet, geliştirildiği ve hayatımıza girdiği yıllarda insana neredeyse sınırsız bir özgürlük vaat edebilecek, fazlaca anlam ve sorumluluk yüklenen bir mecra idi. Zaman içinde bu anlamlar erozyona uğradı. Ama bu vaatlere keskin sınırlar çizmek de mümkün olmadı; zira gelişmeler bize aksi yönde umut vermeye devam ediyor. Zihnimde bu tartışmaların dönmesine neden olan gelişme, bu hafta sosyal medyanın gündemine oturanElonMusk’ınTwitter’ın%9.2’lik hissesini satın alması oldu. Kısa bir süre önce MuskTwitter’ı ifade özgürlüğüne ket vurmakla suçlamış, bu yöndeki tweetlerinin ardından takipçileri içinTwitter’ı ne kadar özgür bulduklarına dair bir anket açmıştı. O gün haberdar olmadığımız durum ise bu tartışmanın fitilini ateşlemesinin nedeninin satın aldığı Twitter hisseleri oluşuydu. Bu bilgi üzerine benim aklıma gelen soru ise şu:hisselerin ve dolayısıyla yetkinin ve gücün kimin elinde olduğundan bağımsız, özgür bir sosyal medya, özgür bir internet mümkün olabilir mi?Bu sorunun cevabını daha önce Metaverse üzerine yazdığım bir makaledeWeb 1.0 ve Web 2.0 teknolojilerini tartışırken vermiştik: Hayır. Zira internetin geçmişte ve günümüzde kullandığımız versiyonlarında üretilen tüm bilgilerin kontrolü, server ve kullanıcıların oluşturduğu bir mimaride, bu serverlara sahip olanların elinde. Otorite sahibinin geri kalan tüm kullanıcıların ürettikleri içerikler üzerinde mutlak bir kontrol sahibi olduğu bir yapıda, otoritenin kim olduğu ya da olacağı tali bir tartışma olarak kalmaya mahkum. Böyle bir kurgudan özgürlük doğması beklenemez.Peki negatif özgürlüğe (ötekinin müdahalesinden bağışık olma haline) sahip olmadığınız bu dünyada, pozitif özgürlüğe (kendi potansiyelini gerçekleştirecek güce ve kaynaklara) sahip olabilir misiniz? Gelelim denklemin yeni ve potansiyel olarak daha fazla umut vaat eden kısmına. Yukarıda referans gösterdiğim yazıda da bahsettiğimiz üzere, Web 3.0 dönemine geçtiğimizde internet üzerinde yaratacağımız yeni evren, merkeziyetsiz ve otoritesiz bir evren olabilme ihtimalini taşıyor. Web 3.0'ın amacı, World WideWeb'i merkezden uzaklaştırmak ve verilerinizin sorumluluğunu size vermektir. Günümüzde kullandığımız Chrome vb. bir Web 2.0 tarayıcısı ile içeriğe erişmek için arama çubuğuna bir URL (Uniform Resource Locator) girersiniz. Başka bir deyişle, erişmek istediğiniz kaynağın "yerini" belirtmeniz gerekir. Örneğin, www.politikyol.com 19x.x.17x.3x gibi bir IP adresinde yer almaktadır. Web sitesinin sunucusu, hangi web sitesinin hangi konumla (adresle) eşleştiğini gösteren bir dizin tutar. Yani yeriniz, yurdunuz bellidir. Web 3.0 web siteleri ve uygulamalarının ise konumu yoktur. İçerik herhangi bir sunucuda saklanmak ve bu sunucudan dağıtılmak yerine, ağdaki bilgisayarlar üzerinden dağıtılır. Bu nedenle yukarıdaki örnekte yer aldığı gibi bir URL kullanmak yerine, dağıtılan içeriğinizi benzersiz bir içerik tanımlayıcısı veya müşteri kimliği ile bulursunuz. (Bu sistem Interplanetary File System / Gezegenlerarası Dosya Sistemi – IPFS olarak adlandırılıyor ve devrimi yaratan sistem de tam olarak bu.) Ürettiğiniz içerik internet ağında kullanılabilir hale geldiğinde bir daha değiştirilemez, düzenlenemez ya da silinemez. Bu size blokzinciri hatırlatmış olmalı, ki kesinlikle doğru. Web 3.0 kripto paraları, NFT'leri, akıllı sözleşmeleri ve DeFi dünyasını da hayata geçiren blokzincir teknolojisi üzerinde inşa ediliyor. Tüm bu sistemler ve teknolojiler interneti merkeziyetsiz hale getirmenin, teknoloji devlerinin ve her türlü otoritenin egemenliği altından çıkarmanın kapılarını açıyor. Dolayısıyla Web 3.0 tam potansiyeline ulaşırsa, dünyayı ve güç dengelerini temelinden sarsacaktır. Yazının başında da belirttiğim gibi, hangi kavramsallaştırma açısından ele alırsanız alın, insanı özgürlüğe bir adım daha yaklaştırabilecek en küçük olasılığa dahi kulak kesilmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Merleau-Ponty'nin bakış açısıyla, ilerlemeyi seçtiğimiz yolda karşımıza çıkan engellerin, önceden tanımlanmış bir ilişkiler ağı içinden doğarak bize kendilerini dayattığı düşüncesinden hareketle, yeni kavramlarla inşa edilecek bir dünya, hem özgürlük hem de güç kavramsallaştırmalarımızı derinden sarsabilir. Negatif özgürlüğe (ötekinin – teknoloji devlerinin, devletlerin, erk sahiplerinin - müdahalesinden bağışık olma haline) yaklaşabilme olasılığı,pozitif özgürlüğe (kendi potansiyelini gerçekleştirecek güce ve kaynaklara) sahip olmaya dair de önemli bir kapı açabilir, ya da en azından, bu kapıdan giderek daha kuvvetli bir ışığın süzülmekte olduğunu görmemizi sağlayabilir.
Öte evrenler ve felsefenin kadim soruları: İnsan özgür olabilir mi?
Uzun süredir tartıştığımız alternatif evrenler, yeni web, insanın özgürlük arayışına karşılık gelebilecek bir alternatif yaratabilir mi? Harari’nin tabiriyle, insan kendi dünyasının tanrısı, zincir kıranı, yaratıcısı, ‘Homo Deus’u olabilir mi?
Özgürlük nedir? İnsan özgür olabilir mi? Sorulan sorular insanlık tarihi kadar eski; bu kadim sorunun mutlak bir yanıtla, bir reçeteyle cevaplanması da bir o kadar imkânsız. Teknolojiye kafa yorarken aklıma bu konuyla ilgili çok fazla soru ve ihtimal geliyor. Uzun süredir tartıştığımız alternatif evrenler, yeni web, insanın özgürlük arayışına karşılık gelebilecek bir alternatif yaratabilir mi? Harari’nin tabiriyle, insan kendi dünyasının tanrısı, zincir kıranı, yaratıcısı, ‘Homo Deus’u olabilir mi? Bu hafta itibariyle zihnimi kurcalayan bu sorulara yanıt bulma arayışımı zaman zaman sizlerle de paylaşmak istiyorum. Belki o yanıtları birlikte ararız.
Varoluşçu filozoflar özgürlük konusuyla ziyadesiyle ilgililer…Bu alandaki bazı tartışmalar benim açımdan özellikle dikkat çekici, zira ilgi duyduğum konuların aklımda yarattığı soruları cevaplandırmaya (zaman zaman) yaklaşabiliyorlar. Geçtiğimiz günlerde Twitter’ın askıya aldığı siyasi içerikler üreten hesaplarla ilgili tartışmalarda aklıma Sartre’ın özgürlük kavramsallaştırması ve güç kavramının bu tanımın içindeki yeri geldi. Sartre, özne olmayı özgürlükle ve bunu da başkalarından bağımsız olabilmek ve kendi kaderini tayin edebilmekle eşdeğer tutar. Bu nedenle özgürlük, özünde bireysel bir özelliktir ve sürekli olarak diğer öznelerin engellemelerine ve tehditlerine maruz kalır. Öte yandan Sartre’a göre özgürlük, koşulsuz ve mutlak olarak sahip olduğumuz bir şeydir. Zira seçme özgürlüğüne sahibizdir. İzleyeceğimiz yolu, yapmak ya da başarmak istediklerimizi, kendimizi adayacağımız amaçları (böyle bir amaç bulunabiliyorsa) seçmekte özgürüzdür. Ancak özgürlük, seçtiğimiz yolda yürüyebilmenin ya dabaşarı elde etmenin her zaman elimizde olduğu anlamına gelmez. Zira özgürlük, gücü beraberinde getirmez (özgürlük - güç ayrımı). İnsan kendi seçtiği yolda, ‘ötekiler’ nedeniyle yürüyemez hale geldiğinde de özgür müdür? Böyle bir durumda özgürlüğün varlığından bahsedilebilir mi? Özgürlük tanımı, bu noktada verilecek ikinci bir karar olan, yolumuza çıkan engeller karşısında seçilen yolda yürüme ya da yürümeme kararına yani seçme özgürlüğüne indirgenebilir mi, yoksa bundan fazlası mıdır?
Bu noktada devreye girebilecek bir diğer kavram ise negatif özgürlük kavramı.Negatif özgürlük, diğer insanların müdahalesine karşı, bu müdahalelerden bağışık olabilmeye ilişkin özgürlük olarak tanımlanabilir. Negatif özgürlük, öncelikle dış kısıtlamalardan kurtulma ile ilintilidir ve kişinin kendi potansiyelini gerçekleştirecek güce ve kaynaklara sahip olması anlamına gelen pozitif özgürlükten farklıdır. Birinin varlığı, diğerinin varlığına koşul olmadığı gibi, birbirlerini de doğurmazlar. Genellikle Sartre’ın özgürlük kavramsallaştırmasına karşı çıkışıyla bilinen Merleau-Ponty’ye göre ise özgürlük, aynı zamanda öznelliğe - bir anlamda özne olduğumuz gerçeğine - bağlıdır. Yalnızca özne olduğumuz sürece özgürüzdür. Ama öznelliğimiz toplumsal doğamıza aykırı değildir, çünkü gerçek öznellik toplumsallığı gerektirir. Ona göre yol tanımımız kadar, engel ve dolayısıyla güç ve özgürlük tanımımız da, ötekilerle önceden kurulmuş olan ilişkilerimize bağlıdır.
Dünyayı zihnimizle kavrayabilmek için anlamlar yaratırız, ama sonra bu anlamlar, o dünyada yankılanarak bize geri dönerler.Merleau-Pontybir dağ örneği üzerinden bu tanımlamaları netleştiriyor: “Yola devam etmek için onlara tırmanmaya karar versem de vermesem de, dağlar bana yüksek görünür; çünkü vücudumun gücünün onları aşabilmeye yetmediğini düşünürüm. Dolayısıyla dağ tırmanılamaz olarak görülür. Onları aşmak üzere bir yola çıkmayı seçtim, ama dağın projemdeki anlamı, bu projeden bağımsız olarak, dağ ile daha önceden kurduğumuz ilişkiye bağlıdır. Bu önceden kurulmuş ilişki, yaşayan bir beden olarak deneyimlerime dayanmaktadır. Hayatımı zorluklar ve kısıtlamalarla dolu olarak deneyimlemek için varım – seçmiyorum. Kendimizi, bizim seçmediğimiz bir anlam bağına sahip bir dünyanın içine atılmış olarak buluruz. Sosyal konumlarımız nedeniyle kendimizi başkalarıyla bir grup projesine dahil olmuş halde buluruz ve hiç kimse bu durumdan bağışık değildir.”