Öksüzlerin diyarında umut
Oturuyorum ASM'nin bahçesinde. Elimde çayım öylece kim bilir kaç dakikadır, çayım soğuduğuna göre... Önümde 3 tane çınar yaprağı, biri minik ikisi büyük... Dalmışım yapraklara...17. yılım hekimlikte aslında, artık her duyduğuna, her gördüğüne üzülmemeyi şaşırmamayı öğreniyor insan; kanıksıyor sanıyor. Ancak insana dair her şey her zaman biraz şaşırtıyor...
Bu sabahki iki hastam ardarda bana yine eşsiz dersler verdi, ödevler çıkarttırdı... "Çocuklar da insandır" diyor ya büyük usta (Bir Yaşar Kemal kitabı), hem de nasıl duru insan, katıksız... Berat 5 yaşında, her muayeneye geldiğinde "kalem verir misin bana doktor teyze?" der. Ben de veririm bi kalem, "teşşkürr ederimmmm" der koşar mutlu mutlu gider. Gerçi annesi geçen gün "vermeyin hocam duvarları çiziyor diye biz vermiyoruz, sizden alıyor uyanık" dediyse de bu son dedik bugün de kaptı kalemini Berat...
Annesiyle bu kalem uyanıklığını konuşarak bahçeye çıktım ben de hazır hastam bitmiş çay molası zamanı diye. Berat "dur anne duur" diye bağırdı koştu bahçenin içine. Büyük çınar ağacının aşağı sarkan dallarından birine zıplayıp yaprak kopartmaya başladı... "Ben de sana çiçek vercem doktor teyzee durr" diyo bi yandan da... Ee, poliklinikteki çiçeklerle ilgili de konuştuğumuzu duydu ya, kaçar mı hiç...
Elinde 3 yaprakla koştu geldi yanıma. Küçük yaprağı uzattı önce. Sonra bir durdu baktı yüzüme, bir an, diğer yapraklara bakıp "senin annen var mı doktor teyze" dedi. Şaşırdım, merak da ettim ne söyleyeceğini..."Evet Beratcım var". "Hah al öyleyse bunu da annene götür. Peki baban var mı?" dedi... Bu sefer ben bir durdum, ah canım çocuk, ben sana şimdi nasıl "hayır" derim ki, "çook uzun zamandır hiç babam yok" diye... "Var" dedim. Çok sevindi, "al o zaman bu çiçeği de babana götür" diyerek diğer büyük yaprağı da uzattı. Annesiyle göz göze geldik... "Hocam depremden sonra ilçeye çok çocuk geldi ya kimsesiz, kimisi annesiz kimisi babasız... Çocuklarımızı tembihliyoruz, okulda anne/babalarınızdan söz etmeyin, bazı arkadaşlarınız anne babalarını kaybetti, hatırlatmayın diyoruz ama bak şimdi de böyle, herkese soruyor konuşmadan önce" dedi...
Ah yavrum, vicdanından öptüğüm çocuk... Kanatsız kuşlar gibi kalan o yavrularımızın etrafı hep senin gibi vicdan ve sevgi yumaklarıyla dolsun umarım... Yaa, Berat böyle attı beni üç yaprak, bir anne ve bir olmayan babayla bahçemizin köşesine... Bu yaşımda bile hâlâ içlendiğim yokluğu yaşayan minicik yüzlerce yavrumuzun çaresizliğine...
Ne yapar ki yalnız bir çocuk? Kanatsız kuş misali... Muhakkak ki koruyan kollayan vardır/olacaktır ancak tüm mitolojik efsaneler, ailesiz kalmış bir çocuğun kurtarılması ile başlamaz mı? Polybos'un Oidipus'a kucak açması değil miydi bu zamansız tragedyanın başlangıcı...Çocuklar da insan, en çok onlar insan...
Kimsesiz kalıp kollanan çocuklardan biri de bu sabah gelen hastam Ahmet Bey'di ya ... Sabahın erken saatlerinde, kusmayla gelen ikizler Yiğit ve Serhat'ın babası... Sizi de muayene edelim mi, siz de çok kötü öksürüyorsunuz dediğimde, "oto tamirciyim ben hocam, Merkezde evlerimiz yıkılınca, ilk günden beri arabalar ev oldu, hep çalıştık ya mecbur hocam, çok toz yuttuk ama ben iyiyim beni boşver, çocuklara bak yeter" diyen Ahmet Bey. Misafir hasta kaydı alırken tüm ailesinin; 5 çocuğu, eşi ve kız kardeşinin kimlik numaralarını ezbere söyleyerek zaten şaşırtmıştı beni...
Deprem de deyince hikayesini dinlemek şart oldu: "Her telefon numarasını ezbere bilirim hocam, ben hep böyleydim. Belki okusam işime de yarardı ama ben 8 yaşındayken babam öldü, baban yoksa okul da yok dediler. Ee, haklıydılar, iki kardeşim benden de küçüktü, tamirci dayım yanına işe aldı sağolsun beni. Velhasıl ilkokul üçte bitti okul hayatım böylece" dedi. Aslında şimdi de okuyabilirsiniz dediğimde gülümsedi iki öksürük arası... "Zaten dışardan ilköğretimi bitirdim, sonra gittim lisenin motorlu araçlar bölümünü de dışardan bitirdim. İnşallah makine mühendisliğini de okuyacam ama artık çocuklarımla beraber hocam, umudum hep var" dedi... Umudun olsun tabii Ahmet Bey, bana da umut oldun! Kaç hayalimiz yarım bırakılsa da kaç kez kırılsa da kanatlarımız, biz yeter ki isteyelim... Ne demiş Cemal Süreya: Hayat kısa, kuşlar uçuyor.../ Uçmak için kuş olmak gerekmiyor/Küçük sevinçler olsun yeter...
Umutla kalın...