Onarıcı adalete dair iki örnek: Zorluklar, imkanlar, yapabilirlikler

Abone Ol
Türkiye cezalandırıcı yollarda ısrar ede dursun, onarıcı adalet en azından İtalya ve İskoçya’da uygulanma yolunda ilerliyor. Ne zaman işlenmiş olursa olsun, organize suçlar ve terör suçları dahil, yeter ki iki taraf da rıza göstersin.

Loading...

23-25 Haziran 2022 tarihinde Avrupa Onarıcı Adalet Forumu’nun iki senede bir yapılan (ama covid salgını nedeniyle iki kez ertelenmiş) toplantısına katıldım. Bu konuyu ve mevcut ceza yargılamadan farkını daha önceki iki yazıda ele almıştım. Onarıcı adalet, bir eylemden doğan zarar veya zarar riskini, o eylemden etkilenen tarafları bir araya getirerek, söz konusu zararın veya yanlışın onarılmasını sağlayarak, adalete ulaşmayı hedefliyor. Bunu yapmak için onarıcı çemberler, mağdur fail arabuluculuğu ve başka yöntemler de mevcut. Bir başka deyişle, bu yaklaşımın ceza yargılamasından en büyük farkı, eylemdeki tüm sorumluluğu “suç işleyen”e atarak; ona bir ceza “keserek”; kanunun uygulanmasıyla adalet otomatikman yerine geliyormuş gibi bakmamak. Türkiye hala cezalandırıcı yollarda ısrar ede dursun, burada öğrendiğim üzere, onarıcı adalet en azından İtalya ve İskoçya’da tüm suçlarda uygulanma yolunda ilerliyor. Üstelik sadece adi suçlardan bahsetmiyorum, ne zaman işlenmiş olurlarsa olsunlar, organize suçlar, terör suçları bakımından da böyle, yeter ki iki taraf da rıza göstersin. Bu Türkiye için çok radikal görülebilir. Diğer yandan Türkiye’de onarıcı adaletin özellikle toplumsal-siyasal veya terör meselelerindeki kısmı, biraz daha biliniyor. Buradan bakıldığında Forum’da izlediğim panel ve ziyaretlerden, ikisi hakkında özellikle bahsetmek isterim. Birincisi, “karşılaşmaların karşılaşması” adını taşıyordu. Eşlerini İspanya’nın Bask bölgesindeki terör örgütü ETA nedeniyle kaybetmiş iki kadın ve eski bir ETA üyesi; İtalya’daki Kızıl Tugaylar içinde bulunmuş birisi ve kaçırılıp öldürülen İtalyan Başbakanı Aldo Mori’nin kızı; Kuzey İrlanda’da illegal Protestan yapılanmalarda bulunmuş kişilerden oluşan failler ve mağdurlar bir aradaydı. Aradan geçen bunca zamana ve barışa rağmen, bu kişilerin güvenlik nedeniyle fotoğraflarının çekilmesi istenmediği gibi, isimlerinin de kitapçıkta yer almadığını özellikle belirtmek isterim. Eski terör yapılanması üyelerinin hepsinin cezaevinde zaman geçirdiklerini söylemek de gerek her ne kadar ille de karşılarındaki mağdur ailesinin acısına bizzat sebep olmuş olmasalar da. Ancak onarıcı adalet bakımından önemli olanın iki ayaklı olduğunu tekrar gördüm. İçinde bulunduğu grubun ve kendisinin faaliyetlerinin neden olduğu acıyı gören, buna dair sorumluluk üstlenen eski failler ayağı. Bir de yaşadığı kaybının arkasındaki insanı merak eden, sorularına cevap arayan mağdurlar. Buna benzer bir örneği babası, IRA’nın koyduğu bir bomba ile öldürülmüş ve daha sonra bombayı koyan ve serbest kalan Pat Magee ile tanışan ve yıllardır onunla birlikte konuşmalara çıkarak, affetme ve empatiden bahseden Jo Berry’nin hikayesinde de aktarmıştım. Her biri konuşmasında farklı şeyler söyledi. Ama önemli noktalardan birisi, mağdurların değindiği ortak insanlık vurgusu kadar, affetme olmaksızın durulan noktanın tasviriydi. Nefretin sonsuza değin getirdiği acı ve kişiyi sonsuza değin kurban durumuna soktuğu, bir zaman tünelinde herhangi bir ümit olmaksızın dondurulmuş gibi bir durum yaratmak olarak aktarıldı. Bir başkası, kendi çocuklarının babası ölmüş olsa da, eylemi yapan kişinin hayatta eylemi dışında bir de baba rolünün olabileceğini görmekten bahsetti. Yine başkası “ben çocuklarıma nefret aktarmayacağım” duygusundan bahsetti. İlk başta şüphe olsa bile, karşısındakinin gerçek ve içtenliği ile karşılaşınca, kapıların açıldığı söylendi. Diğer yandan, Jo Berry ile podcastte onunla konuşma imkanı bulduğumda, herkesin bunu yapmasının mümkün olmayabileceği, böyle hissetmeyenlere de saygısının olduğu yönündeydi. Zira kendisi de ilk başta kendi içinde yaşadığı “babama ihanet ediyorum” duygusundan bahsetmişti. İkinci ele almak istediğim konu ise, konferansın yapıldığı Sardinya adasının İtalya’daki birçok cezaevinin bulunduğu bir yer olması nedeniyle, bu cezaevlerinden birinde yürüyen bir onarıcı adalet projesi. İzole, uzak bir adaya cezaevi kurmak devletin işine gelirken, iş imkanı sağlaması adalıların burada çalışmayı tercih etmesini sağlıyor. Oysa bu tarz mekanlar hükümlülerin aileleri için erişimi zor ve aile bağlarının devam etmesine katkı sunmuyorlar. Nitekim bir adada olmasına rağmen, denizden oldukça uzakta, adeta kuş uçmaz kervan geçmez Nuoro isimli yerde kurulmuş olan bu yüksek güvenlikli cezaevinin içine ve dışına gezi düzenlenmişti. Uzun yıllar öğrencilerimle cezaevinde çalıştığım, yüksek güvenlikli veya başka tip bir çok cezaevi görmüş olduğum için -hem Türkiye hem de başka ülkede- açıkçası cezaevinin içine gitmeyi pek istemedim. Bunun yerine cezaevinin içinde olmayan, bu cezaevinden çıkanlar için geliştirilmiş olan bir onarıcı adalet projesinin yürütüldüğü yere gitmeyi tercih ettim. Burası hükümlülerin ailelerinin engelli veya uzaklardan küçük çocukla geldiklerinde dinlenebilmeleri, ziyarete dek onları oyalayabilmeleri için vakit geçirecekleri bir mekan da içeriyordu. Gruplara bölünerek, dört grup insanla konuştuk. Bir kısmı lise ve üniversite öğrencileriydi ve cezaevinden çıkmış kişilerle temas ediyor, birlikte şehirde projeler yapıyorlardı. Cezaevleri ve cezaevlerine girenlerle ilgili fikirleri -herkesin bunca zaman sonra ikinci bir şansı hak ettiği gibi- değişmişti. Bir başka grupta cezaevinde uzun süre kalmış ve denetimli olarak bırakılmış kişiler vardı. Birisinin 25 yıl diğerinin 33 yıl hiç bırakılmadan cezaevinde kaldığını söylemeli. Yaşlı adamlara dönüşmüş bu iki kişinin aileleri vardı, birisi söz konusu yerde kalırken diğeri geceleri cezaevine geri gidiyordu. Başka bir grupta cezaevindeyken ilkokul sonrası tüm eğitimini tamamlamış birisi vardı. Ailelere ayrıldığını aktardığım misafirhanede, daha o gün serbest bırakılmış ve ailesi olmayan başka birisine de rastladık. İntikama maruz kalma korkusuyla memleketine geri gidemiyordu ve kendi ayakları üstünde durana dek orada kalacaktı. Bunca zamanı cezaevinde geçirmiş, altmış yaşında birisi ne yaparak kendi ayaklarının üzerinde duracak sorusu akla geliyor. Nitekim, ziyaret bittiğinde, ziyaretin sosyal kısmına katılmak istememişti. Cezaevinden o gün çıkmış birisinin açık büfeden bir şeyler yiyerek, insanlarla olmak isteyeceğini düşünüyor insan. Oysa tam tersine, otuza yakın insan ona kalabalık gelebilir; insanlarla cezaevi dışında konuşacak bir şey bulamayabilir. Daha önce dile getirdiğim, cezaevinin kişide yarattığı tüm olumsuz hususları hatırladıkça, buna şaşırmamalıyım belki de. Son grupta ise, birisi eşini diğeri kardeşini kaybetmiş iki tane yaşlı kadın vardı. Onlar da bize mağdurun gözünden bu süreci aktarmak için oradaydı. Hikayelerini tam tarihi ve anıyla anlatıyorlardı. Hatta bir yerde kadın, yanındakine dönerek “burada hep kötü oluyorum” dedi. Gözünden yaşlar geldi. Dahası, iki kadının da sevdiklerini öldüren kişiler bulunamamıştı. Bu farklı insanların ortak noktası şu ki, hepsi onarıcı adalet nedir; hangi temel fikirlere yaslanır öğrenmişti; bazıları affetmeye; bazıları hata ve sorumluluk kelimelerine; bazıları topluma düşen göreve vurgu yapıyordu.  Bunlar ne kadar olumlu olsa da, aslında onarıcı adalet ancak buradaki failler işledikleri suçun mağdurları ile bir araya gelmiş, onlardan af dilemiş, sorumluluk üstlenmiş olsaydı ve mağdurlar da onlarla konuşmak istemiş olsaydı yerine gelecekti. Aksi takdirde tüm bunlar onarıcı sosa bulanmış bir denetimli serbestlik süreci gibi görünüyor. Ancak cezaevinin olumsuzluğu, orada geçirilen sürenin uzunluğu gibi şeyleri hatırlayınca bir tarafım “buna da şükür” demiyor değil.