Ormanlarımız Yanarken
Ancak çok daha önemlisi, yaşadıklarımızın küresel düzeyde bir sorunun önemli bir parçası olduğunun anlaşılamadığını idrak etmemize vesile oldu.
İKTİDARIN YANILGISI
Bu felaketlerle mücadelede son derecede başarısız bir sınav veren iktidardaki siyasi iradenin yanında, ülkemizdeki “müesses siyasi nizamın” diğer unsurlarının da, yaşadığımız bu sorun karşısında yeterli bir zihinsel hazırlığa sahip olmadığı görüldü. Orman yangınlarında yürütmenin gösterdiği başarısızlıklar ve ihmaller elbette son derecede önemli ve bir o kadar da eleştiri konusu. Ancak bu eleştiriler yapılırken, küresel düzeyde baş gösteren iklim değişiklikleri ve küresel ısınma sorununu toplumun dikkatinden kaçırılmaması gerekmektedir. Yapılması gereken eleştirilerin, küresel düzeyde hüküm süren iklim değişimlerini göz ardı eden uluslararası düzeydeki siyasi iradeyi ve siyasi yapıları hedef alması gereği unutulmamalıdır.
Mevcut haliyle iktidarın ülkemizdeki yangınları terörle ilişkilendirme çabalarını, yaşadığımız bu felaketi küresel bağlarından kopartarak, salt bize özgü bir sorun haline getirme gayretini, sorunun başarısız bir “dışsallaştırma” teşebbüsü olarak düşünmek mümkündür. Bu tarz çabalar iktidarın yaptığı hataların bir nebze olsun kamuoyu tarafından görünmesine mani olmaktadır. Ancak bu tutum, bu boyutta küresel bir sorunun toplum tarafından görülebilmesine ve endişe duyup, çözüm için siyasileri zorlamalarına da mani olmaktadır. Sorunun bugün küresel düzeyde ulaştığı boyut, konuya bu şekilde, miyopik bir bakış açısıyla ele almanın, insanlık için yarar üretmeyeceğine işaret etmektedir.
Bu tartışmalarda muhalefet ise, sadece yangınlarda yürütmenin gösterdiği başarısızlıklar ve ihmallerin üzerine giderek, yine bu sorunların ana nedenlerinden uzaklaşmakta, yaşananları küresel bağlamının dışına çıkararak tartışmayı tercih etmektedir. Bu nedenle iktidar ve muhalefet, farklı motivasyonlarla hareket etseler de, aynı ana amaca hizmet eder hale gelmektedirler. Oysa bu orman yangınlarına ilişkin tartışmaları daha geniş bir çerçevede ele almak, iktidarın küresel iklim değişimi ve küresel ısınma gibi konulardaki politika eksikliklerini ortaya koymak muhalefet için siyaset yapılabilecek çok daha geniş bir alan sunmaktadır.
Sanırım, iktidar ve muhalefet ile ülkemizdeki oluşmuş mevcut siyasi yapının bu konulardaki yetersizlikleri, bugün karşı karşıya kaldığımız çevresel felaketlerle mücadele ederken içine düştüğümüz çaresizliklerimizin asıl nedeni. Siyasi partilerin mevcut siyaset yapma biçimleri ve bu siyasi söylemlerini dayandırdıkları değerlerin demode olması da, bugün ortaya çıkan sorunlara çözüm üretebilme kabiliyetlerini sınırlayan önemli bir faktör oluşturmaktadır. 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren oluşmaya başlayan, ancak günümüzde geçerliliği ortadan kalkmış değerleri sahiplenen bir siyasi yapı ve söylemler, siyasetin sorunlara çözüm üretebilme kapasitesini ve her şeyden önce bu sorunların kaynaklarını anlayabilme becerisini olumsuz yönde etkilemektedir.
Türkiye özelinde ise, askeri anlamda milli güvenlik bağlamında tüm topluma yaymaya çalıştığı endişelerin üzerinde inşa edilmiş bir söylem ve bunun etrafında şekillendirilen siyasi ve askeri “beka” meselesi ülkemizdeki siyaset alanını belirlemiştir. Buna bağlı olarak milliyetçilik (zaman zaman da din) üzerinden oluşturulan değerler sisteminin günümüz siyasetinde ağırlığı Türk kamuoyunun küresel bağlarının zayıflamasına hizmet etmektedir. Kanımca bu siyaset yapma teknolojisi tüm dünyada giderek önemini yitirmekte; ancak siyasiler bunların yerine konulacak söylemi ve bu söylemlere dayanak teşkil edecek yeni değerleri ortaya çıkarmakta yetersiz kalmaktadırlar.
YENİ SORUNLARA YENİ ÇÖZÜMLER GEREK
Günümüz küresel dünyasının sorunlarını 19. yüzyıl boyunca hüküm süren ve 20. yüzyılın başlarında da varlığını koruyan, Batılı devletlerin sanayileşmesinin temel dayanaklarından olan emperyalizmin ve sonrasında yaygınlık kazanan milli devlet (milli pazar) uygulamalarının küresel düzeyde oluşturduğu değerler sistemi ile çözülemeyeceği son derecede açıktır. Günümüz dünyası bu değişimin farkına varmış ve yavaş da olsa eyleme geçmiştir. Türkiye için bu noktada yapılması gereken iktidarı ve muhalefeti ile birlikte 21. yüzyılda yükselmeye başlayan yeni küresel değerleri sahiplenmek ve bu yeni değerler etrafında yeni bir kalkınma modelini oluşturmaktır. Bu yeni değerlerin olmazsa olmazı ise, küresel düzeyde yaşadığımız çevre yıkımının ana sorumlusunun ekonomideki önceliklerimiz ile büyüme politikalarımız olduğunun kabullenilmesidir. Yaşadığımız çevreyi öne çıkarıp, korumayı amaçlayan bir anlayışı hâkim kılacak siyaset yapma biçiminin yaygınlaştırılması bu öncelikler arasında yer almaktadır.
Özellikle iklim yıkımı gibi sorunların tek bir ülkenin sınırları içine hapsedilemeyecek derecede önemli ve küresel düzeyde işbirliğine muhtaç sorunlar olduğunun iyice anlaşılması gerekmektedir. Dolayısıyla bu sorunları tek başına, tek bir ülkenin sorunu olarak ele alan yaklaşımların başarı şansı yoktur. Mücadele küresel düzeyde yapılmalı ve bu yıkımı doğuran tüm unsurları ve faktörleri kapsamalıdır.