Ortadoğu’nun acımasız jeopolitiği sarmalında Filistin-İsrail meselesi

Abone Ol
Toplumsal bütünlüğünü sağlayamamış bütün ülkeler, içerde yaşadıkları krizleri dışarıya ihraç etmek ister, hatta buna ihtiyaç duyar. Zira İsrail’in sürekli düşmanlarla kuşatıldığı ve tehdit edildiği algısı, iç bütünlüğün teminatı olarak görülmektedir. İran-S. Arabistan arasında yaşanan bahar havasıyla birlikte bölgede radikal değişiklikler olacak gibi görünüyor. Bölge istikrar ve barış arayışını sürdürürken İsrail’in varlığı ve yol açtığı çatışmalar ise durulacak gibi değil. Denilebilir ki İsrail, Lübnan’ın güneyinden atılan füzeler nedeniyle suçlanamaz,  saldırıya uğrayan taraf İsrail ve karşılık vermek de en doğal hakkı. Kazın ayağı öyle değil işte, keşke mesele bu kadar basit olsa. İsrail, son 4-5 yıldır İran varlığını bahane ederek Suriye topraklarını vuruyor, ancak son aylarda saldırılarını yoğunlaştırdı. Bu saldırılardan şu ana kadar Şam, Lazkiye, Humus, Halep gibi birçok şehir nasibini aldı, onlarca sivil ve asker hayatını kaybetti, milyonlarca dolarlık hasar oluştu. Tabii şu ana kadar hasar maliyeti çıkarmak güç ancak zaten yaptırımlar nedeniyle halkın belinin büküldüğü Suriye’de bu saldırılar, mevcut sorunların şiddetini artırıyor. Ayrıca saldırıların askeri hedeflerle sınırlı olmadığını belirtmekte de fayda var. Şöyle bir parantez açıp İsrail’le ilgili ekstra bir bilgi vermeliyiz, zira birazdan yapacağımız analizin zeminini oluşturacak bu bilgiler… İsrail, Yahudi dinine mensup farklı etnisitelerden oluşan bir yapı aslında. Evet yanlış duymadınız farklı etnisite ve milletlerden. Tabii sosyolojik anlamda Yahudilik bir etnik kimlik olarak değerlendirilebilir, bu ayrı. Bir etnik kimlik söz konusu olsa bile bu daha çok dini bir kimliğin dönüşümü sonucu ortaya çıkmış bir kimlik gibi görünüyor. Farklı etnik kökenler ve kültürel bağlamlar nedeniyle ortaya çıkan bu çeşitlilik, Yahudi dini mensuplarının tarih boyunca farklı topluluklarla etkileşime girerek ve bu toplulukların kültürel değerlerini benimseyerek evrimleştiğini göstermekte. Her ne kadar bu farklı topluluklar arasında etnik, dilsel ve kültürel farklılıklar olsa da, ortak bir inanç sistemine ve tarihsel kökene bağlılık, bu grupları bir arada tutan tutkal vazifesi görmüş. Tabii bunun ayrıntılarını bu işin uzmanlarına bırakıp biz konumuza dönelim. Bir etnik kimlik olarak kabul edilsin ya da edilmesin Yahudilik homojen bir kimlik değil ve Almanya, Doğu Avrupa ve Rusya’dan gelen Yahudilere Aşkenazi, Batı Asya ve Kuzey Afrika Yahudilerine Mizrahi, bunların dışında kalan ve daha çok Endülüs/İspanya Yahudilerine de Sefarad deniyor. Ara kimlikler de var tabii. İşte İsrail’de tek ortak noktası din olan (zira dilleri bile farklı) bu gruplar, modern bir ulus devletin çatısı altında birleşmiş. Aşkenaziler (Yiddish dilini konuşurlar) , Seferadların dilini, onlar da Mizrahiler’in (ki çoğu Arapça konuşur) dilini anlamaz. Mizrahilerin kullandıkları dillerden bazıları Dzhidi, Gürcüce, Bukhori, Kürtçe, Yahudi Berbericesi, Cuhuri, Marathi, Yahudi Malayalamı ve Yahudi Aramicesi'dir. Bunun nasıl bir kimlik atomizasyonuna yol açtığı az çok tahmin edilebilir. Kültürel ayrılıklar, Aşkenazlarla Mizrahiler arasında toplumsal ve ekonomik uçurumların doğmasına yol açtı. Örneğin İsrail’de Aşkenazların ortalama geliri Mizrahilerin ortalama gelirinden %36 daha fazladır. Gerçi İsrail, ölü bir dil olan İbraniceyi yeni kurulan ulus-devletin modern dili hâline getirerek sorunu aşmaya çalışmışsa da bu konuda tümüyle başarılı olduğu söylenemez. Dil sorununu aşma çabaları, farklı dini yorumların, kültürel uçurumların ve yaşam tarzları nedeniyle oluşan fay hatlarının duvarına çarpmaktadır bu da toplumun geleceğini tehdit etmektedir. Bunların başında da dini kimliklerle seküler kimlikler arasındaki yarılmalar gelmektedir. Başka ülkelerde benzer fay hatları olsa da İsrail’dekinin çok daha derin ve keskin olduğu söylenebilir. Örneğin Netanyahu’nun, Ortodoks Yahudilerin özlemlerini gerçekleştirmek üzere seküler Yahudi kimliğini hedef alan ve bu nedenle de büyük tepki çeken yargı düzenlemeleri, yargı kurumunu kendi hedefleri doğrultusunda ele geçirme hedefi kadar bu anlattıklarımızla da yakından ilgilidir. Bütün bunları neden anlattık? Toplumsal bütünlüğünü sağlayamamış bütün ülkeler, içerde yaşadıkları krizleri dışarıya ihraç etmek ister, hatta buna ihtiyaç duyar. Zira İsrail’in sürekli düşmanlarla kuşatıldığı ve tehdit edildiği algısı, iç bütünlüğün teminatı olarak görülmektedir. Bu yüzden başka ülkelerin hava sahasını ihlal etmek, sivil amaçlarla nükleer faaliyetlerde bulunan ülkelere hava saldırıları düzenlemek, kendinden binlerce km. ötedeki ülkelerde askeri operasyon yapmak, adam kaçırmak, suikast düzenlemek gibi başka devletlerin çoğu zaman yapmaya cesaret edemediği yahut uluslararası toplumda anormal görülen eylemler İsrail için gayet normal görülmekte ve herhangi bir ceza ya da yaptırımla karşılaşmamaktadır.
İsrail'in tepkisinin savaşa dönüşmeyeceği öngörüsü, olası bir bölgesel çatışma riskini azaltmakla birlikte, yine de böylesine kaygan bir zeminde hiçbir şeyin garanti edilemeyeceğine dikkat etmek şart.
Bu sessizlikten cesaret alan İsrail, İran’ın Suriye’ye yerleşmesini bahane ederek saldırıyor. Başka ülkelerin kiminle ittifak yapacakları, kiminle nasıl işbirliğine gideceğini yine o ülke belirler. Uluslararası hukukun bazı metinlerinde ulus devletlere ulusal güvenliklerinin terör örgütleri tarafından tehdit edildiği durumlarda verdiği sınır ötesi operasyon hakkı, örgütler için geçerli olup devletler için geçerli değildir. Buna rağmen İsrail’in son derece sistematik bir şekilde ve uluslararası toplumun gözü önünde düzenlediği saldırılar ne BM Güvenlik Konseyi ne de BM Genel Kurul’dan çıkan herhangi bir kararla bir kez dahi kınanmamıştır. Öte yandan son zamanlarda iç bölünme nedeniyle olağandışı bir dönemden geçen İsrail, ABD ile ilişkilerinde giderek artan çatlaklar ve ABD'nin bölgede artan zayıflığıyla karşı karşıya olduğunu görüyor. İran da İran'ın Suriye cephesinde faaliyetlerini sürdürmek için tüm bunlardan yararlanmaya ve İsrail’in Suriye’de yaptığı saldırılara bazıları doğrudan (drone uçurmalara dikkat) bazıları ise Hamas ve diğer Filistinli örgütler üzerinden yanıt vermeye çalışıyor. (Gerçi şimdiye kadar İran, İsrail’e yönelik eylem ve her zaman açıkça ifade etmekten kaçındı, bu ayrı). Lübnan'ın güneyinden atılan Grad ve Katyuşa tipi füzeler, İsrail'in cevabı ve birden gerilen ortam, bölgedeki hassas dengelerin ne denli kolay sarsılabileceğini gösteriyor. 6 Nisan'da başlayan olaylar, İsrail'in Sur bölgesinde Hamas'a ait olduğu iddia edilen mevzilere düzenlediği kısa süreli saldırılarla devam etti. Bu saldırılar sonucunda herhangi bir ölü ya da yaralı olmadı. Hizbullah mevzilerine herhangi bir saldırı düzenlenmezken, Hizbullah da İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırısına yanıt vermedi. Bu arada Lübnan'ın füzelerinin arkasında olduğu söylenen Hamas dahil hiç kimse füzelerin sorumluluğunu üstlenmedi. Hamas'ın yurtdışındaki siyasi ofisinin başkan yardımcısı Musa Ebu Marzuk, bu konudaki bir soruya "faili görmezden gelerek" yanıt verdi ve El Aksa meselesinin tüm Filistinlileri, Arapları ve Müslümanları ilgilendirdiğini ve intikamın pek çok aktörü cezbeden bir mesele olduğunu söylemekle yetindi.
Son zamanlarda iç bölünme nedeniyle olağandışı bir dönemden geçen İsrail, ABD ile ilişkilerinde giderek artan çatlaklar ve ABD'nin bölgede artan zayıflığıyla karşı karşıya olduğunu görüyor.
Bu süre zarfında, İsrail'in para birimi Şekel'in değerinin düştüğüne tanık olundu. Ancak bunun füzelerle bir ilgisi yoktu, zira Şekel’in düşüşü olaylardan birkaç gün önce, işgal altındaki Filistin topraklarındaki gösteriler nedeniyle başlamıştı. Arap dünyasında bazı kesimler, Filistinli grupların gösterilerle sarsılan İsrail'e füze atarak Başbakan Benyamin Netanyahu’ya can simidi olduğu kanaatinde. Ancak bu kesimin kanaatleri pek isabetli görünmüyor, çünkü gösteriler İsrail’e atılan füzeler nedeniyle değil Netanyahu’nun geri adım atmasıyla sona ermişti. Öte yandan İsrail, içinde bulunduğu konjonktür nedeniyle bu çatışmayı kapsamlı bir operasyona ya da savaşa dönüştürmeye hevesli değil. Siyonistlerin önde gelen gazetelerinden Yedioth Ahronoth'un siyasi bir kaynağa dayandırdığı haberinde, "İsrail'in tepkisinin savaşa dönüşmeyeceği" ifade edildi. Bu bağlamda, Hizbullah ve Hamas'ın İsrail'e karşı tutumu ve İran'ın bölgedeki etkisi, İsrail ve ABD arasındaki ilişkilerin seyrini önemli ölçüde etkileyebilir. İsrail'in tepkisinin savaşa dönüşmeyeceği öngörüsü, olası bir bölgesel çatışma riskini azaltmakla birlikte, yine de böylesine kaygan bir zeminde hiçbir şeyin garanti edilemeyeceğine dikkat etmek şart.