Önce içki, şimdi müzik; sırada ne var?

Abone Ol
İLGİSİZ AMA KEYFİ TASARRUFLAR Türkiye tüm dünya gibi Pandemi ile etkisinde. Tüm ülkeler Pandemi ile mücadele kapsamında halkın yararı için bazı kararlar alıyor ve uyguluyorlar. Türkiye’de de siyasi iktidar bu amaçla, başta sokağa çıkma kısıtlaması olmak üzere dönemsel kararlar alıyor. Alınan bu kararların bir kısmı Pandemi ile doğrudan ilgili iken bir kısmının hiç ilgisi yok. Mesela zaman zaman gündeme gelen içki yasağı bunlardan en öne çıkanı. Buna bir başkası eklendi. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son kabine toplantısından sonra pandemi kısıtlamaları ile ilgili açıklama yaparken; “1 Temmuz itibarıyla başlamak üzere sokağa çıkma kısıtlamalarını tümüyle kaldırıyoruz. Müzikle ilgili sınırlamayı da daha ileri bir saat olan 24.00'e çekiyoruz. Kusura bakmasınlar. Gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yoktur.” dedi. Evet,  içki satışına getirilen kısıtlama/yasak gibi müzik ile sınırlamayı 24.00’e çekmek de, keyfiliğin kurumsallaşması açısından tipik bir örnektir. Sokağa çıkma kısıtlamasının kaldırıldığı bir dönemde müziğin saat 24.00’de susturulmasının Pandemi ile mücadeleyle ilgili olmadığı açıktır. AMAÇ BELLİ Tıpkı içki fiyatının vergilerle arttırılması ve her fırsatın yasaklama için kullanılması gibi son müzikle ilgili kısıtlamada da hedef, siyasi iktidarın içinden geldiği kültürel kimliğin vaz ettiği yaşam tarzını ve ahlaki değerleri üst norm haline dönüştürerek yukarıdan aşağıya topluma empoze etmektir. Toplumu devletin sahip olduğu güç ve imkanlarla yukarıdan aşağıya dönüştürmeyi hedefleyen ve bu yönü ile toplumsal mühendislik projesi olan bu hedef kabul edelim ki, son yıllarda hayli mesafe kat etmiştir. Bu hedef, toplumu muhafazakârlaştırmak kadar özellikle kendi tabanının kalıcı yoksulluğa mahkum ederek; toplumun ekonomik olarak siyasi iktidara bağlı kılmaya dayanmaktadır. DİYANET, EĞİTİM VE MEDYANIN ÖZEL RÖLÜ Bu süreçte siyasi iktidarın devletin kaynak ve gücü dışında en operasyonel olarak kullandığı üç araç; “diyanet”, “eğitim” ve “medya”dır. Diyanet her yıl artan bütçesi ve artan personel sayısı ile toplumun tüm kılcal damarlarına girmekte ve bu toplumsal dönüşümün görünmez neferi gibi çalışmaktadır. Bunun yanında diyanet, inancın doğal bir sonucu olan dinsel çoğulculuğu yani farklı cemaat ve tarikatları da diyanet çatısında altında birleştirerek bir anlamda cemaatleri de devletleştirerek kendi hegemonyasına almaktadır. Bu hedefin ikinci önemli bir aracı da kuşkusuz eğitimtir. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz yıl eğitim konusunda hedefini; “Önümüzdeki dönemde önceliğimiz aileden başlayarak çocuklarımızı hakkıyla yetiştirmek şarttır. … Bu değişim sıradan müfredat tadilatından ziyade topyekun eğitim-öğretim reformu gerektirir.” şeklinde özetledi. Bu aşamada yapılmak istenen eğitimde reform değil, ideolojik tercihe dayanan yeni bir eğitim sistemidir. Genel liselerin imam hatiplere dönüştürülmesi, tüm okullara kendilerine ideolojik olarak yakın müdürlerin atanması, müfredatın bilimsellikten uzaklaşarak dinselleştirilmesi gibi adımlar, eğitim gören gençleri dünya ile rekabetten kopararak, ailelerinin yoksulluğuna mahkûm eden adımlardır. Bu açıdan eğitim, gençleri ekonomik olarak kalıcı yoksulluğun parçası yaparken ideolojik olarak da iktidarın parçası yapmayı hedeflemektedir. Son olarak medyaya değinelim. Bugün siyasi iktidar, medyanın yüzde 95’ni kontrol etmektedir. Buna rağmen Erdoğan; “Medyamız en modern alt yapıya sahip ama bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor. İlimde, sanatta, kültürde benzer sıkıntılarla karşı karşıyayız. Dünyaya kendimizi anlatamıyoruz.” çıkışı bi anlamda başarısızlığın itirafıdır. Kontrol edilen bu yüzde 95’lik medya, bir tür “kapalı devre yayın sistemi” ile izleyenlerine gerçek olmayan bir Türkiye’yi anlatmaktadırlar. Toplumun bir kesimi için anlatılanlar gerçek kabul edilmesinde bu medyanın önemli yeri vardır. Ama sorun, bu algının gerçek olmamasıdır. Görünen o ki, siyasi iktidar kurumsallaştırdığı keyfiliği sonuna kadar kullanacak gibi. Siyasi iktidarın toplumu yukardan aşağıya dönüştürme hedefi adım adım ilerlerken; son soruyu kendilerini ideolojik olarak “ulusalcı” ve “milliyetçi” tanımlayanlara sormak geriyor; sizlerin devletin ve toplumun muhafazakârlaştırılması hedefine bir itirazınız yok mu?