Olağan gündem

Abone Ol
Masallar gerçeklerden beslenir. “Borular çalınarak” çağrı yapılan çocuklar, Fareli Köyün Kavalcısı ve Hameln’den alınan 130 çocuk! Peki, bu hikâye-gerçek karışımı satırların ülke gündemi ile alakası nedir? Bir alakası yoktur. Ülkemizin gündemi olağandır. Ülkemizin yaz günleri olağan bir gündeme sahiptir. Son günün gündemi -politik haberler hariç- şu şekildeydi:
  • Eskişehir'de kızılçam ormanında yangın.
  • Çaycuma'da sel sularına kapılan Hüseyin Topçuoğlu'nun cansız bedenini oğlu buldu.
  • Muğla'da Yatağan Belediyesinin kamu mülkiyetindeki zeytinlikleri satma çabası yurttaşların tepkileri sonrası sonuçsuz kaldı.
  • İstanbul'da barajların doluluk oranı yüzde 42,14 olarak ölçüldü.
  • Mersin'de orman yangını 6 saatte söndürüldü; 51 dönümlük alan zarar gördü.
  • Tuzla’da hafriyat kamyonu devrildi.
  • Ordu'da sağanak su baskınlarına yol açtı, sel nedeniyle 1 kadın kayboldu.
  • Aliağa ve Menderes'teki orman yangınları kontrol altına alındı: 12 kişi yangından etkilendi.
  • Beton pompasının kırılan kolunun altında kalan 1 çocuk öldü, 2 kişi yaralandı.
  • Giresun'da sağanak sonrası fabrikada göçük: 2 işçi kurtarıldı, 1 işçi mahsur.
  • Çankırı'da şap hastalığı nedeniyle hayvan pazarı kapatıldı.
  • Giresun'da şiddetli yağış etkili oluyor: Dere taştı, mahalleyi su bastı.
  • Sakarya'da fabrikada kimyasaldan etkilenen 47 işçi hastaneye başvurdu.
  • Ağrı’da bir imam ‘çocuğa cinsel istismar’dan tutuklandı.
Son haberi, artık olağanlaştığı için ekledim. “Böyle gündem mi olur?” demeyin, ülkemizin tek gününün gündemi budur ve bu gündem olağanlaşmıştır. Daha da kötüsü kabullenilmiştir. O yüzden, boş verin gündemi, ben size bir hikâye anlatayım. Benim yaşımdakiler (40-50) hatırlayacaktır, rahmetli Turgut Özal, propaganda videosunda, kullandığı arabayla köprüyü geçerken Semra Özal’a dönüp “hanım, bir kaset koy da neşemizi bulalım,” demişti. Ne mutlu onlara ki, sayelerinde toplumuz, her şart altında neşesini ve çıkarını arayan kuru bir kalabalığa dönüştü. Efendim, hikâye şöyle: Bazı masalların tuhaf bir biçimde çocukları tedirgin ettiğini görürsünüz. Grimm kardeşlerin 1800’lü yılların başında bastırdıkları “Çocuk ve Yuva Masalları” adlı kitabının içerisinde yer alan “Fareli Köyün Kavalcısı” bunlardan biridir. İlk bakışta, diğer öykülerden farkı yokmuş gibi görünen masalın son derece basit olduğu bilinir. Kedileri kovulan bir köyü fareler basıp sokakları ve evleri istifa ederler. İnsanlar onlardan bıkmışken, renkli giysileriyle bir adam köye gelir. Para karşılığında, kavalını çalarak köyü, farelerden kurtarabileceğini söyler. Teklifi kabul edilince kavalını üflemeye başlar. Sesin büyüsüne kapılan fareler, onun peşinden köyün yakınındaki nehre sürüklenir. Farelerin boğulmasıyla birlikte masalın mutlu sonla biteceği düşünülür. Oysa yeni başlayan hikâye trajik bir kapıdan, karanlık bir tünele doğru süzülür. O tünelin ucunda, sözünü tutmayan halkı, buna öfkelendiği için müzik aletini bir kez daha dudaklarına götüren kavalcıyı ve peşindeki çocukları, görürüz. Adam, tıpkı fareler gibi sesin büyüsüne kapılan çocukları köyün dışına çıkarıp sakladıktan sonra, geri dönüp parasını almak koşuluyla onları teslim edebileceğini söyler. Kendisine derhal, bir kese içerisinde çil çil altınlar sunulur. Ne var ki olan olur, köyden ayrılan adamın sakladığı çocuklar bir daha asla bulunamamıştır. Köyü saran fareler... Bir Orta çağ hikâyesi olan “Fareli Köyün Kavalcısı” dönem hakkında ince detaylar sunar. “Avrupa’nın karanlık yıllarında” kedilerin şeytanla özdeş canlılar sayıldığı bilinir. Kentleri farelerin basması ve vebanın yayılması, onların ortadan kaldırılmalarının doğal bir sonucudur. Açıkçası, bu çocuk hikâyesinin varoluşu da bu temel üzerinde şekillenir.
Tarihin en büyük hareketlerinden biri sayılan Haçlı Seferleri iki yüz yıla yakın bir süre yeryüzünü kan ve gözyaşına boğup taş üstünde taş bırakmaz. 1096-1291 yılları arasında gerçekleşen “Çocuk Haçlıların” seferini ise, ayrı bir başlık altında incelemek gerekir.
Bununla birlikte masal daha sert tarihi gerçekleri de ortaya çıkarır. 19.yüzyılın önemli Fransız ressamı Gustave Dore’nin yine konusu “çocuklar” olan gravürün üzerinden okutmak anlamlı olur. Gravürde, akın akın sokakları dolduran yeni yetmelerle birlikte onları acıyla seyreden anneleri bulunur. Dönemleri birbirlerinden çok farklı olan iki sanat eseri de aynı acımasız şeyle sadece çocukların dahil olduğu Haçlı Seferi’yle ilgilidir. Çocuk Haçlılar Batı dünyasının içinde bulunduğu sefaleti, kutsal bir amaca yükleyince ortaya Haçlı Seferleri çıkar. Tarihin en büyük hareketlerinden biri sayılan Haçlı Seferleri iki yüz yıla yakın bir süre yeryüzünü kan ve gözyaşına boğup taş üstünde taş bırakmaz. 1096-1291 yılları arasında gerçekleşen “Çocuk Haçlıların” seferini ise, ayrı bir başlık altında incelemek gerekir. Avrupa’nın iki ayrı ülkesinde “aynı anda” kışkırtılan çocuklar, kendi aralarında örgütlenmeye başlar. Çocukları kandırmak daha kolaydır! Oyun, 1212 yılında, Fransa’da Stephan, Almanya’da ise Nicholas isimli iki çocuk üzerinden oynanır. Öyküleri aynıdır. 12 yaşındaki Fransız çoban Stephan, düşünde Hz. İsa’nın ona, “Yaşıtlarınla birlik olup Kutsal Topraklara git” diye emir verdiğinden söz eder. Çocuk, etkisinde kaldığı rüyayla kısa süre içerisinde başkalarını da etkiler. Vaazlar vermeye başlar. Kendisini dinleyenlerin sayısı her geçen gün artar. Stephan, sadece çocukları değil, yetişkinleri de büyüler. Fransa’nın dört bir yanından gelen çocuklar onun önderliğinde toplanır. Artık “kutsal savaşta” söz onlarındır. Çocuklardan oluşan Haçlı Ordusu’nda hem yoksul hem de zengin ailelerin kız ve oğulları vardır. Uzun yol, sıcak hava, açlık ve susuzluk... Çok geçmeden inanç hayal kırıklığı ve korkuya dönüşür. Sayıları azalan çocuklar, önderleri Stephan’ın, Hz. Musa gibi denizi ikiye ayırmasını beklerler. Bunun mümkün olmadığını anlayanlar ise, evlerine dönmek isterler. Aralarında çok azının ailelerine ulaşabildiği bilinir. Kalanlar, kendilerini Akka Limanı’na karşılıksız taşıyabileceklerini söyleyen iki tüccarla karşılaşırlar. Böylece çocuklar gemilere doluşur. Çok uzun süre onlarla ilgili en ufak bir ize bile rastlanmaz. Gidişlerinden 18 yıl sonra, 1030’da Marsilya’da bir papaz ortaya çıkacaktır. Orta yaşlardaki din adamı, yıllar önce “o çocuklarla” yola çıkanlar arasındadır. Şansı yaver gittiği için kurtulabilen adam, çocukların akıbeti hakkında bilgi verir. Henüz yolculuğun başında yedi gemiden ikisinin battığını anlatır. Dalgalara teslim olmayan gemiler ise Akdenizli korsanlara hedef olmuştur. Tüccar Demir Hugues ve Domuz Guilaume’nin korsanlarla içli dışlı olduğu anlaşılır. Çocukların tümü deniz haydutlarına satılmıştır. Kimisi Cezayir, kimisi de Mısır’daki köle pazarlarında görücüye çıkarılmıştır. Almanya’daki Çocuk Haçlıların başlarına gelenler de aşağı yukarı aynıdır. Onların lideri de bir çobandır! O da rüyasında Hz. İsa’yı görmüş, denizi ikiye ayıracağını söylemiştir. 12 yaşındaki Alman çoban Nicholas’ın hikayesi de akranıyla aynı yıl başlar.
Almanya ve Fransa’da 50 bine yakın çocuğun bu harekete katıldığı anlatılır. O günün koşullarında böyle bir sayının ortaya çıkması akla uygun değildir. Ancak yitip giden çocuk sayısı yine de “binlerle” ifade edilebilir.
Paskalya’da verdiği vaazları dinlemek için Almanya’nın farklı yerlerinden Köln’e çocuklar akar. Sokaklar bir insan seline dönüştüğünde Nicholas yürüyüşü başlatır. Sonuç yine hüsrandır. Kudüs’ü fethetmek için yola çıkanların hiçbiri Kutsal Şehri uzaktan bile seyredememiştir. Çocukların pek çoğu henüz Basel’e bile varmadan yaşamını yitirir. Kimileri Alp Dağları’nda donar. Ancak içlerinde İtalya’nın Genova ve Pisa şehirlerine ulaşacak kadar inatçı olanlarda vardır. Kasabalardan, köylerden geçip şehirleri arkalarında bırakanlar... Çocukları, bu trajik yolculuğa teşvik edenlerin sayısı, onları engellemeye çalışanlardan çak daha fazladır. Din tacirleri de onların yanlarında bulunmuş ve geçtikleri yerlerdeki başka çocukları da “çaldıkları boruIarla” bu kutsal savaşa davet etmişlerdir. Talihsiz zavallıların, bizzat aileleri tarafından teşvik edildikleri de bilinir. Almanya ve Fransa’da 50 bine yakın çocuğun bu harekete katıldığı anlatılır. O günün koşullarında böyle bir sayının ortaya çıkması akla uygun değildir. Ancak yitip giden çocuk sayısı yine de “binlerle” ifade edilebilir. Haçlıların geçtiği bazı bölgeler ve buralardan alınan çocukların sayısı açıkça tespit edilebilmiştir. Belgeler, Almanya’nın Hameln bölgesinden de 130 çocuğun Haçlı Ordusu’na katıldığını göstermektedir. Hameln Köyü, aynı zamanda Fareli Köyün Kavalcısı masalının geçtiği yerdir! Masallar gerçeklerden beslenir. “Borular çalınarak” çağrı yapılan çocuklar ve Hameln’den alınan 130 çocuk! … Peki, bu hikâye-gerçek karışımı satırların ülke gündemi ile alakası nedir? Bir alakası yoktur. Ülkemizin gündemi olağandır.