Oralarda bir yerlerde, bir sol var mı?
İnsan kendisini solcu olarak tanımlayabilir; cinsiyetler arası özgürlüğü savunabilir, mülkiyetle savaşabilir ama kendi hikayelerine tutunur, aksi kanıtları toplamazsa, solla alakası kalmaz. Türkiye’de gerçek bir sol düşünme stilinden ziyade sol kılığında muhafazakârlar mevcuttur.
Dil, gerçekliği sınırlar. Kelime ile “gerçek” arasında asla kapanmayacak bir boşluk vardır. Kelimeler çoğu zaman göstermek istedikleri şeyi tam olarak yansıtamazlar. Ya da örneğin bir kelime, bir yere işaret eden bir parmak gibi, tam bir saksıya işaret edecekken, saksı yerinden oynar fakat kelime aynı kalır. Yani işaret eden ile işaret edilen arasında kaygan bir zemin vardır.
Ben “düşünmek” dediğimde mesela, başka zihinlerdeki düşünmek kavramı ile aynı şeyden bahsettiğimi farz ederim. Birinci karmaşa burada başlar. Kelimeler herkesin kendi bağlamında ve tarihinde görece farklı noktalara işaret eder. İkinci karmaşa “düşünmek” denen kelimenin yalnızca bir tane kelime olarak binlerce tonu olan bir zihinsel bir süreci taşımaya kalkışmasıdır. Düşünmek derken? Nasıl düşünmek? Yaratıcı düşünme? Tefekkür etme? Analiz etme? Otomatik düşünme? Ezbere düşünme? Tekrar tekrar aynı şeyi döndürme anlamında düşünme? Yani yüzlerce farklı renk için elimizde bir tane kelimenin olması işleri karıştırır. Tek bir tabela ile yüz ayrı beldeyi işaret etmeye çalışırız. “Düşünüyorum” dediğimizde hepimiz farklı bir şey yapıyor ve söylüyoruzdur.
DÜŞÜNME’NİN TÜRLERİ
“Düşünmek” ile ilgili faaliyeti ikiye ayıralım:
1. Ne düşündüğümüz (düşünce içeriği)
2. Nasıl düşündüğümüz (düşünce stili)
Ne düşündüğümüz; inanç ve fikirlerimizin içeriği ile ilgilidir. Örneğin; emeğin sermayeden önemli olduğunu, Mustafa Kemal’in dünyadaki en önemli liderlerden biri olduğunu, Kürtlerin kendi dil ve sınırlarına sahip olması gerektiğini, İslam dininin hak ve gerçek olduğunu, Türk milletinin özel olduğunu, devletin her şeyden önde olduğunu, aklın her şeyden önde olduğunu, kadın ya da erkek diye iki cinsiyet ve iki cinsi yönelim olduğunu, tüketim ve üretimin her daim artmasını gerektiğini ve çok daha başkalarını düşünüyor olabilirim. Ne düşündüğüm basitçe inanç ve fikirlerimin içeriğine gönderme yapar.
Nasıl düşündüğümüz ise; düşünceler ile kurduğumuz ilişkiye dairdir. Düşünce içeriğinden farklı olarak düşünce stilimize işaret eder. Örneğin; düşüncelerim hakkında düşünüyor muyum? Onları kanıtlamaya ya da çürütmeye mi çalışıyorum? Düşüncelerimi başkalarına dayatıyor muyum? Düşüncelerimin içine batmış bir şekilde mi yaşıyorum? Düşüncelerim kimliğim ve varlığım ile özdeş mi? Gerçeklik ile kendi düşüncelerimi eşdeğer görüyor muyum? Düşüncem mi beni yönetiyor, ben mi düşüncelerin sahibiyim? Düşüncelere yüzde yüz doğru muamelesi yapıyor muyum? Kısacası düşüncelerim hakkında düşünüp zihnim üzerine değerlendirmede bulunuyor muyum?
Yani nasıl düşündüğüm; düşünce içerikleri hakkındaki tutumuma işaret eder. Nasıl düşündüğüm; düşünce hakkındaki düşüncelerim ile ilgilidir (metakognisyon-üstbiliş). Bu türden bir meta-zihin faaliyeti (düşünce hakkında düşünen zihin) “nasıl düşündüğümü” yani düşünce stilimi belirler.
Örneğin; “hayatın berbat bir yer olduğu” şeklindeki düşünce içeriği ne düşündüğüm ile ilgilidir. Nasıl düşündüğüm ise; bu düşünceleri ne kadar önemsediğim, ne derece dayattığım (kendime ve ötekilere) yani bu düşüncelere nasıl yanıt verdiğimle alakalıdır.
“Hayat berbat bir yer” düşüncesini; test edebilir, “alt tarafı bir düşünce” deyip es geçebilir, doğruluğu ya da yanlışlığının araştırılması için veri toplayabilir, şüphe ya da iman ile yaklaşabilir, zamana bırakabilir, “böyle düşünüyorsam o halde gerçeğin kendisi de budur” şeklinde bel bağlayabilir ya da diğer insanlara kanıtlamaya çalışabilirim. Tüm bunlar nasıl düşüneceğim ile ilgili alternatifler yollardır. Yani düşünce stilimdir. Düşünce stilim; düşünceler hakkında düşünen zihnim tarafından şekillenir. Özetle, düşünsel dünya açısından ne düşündüğümden başka, nasıl düşüneceğim vardır bir de.
Bir zihniyetin oluşumunda hem ne düşündüğümüz hem de nasıl düşündüğümüz belirleyici olur. Sağ ve sol zihniyetleri tanımlayan da yalnızca düşünce içeriği değil aynı zamanda (hatta daha çok) düşünce stilleridir. Ancak bizler genelde zihniyetleri, sağı, solu, çeşitli ideolojileri, kimlikleri ve politik görüşleri daha çok ne düşündüğümüze bakarak tanımlarız. Bu, kimi bağlamlarda doğru bir tutum olabilir. Ne düşündüğü, kişinin ait hissettiği fikir ve grubu tanımlamak açısından kimi zaman yeterli gelir. Atatürk’ü sevenler, İslam’a inananlar, milliyete önem verenler, vs. Düşünce içeriklerimiz grup ve aidiyetlerimize dair bilgi vermesi açısından kısa vadede kâfi gelebilir.
SOL ZİHNİYET, NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ DEĞİL, NASIL DÜŞÜNDÜĞÜNÜZDÜR
Esasen mesele sağ ve sol zihniyet olduğunda bu yeterli olmaz. Sağ ve sol zihniyet aynı zamanda bir düşünme metodolojisine işaret eder. Bu noktada belki de “ne düşündüğümden” daha da önemlisi “nasıl düşündüğümdür”. Sağ ya da sol zihniyetli olmak içeriğin de ötesinde “düşündüklerimizle” kurduğumuz ilişkiye dair bir meta-işlemlemedir. Yani “nasıl düşündüğüm” ile alakalıdır.
Örneğin sol görüşlü biri olarak özgürlük ve eşitlik kavramlarından bahsederken düşüncelerimle kurduğum ilişki yani nasıl düşündüğüm ayağımın altından “sol” zemini “çaktırmadan” çeker bazen. Sol görüşün içeriklerine uygun bir şekilde özgürlük, eşitlik ve emekten bahsediyor iken düşünce stilim ile sol metodolojiye uygunsuz davranabilirim. Örneğin; özgürlük ve eşitlik ile ilgili her düşüncemin doğru olduğunu, başkalarının da böyle düşünmesi gerektiğini, dışarıdaki gerçekliğin benim düşüncelerimle eşdeğer/eşit olduğunu, bu düşüncelerin tartışmaya ve kanıt toplamaya açık olmadığını, bu düşünceler hakkında veri toplamak gerekmediğini, tartışmaya açık olmadığını düşünüyorsam; Dayatmacı, muhafazakar ve sabit bir stil sergilemiş olurum. Yani ne düşündüğüm bağlamında solcu iken “nasıl düşündüğüm” bağlamında sol çizgiden saparım.
İnsan kendisini sol görüşlü olarak tanımlayabilir; sermayeye karşı durabilir, eşitliği savunabilir, bilimden, özgürlükten yana olabilir, cinsiyetler arası özgürlüğü savunabilir, işçinin ve emeğin yanında olabilir, mülkiyetle savaşabilir fakat diğer yandan da düşüncelerini tartışmaya kapatarak, dayatarak, saplanarak düşünme stili açısından “muhafazakar” ya da “sağ” metodolojiyi kullanabilir. Hiçbir aksi kanıtla ilgilenmez, kendi hikayelerime tutunur, hiçbir aksi düşünceyi dinlemez ve veri toplamaz, aksi kanıtlara bakmaz isem sahip olduğum “sol içeriğe” rağmen meta-düzeyde ya da metodolojim açısından sol ile hiçbir alakam kalmaz.
OYSA SOL, KALIPLARA SAPLANMAMA HALİDİR
Oysa Sol’u belki de en üst tanımı ile hikayelere, düşüncelere, kalıplara “saplanmama” hali olarak tanımlamalıyız. Kök şehvetini bir kenara bırakabilme, çerçeveleri bozabilme, yuva hasreti ile de göç merakı ile göçebe yaşayabilme… Ev de ev diye tutturmadan, “ben”, “benim”, “bendeki” gibi sahiplenmeler ile muhafaza etme mantığı üzerine temellenmeden, yapmak kadar değişmeye, değiştirmeye, devirmeye, devrilmeye talip olarak… Yalnızca dış dünyanın devrimcisi değil iç inşaalarını, kendi zihinsel binalarını da sarsmaya açık bir şekilde… Yani eleştirel ve özeleştirel, yani evsiz kalabilme pahasına hareket edebilmek. Sol görüşlerin tüm çeşit ve farklılıklarına rağmen her birinin ortak gökyüzleri böyle bir düşünce stili olmalıdır.
Dolayısıyla zihniyetleri içeriğe (ne savunduğumuza) indirgediğimizde sağ ve sol gibi gözüken şeyler; “stile” baktığımızda o olmaktan çıkar. Fikirleri bir eve/haneye dönüştürmüş, köklendirmiş, kanıtlamaya çalışıp duran bir sol, sol değildir.
Sol ya da sağ görüşlü olmak için “ne düşündüğü” ile yetinen kişiler, çoğu zaman aynı tutuculuğu yalnızca farklı düşünce içerikleri ile soslandırıyorlardır. Bu nedenle Türkiye’de sol görüşlü dediğimizde, özünde tutucu, muhafazakâr ve zihnen kapalı olan bir dolu insan vardır. Türkiye’de gerçek bir sol düşünme stilinden ziyade “sol” kılığında muhafazakârlar mevcuttur.
Tüm içeriklerin, sağın ve solun da ötesinde insanın “nasıl düşündüğü” onu aydın, bilge, etik ya da hepsinin tersi yapandır. Bu nedenle açık görüşlü ve bilge bir “sağ içerikçi” bulabileceğimiz gibi bağnaz ve tutucu bir “sol içerikçi” bulmamız kaçınılmazdır. Türkiye’de bunlar iç içe girmiştir. Ve genel olarak soldan beklediğimiz başka türlü bir düşünme stili iken bu ülkedeki çoğu insan (sağ, sol, o, bu, şu) aslında elindekini tutuyor, koruyor, iddia ediyor ve dayatıyordur. Ve tek fark bunu başka konularda yapmamızdır.
(Ne düşündüğümüz ve nasıl düşündüğümüz, Metakognitif Terapi tarafından ele alınan bir konudur. Bilişsel ve üst bilişsel, bilgi işlemleme konularına dair bu mesele için ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler Adrian Wells’in kaynaklarından istifade edebilirler. Metakognisyon (üstbiliş) konusunu kendi klinik pratiğimden hareketle MKT teorileri bağlamında toplumsal ve siyasi meselelere uyarlamış bulunmaktayım.)