Önüm arkam sağım solum milliyetçi: Oynamak zorunda mıyım?

Abone Ol
Milliyetçilik de diğer birçok normatif değer gibi bir afyondur. Banal ya da real olduğuna bakılmaksızın farklılıklar üzerinde toplumları böler, parçalar ve çatıştırır. Hâlihazırda Erdoğan iktidarının da yaptığı bu değil mi? Bunu taklit etmenin kime ne yararı var? Mucizelere inanır mısınız? Ben inanırım. Kişisel hayatımın birçok dönüm noktasında olumlu anlamda mucize diyebileceğim çok şey olmuştur. Siyasetin de gerçek hayatın bir izdüşümü olduğunu düşünürsek siyasette de mucizeler olabilir. Bu bağlamda Pazar günü yapılacak seçimlerde kim bilir belki de bir mucize olur ve Kemal Kılıçdaroğlu her şeye karşın %50 üzerinde oy alarak Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı seçilebilir. Zor hatta çok zor ama mucize kavramından uzakta değil. Bunu yaşayıp göreceğiz ve 14 Mayıs bizlere gösterdi ki hiçbir seçim bitmeden sonuçlanmıyor. 28 Mayıs akşamı da seçim bitsin ve öyle konuşalım. Ama şu anda da konuşulacak bir şeyler var bence. Birileri çıkıp da ‘ama efendim bu seçim özel bir seçim bu nedenle bu düzenin değişmesi için her şeyi yapmak lazım’ diyebilir. Kendi pencerelerinden haklı da olabilirler. Ancak bir gerçekliği unutmamak lazım. Erdoğan gitsin diye aynı yemeğin farklı bir tabakta sunulmuş hâline neden evet demeliyiz? Burada birbirinden aynı rengin tonları şeklinde ayrılan milliyetçilik normlarından ve de onların temsilcilerinden bahsediyorum. Bir yandan Sinan Oğan ‘iktidar pastasından pay alacağız’ diyerek Recep Tayyip Erdoğan ile çıkarları üzerinden anlaşıyorken, diğer taraftan Kemal Kılıçdaroğlu her HDP’liyi terörist olarak gören Ümit Özdağ’a kırmızı halılar seriyor. Bir yandan Canan Kaftancıoğlu kaybedecek bir şeyimiz yok sert konuşacağız derken, mevcut iktidarın temsilcileri milliyetçilik sosları ile zenginleştirilmiş ve kendilerinin de inanmadıkları manipülasyonları ortaya saçıyorlar. Hepsinin içinde kendi kitlelerini büyütmek için kullanılan milliyetçi söylemler ve vaatler bulunmakta. Kısacası bir yandan önümüz arkamız sağımız solumuz milliyetçiler ile doluyken, diğer yandan milliyetçi siyasi aktörler hangi zarı atarlarsa atsınlar kazanıyorlar. Peki kaybeden kim? Milliyetçiliğin büyük bir zehir olduğunu İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya’sından biliyoruz. Hitler’in daha iktidara gelmeden kullandığı milliyetçi dili bastırmak için Paul von Hindenburg’un nasıl kendi çizgisinden çıkarak daha da milliyetçi bir dil ile halktaki nefret tohumlarını arttırdığını biliyoruz. Meraklısı bunu Wolfram Pyta’dan okuyabilir. Peki ne oluyor sonuçta? Halk bir yandan aşırı şekilde sağa kayarak milliyetçi bir yapıya bürünüyorken Hindenburg seçimleri sonunda kaybediyor. Kitleler aslı varken sahtesine tenezzül etmemeye başlıyor. Benzer bir hikâyeyi İletişim Yayınları da bastı. Meraklısı daha detaylı bir şekilde Sebastian Haffner’in ‘Bir Alman’ın Hikayesi’ni de okuyabilir. Fırtına öncesi Almanya’da milliyetçilik nasıl bir afyon hâline geliyor ve bu konuda nereler Türkiye ile benzeşiyor görebiliriz. Evet milliyetçilik de diğer birçok normatif değer gibi bir afyondur. Banal ya da real olduğuna bakılmaksızın farklılıklar üzerinde toplumları böler, parçalar ve çatıştırır. Hâlihazırda Erdoğan iktidarının da yaptığı bu değil mi? Bunu taklit etmenin kime ne yararı var? Hemen cevap vereyim. Kimseye bir yararı yok zira milliyetçilik kendini hızla faşizme dönüştürebilir ve zaman mekân değiştirse de bir şekilde kalıcı tahribat bırakabilir. Bu bağlamda da bir mermerden ziyade mozaik olan Türkiye için her ne kadar birleştirici bir tutkal olarak görülse de bir şekilde ayrıştırıcıdır. Beni takip edenler bilirler. Ben Kemal Bey’in adaylığına ilk baştan karşıydım ancak inanılmaz başarılı bir kampanya süreci yönetti ve kendisini çok takdir ettim. Son bir haftada ise seçimi alacağına neredeyse kesin gözü ile bakıyordum. Yurt dışında yaşayan bir siyaset bilimi doçenti olarak süreci okumaya doğru yerden başladım fakat sürecin sonunda yanlış bir öngörüde bulundum. İnsanım hata yapabilirim. Yaptım ve bununla da yüzleşiyorum. Ancak siyasilerin hataları kendilerini bağlamanın ötesinde toplumlarda yansımalara neden olur. Bu noktada ben ‘oynamıyorum’ diyebilirim başkaları diyemez. Başa dönelim. Dediğim gibi belki bir mucize olur ve seçimler tersine döner ama dönse bile her yanımızın milliyetçilik ve milliyetçiler ile çevrili olduğu bir ortamda bizler nasıl sağımızdan solumuza dönebiliriz, bunu cidden bilmiyorum. Oynamıyorum demek de çare değil ise ne yapmak lazım?