Loading...
Olağanüstü demokratik siyaset
İçinde bulunduğumuz yönetim biçiminin neden yeni bir rejim değil de “durum” olduğunu irdeleyelim. İktidar tarafında da taşlar yerine oturmuş, dengeler oluşmuş değil.
Muhalefet cenahında işlerin son zamanlarda pek de iyi gitmediği bu aralar oldukça sık dillendiriliyor. Birçok eleştiri abartılı veya üslubu yanlış olabilir. Veya kötü niyetli olabilir. Ama görünen köy de kılavuz istemez.
Buradaki başarı kıstasını ise daha en baştan açıkça belirtelim: önce iktidarı değiştirmek sonra da ülkede demokrasi ve dirliği yeniden inşa etmek. Bu umut yükseliyorsa başarıdan söz etmek mümkün. Yükselmiyor olduğu yerde duruyor veya azalıyorsa başarıdan söz etmek mümkün değil.
Bu kadar kötü ve göz göre göre çoğunluğun aleyhine yönetilen bir ülkede muhalefetin açık ara önde olması gerekir. Gerek siyasetçilerin gerekse tabanın son derece heyecanlı olması gerekir. Neden? Çünkü eğer muhalefet bir demokrasi koalisyonu şeklinde, doğru kadrolar ve programla kazanırsa birçok şeyi yeniden yazabileceğimiz ve onarabileceğimiz yeni ve muştulu bir döneme girebiliriz. Yeni ve çok daha adil ve katılımcı bir toplumsal sözleşme yazmak mümkün.
Ama böyle görmüyor ve hissetmiyoruz, neden? Oysa 2019’dan beri muhalefet başta Millet İttifakı ve Altılı masa olmak üzere çok önemli işler de başardı. Şu anda yeni ve çok daha demokratik bir anayasa da hazırlıyor, bir ekonomik ayağa kalkma programı üzerinde de çalışıyor.
Kenarda durup işler iyi gitmiyor demenin kendi başına hiçbir anlamı yok. Veya siyaset denen gerçeği yok sayıp bilinen doğruları sıralamanın. Mesele teşhis koyup çözüm ve politika önermekte.
Peki senin teşhisin ne diyeceksiniz haklı olarak. Konuya farklı açılardan yaklaşılabilir tabii. Ama kısaca ifade etmek gerekirse, bir vatandaş, siyaset bilimci ve siyasal iktisatçı olarak benimki şu:
Türkiye uzun zamandır, belki 2013-2014’den beri demokrasi ve hukukun askıya alındığı olağanüstü bir durum içinde yaşıyor ve olağanüstü bir otoriter siyasetle yönetiliyor. Ama bunun karşısına muhalefet olağanüstü bir demokratik siyaset çıkarabilmiş değil.
Önce olağanüstü otoriter siyasetten ne kast ettiğimi anlatayım. Demokrasi ve hukukun ülkemizde yereleşmiş kurum ve normları askıya alınmış durumda. Yasalar ya uygulanmıyor, ya kötüye kullanılıyor, veya (eğer iktidarın işine geliyor ya da iktidarı etkilemiyorsa) uygulanıyor. Peki iktidarın hukuksuzluğu ve kendisi toplumda neden yeterince sorgulanmıyor? Çünkü sorgulanmaya başladığı her zaman toplumun önüne son derece örgütlü bir biçimde bir tür beka sorunu çıkarılıyor. Yani normal siyasette kabul göremeyecek tüm eylemler olağandışı bir aciliyet ve zorunluluk iddiasıyla meşrulaştırılıyor. Devlet, millet, aile, din her neyse “onun ayakta kalması için bunları yapmamız lazım sabredin” deniyor. Son yirmi yılki kazanımların yok olmaması için bu dönemde böyle yapmamız gerek deniyor. Sorgulayanlar da hainlikle suçlanarak beka sorunu algısını güçlendirmekte kullanılıyor. Normal siyasette iktidarın değişmesi, belli bir muhalefetin varlığı, hukukun işletilmesi varoluşsal bir sorun değildir. Ama böyle yansıtılıyor ve iktidarın elindeki medya ve devlet gücü sayesinde sadece iktidarın destekçileri değil muhalif tabanda da azımsanmayacak derecede satın alınıyor.
Ve bu otoriter siyaseti yürütenler, en azından liderleri, bu siyasete sıkı sıkıya sarılmış durumda. Devletin ve milletin olmasa da kendi iktidarlarının beka sorununa yürekten ve sıkı sıkıya inanmış durumdalar. Kendi adlarına samimi ve tutarlı bir beka siyaseti yürütüyorlar.
Bunun karşısına kendi misyonunu gerçekten anlamış ve yürekten inanmış bir demokratik muhalefetin çıkması gerekiyor.
Olağanüstü durum siyaseti yapan otoriter bir iktidarı ancak demokratik rejimi yeniden ve daha iyi inşa etmek için olağanüstü siyaset yapan bir muhalefet değiştirebilir. Bu misyonun önce gelmesi, parti, kişi veya ideolojinin sonra gelmesi gerekiyor. Normal siyasette meşru egoları, ideolojik öncelikleri ve iş yapma biçimlerini, demokrasi ve hukuku yeniden inşa ettikten ve normal siyasete geçtikten sonraya ötelemesi gerekiyor. Bu kararlılığı yansıtan bir söylem ve organizasyon üretmesi elzem.
İş dünyasından işçilere, gençlere ve kadınlara toplumun çoğunluğunun bu misyona inanması ve dahil olması gerek.
Peki ama siyasetin olmazsa olması olan, “kimin öncülüğünde ve hangi organizasyonla” sorularının yanıtları?
Muhalefet iktidara geldikten sonra da işi kolay olmayacak ve çok sıkı bir koordinasyon içinde çalışması gerekecek. Bunu yapabileceğini şimdiden göstermesi gerek.
Örneğin Altılı Masa’nın bir sözcüsü yok. Partilerin kendi sözcüleri var ama Altılı Masa’nın yok. Normal siyasette bu anlaşılır. Çünkü herbir partinin kendi hedefleri açısından tercih edilmeyebilir. Ama demokratik olağanüstü siyasette kabul edilemez. Dönüşümlü de olsa, kolektif de olsa, topluma misyonunu anlatan ve aynen iktidarda imişçesine güncel ve acil olaylara tepki veren bir sözcülük ve arkasında koordinasyon mekanizmasına ihtiyaç var.
Adaylık konusuna da benzer bir şekilde yaklaşılmalı. Örneğin Cumhuriyet tarihi boyunca seçimlere yardımcısı veya yardımcılarıyla girmiş liderlerimiz yok. Halefini kendi eliyle hazırlayan bir siyasal liderimiz yok. Bu dönemde yeni şeyler söyleyen ve yapan liderlerin alkışlanacağına inanıyorum.
Bir diğer konuysa iktidarın beka siyaseti kurmak için kullandığı konularda topluma farklı bir vizyon ve gelecek sunabilmek.
2015 Haziran Kasım arasından farklı olarak toplumun önemli bir kısmı artık korku ve şaşkınlıkla değil öfke, şüphe ve tepkiyle yaklaşıyor. İktidara karşı "beni koru" duygusundan çok "niye korumuyorsun?” ve “niye her kaybedebileceğin her seçim öncesinde terör azıyor?" tepkileri öne çıkıyor. İçişleri Bakanı'nın ve iktidarın tutarsız açıklamaları kuşkuyla karşılanıyor ve sorgulanıyor.
Muhalefetin bu duyguyu temsil etmesi gerek. En yüksek sesle "güvenilir devleti ve iktidarı kaybetmekten korkmayan siyaseti inşa etmek için bir aradayız" demesi ve bunu nasıl yapacağını anlatması önemli.
Keza muhalefet elbette terörle mücadeleyi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni desteleyecek. Ama bunu yaptığı her cümlede, aynı zamanda yeni bir gelecek, ulusal çıkar, güvenlik ve barış vizyonu da sunmalı.
Son olarak, içinde bulunduğumuz yönetim biçiminin neden yeni bir rejim değil de “durum” olduğunu irdeleyelim. İktidar tarafında da taşlar yerine oturmuş, dengeler oluşmuş değil. Şu anda Türkiye’yi tam olarak kim veya hangi parti yönetiyor? Kritik kararları kim veriyor ve gerçek iktidar kime ait? AKP mi MHP mi? Erdoğan mı, Süleyman Soylu mu? Başka bir güç mü? Sabık bakan Albayrak’ın ifadesiyle “at izi it izine karıştı”ysa eğer, burada kastedilenler kimler?
Siyaset biliminin en önemli soruları, kim yönetiyor ve yönetilenler yönetilmeyi neden kabul ediyor soruları. Bu sorunun ülke düzeyindeki yanıtı ise o ülkedeki siyasal rejimi tarif eder. Bu yanıt Türkiye’de iktidar açısından verilebilmiş değil. Önümüzdeki seçimlerde eğer bir şekilde kazanmayı başarırsa da verip veremeyeceği veya nasıl vereceği belirsiz. Türkiye’nin geleceği muhalefetin elinde.