Nefes alamadığınız, su bulamadığınız, besin yetiştirmenin mümkün olmadığı, mikroplastiklerle dolu bir dünyanın size onurlu bir hayat şansı tanıyamayacağı açık. Bu nedenle sağlıklı çevre aslında diğer tüm insan haklarının yaşanabilmesi için de bir zorunluluk. Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BM) oturumunda sevindirici bir gelişme yaşandı. BM’de gerçekleştirilen oylama sonucunda, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevreye erişim evrensel insan hakkı olarak ilan edildi. Oylamada 161 ülke evet oyu kullanırken Belarus, Kamboçya, Çin, Etiyopya, Iran, Rusya, Kırgızistan ve Suriye olmak sekiz ülke ise çekimser oy kullandı. BM’nin almış olduğu karar uyarınca temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevreye erişim evrensel insan hakkı olarak kabul edildi. İnsan hakları kavramı hukuk felsefesi ve tarihinde farklı anlamlara sahip olsa da uluslararası alanda kabul görmüş tanımına göre insan hakları, insanın yalnızca insan olması sebebiyle sahip olduğu ve onurlu bir yaşam sürebilmesi için sahip olması gereken haklardır. Aslında bu açıdan bakıldığında sağlıklı çevreye erişim hakkının önemi daha da iyi anlaşılabilir. Zira nefes alamadığınız, su bulamadığınız, besin yetiştirmenin mümkün olmadığı, mikroplastiklerle dolu bir dünyanın size onurlu bir hayat şansı tanıyamayacağı açık. Bu nedenle sağlıklı çevre aslında diğer tüm insan haklarının yaşanabilmesi için de bir zorunluluk. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de kararı tarihi olarak nitelendirirken, dönüm noktasındaki bu gelişmenin devletlerin dünyanın karşı karşıya olduğu iklim krizi, biyolojik çeşitlilik kaybı ve kirlilikten oluşan üçlü krizi çözmek için birlikte hareket etmeye iteceğini de ekliyor. Açıkçası çevre hakkının bu seviyede tanınmasını önemli buluyorum. Çünkü çevre adaletsizliği dünyadaki adaletsizliklerden en büyüğü olma yolunda hızla ilerliyor. Bu karar ile çevresel adaletsizliklerin azaltılması, koruma farklarının kapatılması ve insanların, özellikle çevresel insan hakları aktivistlerinin, çocuklar, gençler, kadınlar ve yerli halklar gibi dahil kırılgan durumlarda olanların güçlendirilmesi konusunda faydalı olacağı görüşünde de Guterres’a katılmıyorum. Çünkü bu kararların yaptırım gücünün olduğunu söylemek mümkün değil ve devletler çevre sorunlarını genelde sorunu başka ülkeye ihraç ederek çözmeyi tercih ediyor. Örneğin kendi ülkelerindeki çöpleri çevre uygulama ve kısıtlamalarının daha düşük olduğu ülkelere ihraç ederek sorundan “kurtulmuş” oluyorlar. Bu da aslında iklim adaletsizliğini çözmek bir yana iklim adaletsizliğini artırıyor. Bu ilke kararı uyarınca üye devletlere çeşitli sorumluluklar yükleniyor. Buna göre devletlerin; (i) İnsan hakları yükümlülüklerini ve taahhütlerini yerine getirmek adına çevreyi korumaya yönelik kapasitelerini geliştirmek; diğer devletler, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, BM sisteminin geri kalan kurumları ve uluslararası ve bölgesel diğer organizasyonlar, kurumlar, Sözleşme Sekreterlikleri ve programları ile birlikte sivil toplum, ulusal insan hakları kurumları ve iş dünyası dâhil ilgili diğer devlet dışı paydaşlar ile güvenli, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının uygulanması konusunda her birinin yetkisiyle uyum içerisinde işbirliği kurmaları ve geliştirmeleri, (ii) Güvenli, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre oluşturmaya yönelik insan hakları yükümlülüklerini yerine getirirken, bilgi ve fikir alışverişinde bulunmak, insan haklarının korunması ve çevrenin korunması arasında eşgüdümlülük oluşturmak da dahil, bütüncül ve çok sektörlü yaklaşımı benimsemek ve çevreyi korumak adına gösterilen her türlü çabada aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliği dahil olmak üzere diğer insan hakları ve yükümlülüklerini de tam şekilde uygulamak gibi iyi uygulamaları yerine getirmeyi sürdürmeleri;
BMnin kararı etkileyici dursa da etkileri konusunda ne yazık ki emin değilim. Zira uluslararası hukukun genel olarak uygulanmasında çeşitli zorluklar var bilindiği gibi.
(iii) Biyoçeşitliliği ve ekosistemleri dikkate alarak, güvenli, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre adına gerekli politikaları benimsemeleri; (iv) Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin bütüncül ve çok sektörlü yapısını göz önünde bulundurarak, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin uygulanmasında ve takip eden sürecinde güvenli, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreden yararlanmaya ilişkin insan hakları yükümlülüklerini ve taahhütlerini dikkate almaya devam etmek ve bunları yerine getirmek için gereken çalışmaları yapmaları gerekiyor. Karar etkileyici dursa da etkileri konusunda ne yazık ki emin değilim. Zira uluslararası hukukun genel olarak uygulanmasında çeşitli zorluklar var bilindiği gibi. Bu nedenle bunun etkilerinin üzerine konuşmak için erken ama yine de Stockholm Konferansı olarak bilinen ve iklim mücadelesi ve çevre hakkının bu seviyedeki ilk tartışmasının başladığı konferansın 50. yılında bu kararın alınması çevreciler için sevindirici. Bundan sonra farklı ülkelerde anayasal değişiklikler ve kanun değişiklikleri göreceğiz. Türkiye 56. Madde ile Anayasa’da sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını tanınmış devletler arasında yer alıyor. BM kararı ile de bu hak ilk defa doğrudan, net ve küresel olarak insan haklarıyla ilintili hale gelmiş oldu. Çevre konularının yalnızca teknik olarak dikkate alınması şikayetçi olduğumuz bir konu ve sosyal etkiler ve haklarımız bakımından önemi de bundan sonra daha fazla vurgulanacaktır diye düşünüyor ve umuyorum. Ayrıca bunun bir hak olarak ele alınması mahkemeler önünde daha fazla çevre davası görmemizin de önünü açacak. Türkiye’de de temiz suya erişim ve temiz hava politikaları gibi konularda ne gibi gelişmeler göreceğimizi heyecanla bekliyoruz.