Orban'ın zaferi ve Avrupa'nın ortasında bir "Macaristan Kalesi"

Abone Ol
Orban, Rusya'ya yaptırımların bütünlüğünü bozmak yolunda adımlar atabilir ve bunu AB Konseyi'nde pazarlık kozu olarak kullanabilir. Macaristan seçimleri, aşırı sağcı Viktor Orban'ın liderliğini yaptığı Fidesz (Macar Yurttaş Birliği) ve Hristiyan Demokratik Halk Partisi (KDNP)  tarafından oluşturulan ittifak lehine sonuçlandı. Seçim, politik iklimi oldukça benzeşmesi sebebiyle Türkiye'de de büyük bir ilgiyle takip edildi. Seçimin ardından çok sayıda analiz yayımlandı. Okuyabildiğim kadarıyla bu analiz yazılarının büyük bir bölümü, "Türkiye muhalefeti, Macaristan seçimini iyi incelemeli ve gerekli dersleri çıkarmalı"  ana fikri üzerine bina edildi. Türkiye açısından bu ana fikir üzerine konuşacak fazlaca bir şey yok. Her iki ülkenin içerisinde bulunduğu genel olarak koşullar -örneğin, Macaristan'da hali hazırda bir ekonomik kriz bulunmuyor- pek benzeşmese de bu seçimin reel politik düzlemde ortaklaşan durumlar üzerinden değerlendirilmesi doğru bir yaklaşımdır. Bu yazıda, Türkiye'yi ilgilendiren kısmının iyi anlaşıldığından hareketle seçim, Avrupa Birliği (AB) için ne ifade ediyor bunun üzerinde durmak istiyorum. Orban'ı yeni seçim zaferinin ardından ilk tebrik eden politikacı eski İtalya İçişleri Bakanı ve neofaşist Kuzey Ligi Partisi Lideri Matteo Salvini oldu. Onu Fransa Cumhurbaşkanı adayı ve neofaşist Ulusal Birlik Partisi Lideri Marine Le Pen ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin izledi. Orban da Avrupa Birliği'ni (AB) üstü kapalı bir şekilde tehdit ettiği teşekkür konuşmasında, ağırlıklı olarak aşırı sağcı liderlerin isimlerini zikretti. Brüksel'e de seslenen Orban, partisinin aşırı sağcı ve muhafazakâr yapısına atfen, "Gelecek bu, gelecek burada" dedi. Bunun yanı sıra Macaristan seçimi, AB açısından birçok sorunu tetikleyecek kapasiteye sahip. Birincisi Orban'ın seçim kampanyası sırasında Almanya başta olmak üzere diğer ülke medyalarında, Putin ile dostluğuna vurgu yapılan haber ve analizlerden ötürü kızgın olduğu anlaşılıyor. Putin ile devam ettirdiği samimi ikili ilişkisinin Macar halkının gözünde beklenen olumsuz etkiyi yaratmadığını görmek Orban'ı epeyce rahatlatmış olmalı. Bu vesile Orban seçmenlerinin, Ukrayna savaşı meselesinde AB'nin kalanından farklı düşündüğünü ve aynı duyguları paylaşmadıkları anlaşılmış oldu. Orban'ın, AB'nin dağılmasını ve tüm devletlerin kendi ulusal sınırlarına çekilmelerini savunan aşırı sağcı cephenin taşıyıcı kolonlarından biri olduğunu unutmamak gerekiyor. YUMUŞAMA KISA BİR MOLAYDI Viktor Orban, seçim öncesinde Avrupalı aşırı sağcılara hamilik yapan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ülkesine yönelik yaptırımlara verdiği desteğin gönülsüz olduğunu her fırsatta belli etti ancak yine de Putin ile devam eden dostluğunun sandığa olumsuz yansımasından çekinmiş olabilir. Macar Siyaset Bilimci Peter Kreko, Orban'ın, Rusya'ya yaptırımlara gönülsüz bir şekilde destek vermesinin ekonomik, ideolojik ve jeostratejik nedenleri olduğunu belirtiyor. Kreko'nun tespitleri üzerinden detaylandırırsak; 1) Ekonomik nedenler Burada meşhur Orban pragmatizmi devreye giriyor. Orban, bir süredir Putin'in Rusyası ve diğer doğu ülkeleriyle bağlarını güçlendirerek, dış ticarette maksimum fayda içeren bir pragmatizmi savunuyor. Rusya ile yapılan anlaşmalar, Rus enerji şirketi Rosatom tarafından Paks nükleer enerji santrali projesinin genişletilmesi, metro için yeni vagonların Rusya'dan satın alınması, Rusya'nın önemli bankalarının Budapeşte'de şubeler açması vs. Hepsi bu pragmatizmin ürünüydü ancak otoriterizm ile yönetilen devletlerin tümünde olduğu gibi bu projelerin kamuya yararına pek hizmet etmedikleri, daha çok iktidardan nemalanan sermayedarları memnun ettikleri biliniyor. 2) İdeolojik nedenler Orban ülkesini otoriterizme sürüklerken, Putin ile olan ideolojik yakınlığını saklamak gereği duymadı. Hatta 2014 yılında yaptığı bir konuşmada Rusya'dan "rol model" olarak bahsetmişti. Orban, batılı demokrasileri "Hristiyan değerlerden kopuk olmaları" ve "fazla renkli olmaları" gerekçeleriyle eleştiriyor. Fidesz oligarklarına satın aldırarak medyanın neredeyse tamamını merkezileştirmesi, muhalif medyayı susturma girişimleri, yönetim modelini Batı karşıtı komplo teorileri ile tahkim etmesi, eşcinselliğe yönelik saldırgan tutumu ve benzeri tüm bu girişimlerin ilham kaynağının Putin olduğu sık sık siyaset uzmanları tarafından dile getiriliyor. 3) Jeostratejik nedenler Orban, genel politik dizilimi "AB'nin dağılacağı ve Doğu'nun yükseleceği fikri" üzerine inşa edilen "Yeni Dünya Düzeni" ile uyumlu hale getirmeye çalıştı ancak kafasındaki bu projenin bir yanılsama olduğu Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasıyla ortaya çıktı. AB, "birlik" olma ekseninde Orban'ın düşündüğünden daha sağlam bir yapı olduğunu gösterdi. Orban'ın, savaş öncesinde yaptığı açıklamalara bakıldığında Putin'in Ukrayna'ya saldırmayacağına ikna olduğu görülüyordu ve bu süreçte Orban Hükümeti, vatandaşlara bolca Rusya yanlısı komplo teorileri servis etti ancak savaş bu tabloyu değiştirdi. Orban, ilk önce Ukraynalı göçmenlerin ülkesine girmesine izin verdi. Sonra da Macaristan, Ukrayna'nın AB ve NATO'ya katılma çabalarını engellemeyi bıraktı. Tüm bu gelişmelerden Macar diplomasisinin normale döneceği umuluyordu ancak seçim akşamı Orban'ın yaptığı konuşma Ukrayna savaşıyla birlikte atılan geri adımların kısa bir mola olduğunu gösterdi. SORUN BÜYÜYEBİLİR Peki şimdi ne olacak? Öyle köşeli ve iri cümlelerden oluşan yargılar oluşturmak istemiyorum ama benim öngörüm, Orban, Rusya'ya yaptırımların bütünlüğünü bozmak yolunda adımlar atabilir ve bunu AB Konseyi'nde pazarlık kozu olarak kullanabilir. Tabii ki sürekli elinde tuttuğu veto kozu ile birlikte. AB, Orban'ın bir Truva atı gibi birlik içerisinde kalmasına izin verecek mi? Kısa vadede bu konuda herhangi bir gelişme yaşanacağını düşünmüyorum. Orban, bir süre daha AB'nin iç mevzuatında yer alan yardım fonlarının kesilmesi ve benzeri yaptırımlarla tehdit edilecektir. Avrupa medyasında yer alan seçime ilişkin birkaç analiz yazısında, Orban'ın güçlü zaferi sonrası Macaristan'ın AB'den ayrılma yolculuğunun başladığı savunuluyordu. Olabilir. Oy kullanan Macar seçmenlerin yarıdan fazlası Orban'ı destekleyerek, AB'yi pek de önemsemediklerinin açık mesajını verdiler bana göre. Bu bağlamda, Brüksel'in de sürekli sorun çıkaran Macaristan ile mental bağlarını kopardığını görüyoruz. Orban, ülkesi halen AB üyesi olduğu için şimdilik kontrollü bir şekilde ilerlemeye çalışıyor ama kendisine muhalif olan her yapının hatta tiyatroların dahi fonlarını kısıyor ve yaşam alanlarını daraltıyor. Orban ve diğer neofaşistlerin supranasyonel siyaset anlayışları ekseninde gösterdikleri dayanışmanın, henüz demokratik kurum ve kurulların ayakta olduğu AB içerisinde bir nevi isyan hareketi olarak değerlendirilmesi yanlış olmaz kanımca. Sonuç olarak, Orban bu seçimi kazanarak Avrupa'nın orta yerinde "Macaristan Kalesi" inşa etme çabasına ilişkin olarak bir merhaleyi daha başarıyla tamamladı. Macaristan'daki muhalefet bloğunun başarısız olmasının domino etkisi yaratması riski bulunuyor. Örneğin, İspanya'daki aşırı sağcı Vox gibi partilerin Orban modelini örnek alarak iktidara yürümeleri şaşırtıcı olamayacaktır. Ezcümle, bu aşamadan sonra Orban'ın ortalıkta "Rusya’nın dostu" sıfatıyla dolaşması giderek zorlaşacak. Özellikle batı demokrasileriyle işbirliği yapmak istediğinde bu mevzu sürekli gündeme getirilecek. Bu düzlemde, Orban'ın önünde iki seçenek bulunuyor: Ya gardını düşürüp AB ve NATO’ya yaklaşacak ya da AB'den ayrılma sürecini başlatacak. Çünkü hem Orban hem de AB bu hastalıklı ilişkinin güncel haliyle daha fazla sürmeyeceğinin farkında.