Bir diğer başkaldırı yöntemi de sanattır. Absürt olana absürt olanla cevap vermek gerekir. Saçmalığın dilinden sanat anlar. Sanat, gerçekliğe karşı ciddi bir başkaldırı yöntemidir. Farklı açılardan yaşama bakmaya yüreklendirir diğerlerini.Peki ya umut olabilir mi cevap? Camus, bu noktada kötümser bir filozoftur. Ona göre, bu dünyadan sıyrılıp engin maviliklerin hep güneşli günlerin hâkim olduğu yeni bir dünyanın hayalini sürekli beslemek hatalıdır. Umutsuzluk tüm yaşam belirtilerini elimizden alsa da buna rağmen direnebilmektir önemli olan. Umutsuzluğunun farkına varmış kişi, süsle püsle donatılmış gelecek koridorlarında yürümez artık. Sert gerçek canını acıtsa da çaba göstermesi gerektiği bir düzlemde olduğunun farkına varır. Geriye ne kalıyor Camus’nün denkleminde biliyor musunuz? Başkaldırı! “Düşünüyorum o hâlde varım.” diyen Descartes’in önermesi “Başkaldırıyorum, o hâlde varım.” cümlesine dönüşür. Ama nasıl başkaldırır insan bu saçma düzenin içinde? Camus’ye göre başkaldıran insan, önce içinde bulunduğu yaşamın saçmalığını kabul etmelidir. Kişi, anlamsızlığın farkına vardığında her şey anlam kazanır. İlk aşama o anki düzene onay vermektir. Bu, sanki kaderini kabullenmiş zavallı birinin sürekli evet diyerek, çaresizliğini anlatıyormuş gibi gözükebilir. Oysa Camus, gerektiğinde durum ve koşullara hayır diyebilmenin başkaldırı olduğunu ekler. Hayır sihirli bir kelimedir her zaman. Kelime, durumda bir haksızlığın olduğunu anlatır. Hayır kelimesi, kendini ezen düzene ezilemeyeceğini anlatan büyülü bir kelimedir. Bir diğer başkaldırı yöntemi de sanattır. Absürt olana absürt olanla cevap vermek gerekir. Saçmalığın dilinden sanat anlar. Sanat, gerçekliğe karşı ciddi bir başkaldırı yöntemidir. Farklı açılardan yaşama bakmaya yüreklendirir diğerlerini. Evrensel olanı içinde saklayanının ürettiği figürler dışarıya aktarılır ve böylece bilinçlenme ve bilinçlendirme başlar. Etkiler sanat. O yüzden başkaldıran insan anlam üretmek için bilimin sanatın kıyısından ayrılmamalıdır. Bilim fanatikliğinden arınarak yapılınca ve özgür zihinlerin yarattıklarıyla zafer kazanır insan tıpkı Sisifos gibi. İfade özgürlüğümüzün balta girmemiş tek ormanıdır sanat. Absürde başkaldırmanın türlü türlü başka şekilleri de var elbet. Camus o kadar ilham veren bir filozof ki insana nasıl yazgısını sevip nasıl başkaldıracağını anlatıyor her seferinde. Daha çok konuşacağız... --- [1] Sisifos Söyleni, Albert Camus, s.58.
Ölelim mi yoksa?
Camus’nün denkleminde ne var biliyor musunuz? Başkaldırı! “Düşünüyorum o hâlde varım.” diyen Descartes’in önermesi “Başkaldırıyorum, o hâlde varım.” cümlesine dönüşür. Ama nasıl başkaldırır insan bu saçma düzenin içinde?
Pandora o kutuda umudu bırakmıştı ama bazen umut etmek yaşadığımız anlamsızlığı alt etmeye yetmiyor. Umut bazılarına göre tanrıların işi, cesaret veriyor yüreklendiriyor ama işin başka bir yüzü de var. Albert Camus’un düşünceleri çerçevesinde ele aldığım bu yazı, yaşadığımız ortak trajediye ve karmaşaya karşı yol gösterici olabilir belki.
Sisifos’un mitosu, Camus’un saçma felsefesinin de özeti gibi. Antik Yunan efsanesi şöyle: Sisifos hilekâr, kurnaz ve oyunbozan bir kraldır. Tanrıları kandırmaya kalkınca tanrılar tarafından cezalandırılır. Hades’in yeraltı dünyasında ağırca bir kayayı tepenin en yüksek noktasına taşımak zorunda kalır. Ama öyle ki zirveye ulaştığında kaya aşağıya düşer ve bu sonsuza kadar devam eder. Bu tam olarak saçmadır: Sürekli tekrar eden ve anlamsız olan bir işin içinde debelenip durmak. Ne için ve niye? Ama Sisifos vazgeçmez yaşam isteğini kaybetmez, o kayayı defalarca tepeye taşımaya devam eder. Kaderin içine hapsolmuş bu adam yaptığı eylem ile başkaldırır, iradesini ortaya koyar. Bu, onun ezici zaferidir!
Camus, insanın saçmanın içine doğduğunu öyle güzel anlatıyor ki, şöyle diyor: “Ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydım, bu yaşamın bir anlamı olurdu, daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı, çünkü dünyadan bir parça olurdum. Bu dünya olurdum, oysa şimdi tüm yakınlık gereksinimle onun karşısındayım...”[1] Evet, aklıyla övünen insan yaşadığı doğaya ve içinde bulunduğu düzene oldukça yabancı. Ve çoğumuz da kendine yarattığı dünyanın saçmalığından bihaber.
Her gün tekrarlayan rutinimiz de saçma değil mi? Fakat tekrar içindeyken bir gün insan sorar: Neden? İşte her şey bu bıkkınlıkla ve ona eşlik eden bir ruh sıkıntısıyla başlar. Beklentilerimiz ve dünyanın bize sundukları arasında bir uçurum vardır. Ve bunu farkettiğimizde uyumsuzluğumuzun farkında olup uçurumu aşamayacağımızı anladığımızda saçma bilincine biz de dahil oluruz. Gerçek canımızı acıtır, içine bir türlü giremediğimiz bir fanusa bakan bir yabancı gibi yaşarız hayatı. Sisifos’un modern bir versiyonu olarak, çelişki içinde o sarmalda biz de kayboluruz.
Bu noktada yapılabilecekleri sıralar filozof. İlk seçenek ölümü seçmektir yani intihar. İntihar bu çürük düzene verilebilecek sıradışı bir cevap gibi görülebilir. “Ve insan başkaldırır, ölmeyi seçer.” diye biten bir cümle, aykırı bir eylem gibi gözükebilir. Oysa Camus’a göre intihar basit bir şekilde, “Ben artık seninle başedemiyorum hayat, bana bir kaç gömlek büyüksün” demektir. Kesinlikle iyileşmenin yolu değildir. Tam aksine yaşamın reddi, bir razı oluş, çaresizliğini kabullenmedir. Korkunç olacağına inanılan bir gelecek düşüncesini baştan satın alıp, gerilemeye dönük büyük ve olumsuz bir sıçramadır.