30’ların kalkınma planları sanayileşmeyi amaçlarken, 60’ların planları daha dengeliydi. Son dönemin OVP'leri ise iyimser beklentilerin ötesine geçemedi. Latin Amerika - Afrika ile ticaret artışı dış ticaret açığını kapatmaz. Zira bu ülkeler düşük gelirli ve düşük talebe sahiptir. Bildiğiniz üzere 5 Eylül Pazar günü ekonominin orta vade gelecek hedeflerinin belirtildiği Orta Vadeli Program açıklandı. Bu haftaki yazımı bu konuya ayırmak istiyorum. Hep söylediğim bir ifadeyi tekrarlayarak başlayayım; iktisat politikalarının amacı toplumsal refahı artırmak ve yoksul bırakmamak olmalıdır. Bu amacı sağlamanın koşulu ise sürdürülebilir ve istikrarlı büyümeyi gerçekleştirmek ve sağlanan büyümeden elde edilen refah artışını toplumun tüm kesimlerine adil biçimde bölüştürmektir. Dolayısıyla fiyat istikrarı, cari denge, istihdam gibi makroekonomik temellere yönelik hedefler amacın kendisi değil, ekonomi politikasının temel amacını sağlamak için gerekli alt koşullara ulaşma çabasıdır. Makroekonomik plan ya da programlar ekonomik refahı artırmaya yönelik gösterilen çabalar ve amaca yönelik toplumun tüm kesimlerinin desteğini sağlamak üzere ortaya konmuş yol haritalarıdır. Bir iktisadi planın veya onun yerine hazırlanmış iktisadi planların/programların en önemli görevi ekonominin geleceğine yönelik olarak toplumun tüm kesimleri için bir yol haritası olmaktır. Bu nedenle plan ya da programlar gerçekçi hedeflere sahip olmalı ve iktisat kuramından kopuk olmamalıdırlar. Çünkü plan/programların hedefleri ile iktisadi çıkar gruplarının davranışları ancak bu şekilde uyumlu hale gelebilir. 1980 kararları ile planlı ekonomiden kopmuş, 90’lı yıllardan itibaren planlamayı önemsiz hale getirmiş Türkiye ekonomisi, 2002 güçlü ekonomiye geçiş programı sonrasında plancılığı tamamen bir kenara bırakmış, devlet planlama teşkilatını kapatmış halde orta vade programlarla kendine yol haritası aramaktadır. Son yıllarda hazırlanan “Orta Vadeli Program”ların en önemli sorunu, hedef ufkunun zayıflığı, hedefleri ile iktisadi gerçeklik arasındaki uyumsuzluk veya bizatihi iktisadi çıkar grupları tarafından kabul görmüş bir hedefinin olmayışıdır. Çünkü planlamadan kopuş, planlamayı yapacak kurumsal yetersizlik ekonomimiz için ileriye yönelik gerçekçi/somut hedeflerden koymaktan da alıkoymuştur. Örneğin 1930’lı yıllarda hazırlanan kalkınma planları dengesiz büyüme üzerine kurulu ve sanayileşmeyi amaçlayan yapı gösterirken, 1960’lı yılların kalkınma planları dengeli büyüme üzerine kurulu ve kalkınmayı amaçlamaktaydılar. Buna karşın son dönemin orta vadeli programları, somut bir amaca sahip olmayıp makroekonomik temellerin geleceğine yönelik iyimser beklentilerin ötesine geçememiştirler. Bu haliyle programlar iktisadi çıkar grupları için yol haritası olmaktan uzak kalmışlardır. Bana göre 5 Eylül 2021 Orta Vadeli Program da böyle bir programdır. Programın en önemli zayıflığı iktisadi sorunların tespitinde/kabulündedir. Varsayımların iktisadi gerçeklerle tutarsızlığı ise ikinci önemli zayıflıktır. Üçüncü temel zayıflık ise programın makro temellere yönelik hedeflerinin iktisat kuramından kopuk olmasıdır. KALKINMA PLANI GELİR DAĞILIMINDAN SÖZ ETMİYOR Programın içeriğine bağlı olarak yazdığım bu zayıflıkları biraz açmak istiyorum. Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu giderek artan yoksullaşma ve gelir dağılımının daha fazla bozulmasıdır. Oysa program emekten yana, gelir dağılımını düzeltici biçimde maliye politikalarından söz etmemektedir. Aksine vergi gerilerinin artırılması için verginin tabana yayılması gibi klasik/monetarist söylemi sürdürmektedir. Ayrıca emeğin elini güçlendirecek, fiyat istikrarı konusunda ekonomiyi destekleyecek güçlü sendikaların oluşmasına yönelik herhangi bir çaba da yoktur. Diğer yandan yüksek kur ve düşük ücretlere dayalı dış ticaret politikasını sürdürme çabasının yine emekten yana olmayıp, yoksulluğu artırıcı ve bizim değil yabancıların refahını artırıcı biçimde olduğunu söylemeliyim. Programın varsayımları da iktisadi gerçeklikten uzaktır. Program dünya ekonomisinin istikrarlı biçimde büyümeye devam edeceğini varsaymaktadır. Oysa Dünya ekonomisi hali hazırda yüksek belirsizliğe sahiptir ve şimdi görülen büyüme temposu yavaşlayacaktır. Ayrıca artan küresel enflasyon endişesi veya enflasyon ataletinin güçlenmesi Fed başta olmak üzere merkez bankalarının erken reaksiyon göstermelerine neden olabilir. Böyle bir durumda küresel ekonomi yavaşlayacağı gibi Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişen piyasa ekonomileri için dış ticaretin finansmanı daha büyük bir problem haline gelebilir. Öte yandan Türkiye, dış ticaret açığını kapatmak için ticaret pazarını genişletmek istemektedir. Bu son derece doğru bir stratejidir ancak Latin Amerika ve Afrika ülkeleri ile yapılacak ticaret artışı Türkiye’nin mevcut dış ticaret açığını kapatmaktan uzak olabilir. Bu ülkeler düşük gelirli yani düşük talebe sahip ülkelerdir. Ayrıca bu ülkelerle bizim gibi düşük ve orta yüksek teknoloji yoğun mallarda rekabetçidir ve bu ülkelerle aramızda güçlü bir endüstri içi ticaretin oluşması zordur. Bu bağlamda evet bu ülkelerle ticaretimizi artırmalıyız ancak daha güçlü dış talep yaratacak ülkelere yönelik ticari genişleme önceliğimiz olmalıdır. Türkiye’nin bu noktada yapması gereken orta yüksek ve yüksek teknoloji yoğun mallarda rekabetçi konuma ulaşmasıdır. Bu noktada somut bir adıma ve geleceğe yönelik beklentilere sahip değiliz. Zira böyle bir çaba için ilk önemli adım yurt içi gelirleri artırmak ve yurt içi efektif talebi istikrarlı kılmaktır. Ekonominin böylesi bir yapısal dönüşüme girmesi için kamunun gelir, istihdam ve yatırım politikalarına ihtiyaç varken hazırlanan orta vadeli program kamu açıklarının azaltılması ve bütçe disiplini gibi yine klasik/monetarist söyleme sahiptir. Oysa kamu açıkları, tasarruf açığının azaltılmasında ve efektif talebin istikrarlı olmasında önemli bir işleve sahiptir. Buna karşın özel borçlar (hane halkı borçları verimsiz özel sektör yatırımları kaynaklı) tasarruf açığını artırırken, finansal istikrarsızlığın da kaynağıdır. Yani ekonominin sorunu kamu açıkları/borçları değil özel borçlardır. Yurt içi gelirin artması ve efektif talebin istikrarlı olması ancak gelir dağılımında adaletin sağlanması ve orta sınıfın yükselmesiyle mümkün olabilir. Ancak böyle koşullarda yeni yatırımlar artabilir ve doğrudan yabancı sermaye ve/veya dışardan teknoloji transferi mümkün olabilir. Program bu öngörüden yoksundur. KANAL İSTANBUL, AVRUPA YEŞL MUTABAKATINA AYKIRI Yeşil dijital dönüşüm ve Avrupa Yeşil Mutabakatı Türkiye’nin yapısal dönüşümü için önemli bir fırsat sağladığı açıktır. Bu aynı zamanda bir zorunluluktur. Fırsattır çünkü ekonomik paradigma kırılmaları teknolojik açığa sahip ülkeler için fırsattır. Zorunluluktur çünkü bu dönüşümün kaçırılması, ticaretten finansa kadar pek çok alanda Türkiye ekonomisinin katılıklarla karşılaşmasına ve geri kalmışlık çemberinden çıkamamasına neden olabilecektir. Başta ABD olmak üzere büyük ekonomiler yeşil dijital dönüşüm için devasa kamu harcama planları yaparken, hazırlanan programda bu yönde çabalar olacağı belirtilip diğer yandan kamu açıklarının azaltılacağının belirtilmesi tutarsızlık göstermektedir. Kaldı ki Paris İklim Anlaşmasını onaylamamış bir ülkenin Avrupa Yeşil Mutabakatının gerekliliklerini nasıl karşılayacağı soru işareti taşımaktadır ve benzer bir tutarsızlık göstergesidir. Türkiye’nin ortaya konan en önemli projesinin çevre sorunları taşıdığı iddia edilen Kanal İstanbul Projesi olduğu da unutulmamalıdır. Sonuç olarak hazırlanan programın hedefleri ve varsayımları arasında tutarsızlık gözlemekteyim. Türkiye’nin Orta Vadeli Programa değil varsayımları tutarlı hedefleri gerçekçi bir Kalkınma Planına ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Esen Kalın.