BDDK’nın cuma günü yayımladığı tebliğ, AKP’nin 20 yıllık ekonomi yönetiminde ve 90’lardan bu yana döviz mevduatı politikasında önemli değişiklikler içeriyor. Tebliğin anlamının ekonomi yazarımız Öner Günçavdı değerlendirdi
Yine bir akşamüstü... Günlerden Cuma…
Yeni bir tatil günü öncesi TCMB’nin sıkça telaffuz ettiği
İhtiyati Tedbirler kapsamında, BDDK yeni bir tebliğ yayımladı. Çok kısa bir kafa karışıklığının ardından, tebliğin kapsamı anlaşıldı. Mali kesimimize genel karakterini veren ve otuz yılı aşkın bir süredir uygulamada olan, vatandaşın dilediği parayla varlık biriktirme ve borç altına girmesine imkân veren sisteme “
dolaylı” bir sınırlama getirildi.
Elbette iktidar böyle olduğunu inkâr edecektir; ama bunun uygulamadaki sonucu vatandaşın yatırım tercihlerine doğrudan sınırlama getirmesidir. Bu da 32 numaralı tebliğin ruhuna ve çizdiği çerçeveye aykırıdır. Kanımca 22 Aralık 2021’de yürürlüğe konulan
Kur Korumalı Mevduat (KKM) uygulamasından çok daha önemli ve bir o kadar da radikal bir tedbirdir.
Bu haliyle ele aldığımızda, BDDK’nın bu tebliği mali piyasalarımızın kurallarında ciddi bir değişime imza attığı için, hep birlikte pazartesi günü farklı bir ekonomik yapıya uyanacağız. Bu değişimi küçümsememiz, hatta göz ardı edebilmemiz mümkün değil.
Aslında BDDK’nın aldığı karar belli büyüklükte olan firmaların TL ticari kredi kullanımına sınırlama getirmekte. Bu şekilde TL ticari kredi kullanmak isteyen firmaların ellerinde BDDK tanımına göre fazla olan döviz varlığının satımı zaruri kılınmaya çalışılıyor.
Tebliğe göre, “
15 milyon TL’nin üzerinde yabancı para varlığı olan firmalar arasında, bu varlıklarının TL karşılığının toplam aktif toplamına veya net satış hasılatına oranı yüzde 10’un üzerinde olanlarının TL cinsinden ticari kredi alabilmeleri sınırlandırılmıştır.”
Önce elindeki fazla dövizi satacaksın, sonra ticari krediye başvuracaksın.
Burada tanımlanan yabancı para cinsinden varlık büyüklüğü 15 milyon TL, yaklaşık 850-900 bin dolar arasında bir paraya kaşlık geliyor ki, bugünkü Türkiye şartlarında birçok firmada bulunabilecek bir varlık bu. Aslında bu miktarın bu kadar düşük tutulması da manidar. Bu şekilde tebliğin kapsamını genişletmek amaçlanmış olabilir. Oysa alternatifi sadece büyük şirketleri hedef almak olabilirdi. Ancak o şirketlerin çeşitli finansal yollardan bundan kaçınabilmeleri mümkün olacağı için, bundan kaçma imkânı göreli olarak düşük olacağı umulan, muhtemelen küçük ve orta büyüklükteki firmaların bu tebliğ kapsamına alınması düşünülmüş olabilir.
Buna dayanarak bir değerlendirme yapmak gerekirse tebliğ, sanki TÜSİAD kapsamındaki firmalar yerine daha çok MÜSİAD üyesi olabilecek firmaları daha fazla etkileyecek gibi. Bu kararla birlikte çok uzun yıllar boyunca AKP’yi desteklemiş ve bu desteğin karşılığını iktidardan kâr ve sermaye birikimi olarak almış Anadolu sermayesi, bu kararla birlikte göreve çağırılmış. “
Ekonomik olarak sıkıştım” diyen iktidarın yardım çağırısına, bu kesimin cevap vermesi arzulanıyor.
Bakalım bu yardım çağrısı nasıl sonuç verecek. Bu kesim AKP’yi düştüğü bu zor durumdan kurtaracak mı, yoksa döviz varlıklarını kaçırırken, siyaseten alternatif partilere mi yönelecekler? Bunun sonucunu görmeyi merakla bekliyor olacağız.
Bu kararla birlikte çok uzun yıllar boyunca AKP’yi desteklemiş ve bu desteğin karşılığını iktidardan kâr ve sermaye birikimi olarak almış Anadolu sermayesi, bu kararla birlikte göreve çağırılmış.
Bunun dışında bu karar, iktidarın izlediği politikalar ve dillendirdiği söylemler bakımından da bir sınıra geldiğine işaret ediyor. Çok uzun zaman yabancı sermayeye hoş görünerek, onları Türkiye’ye çekmeye çalışan iktidar, yabancıların mali piyasalarda görmeyi isteyeceği kurumsal yapılarda herhangi bir değişiklik yapmayı tercih etmedi. Özellikle sermaye akımlarının serbest olduğu ülkelerde, ulusal paranın konvertibl olmasını da sağlayan 32 numaralı karar gibi kararların çizdiği kurumsal çerçevenin ana hatları bugüne kadar korundu.
Konumuz bakımında 1990 tarihli 32 numaralı tebliğ vatandaşın yabancı para cinsinden varlık talebine hiçbir şekilde sınırlama getirilemeyeceğinin güvencesidir. Artık bu güvence Cuma günü yapılan değişikliklerle belli koşullara bağlanmıştır.
Bu değişiklikle birlikte, iktidarın artık yabancılardan sermaye gelmesi yönünde beklentisinin azaldığı, hatta kalmadığı anlamı çıkıyor. Öyle ki, daha önce onların iş yapacağı mali piyasalardaki kurumsal yapıda radikal bir değişiklik ile oyuna yeni kurallar dahil edilmiştir. Bu da ülkemizdeki sistemin geleceği açısından ciddi bir belirsizlik yaratmıştır.
Artık ihtiyaç duyulan döviz için yerleşiklerin dövizlerine yönelmiştir iktidar. Şimdilik sadece belli büyüklükteki firmaların dövizlerini, ticari kredi sopasıyla sistem içine çekmeyi hedeflemektedir. Ülkenin döviz ihtiyacı artan cari açıklarla devam ederse, çok büyük umut bağlanan turizmden umulan düzeyde döviz sağlanamaz ise, iktidarın daha fazla dövize ihtiyaç duyacağı kesin. Bu karardan anlaşıldığı kadarıyla, iktidarın ihtiyaç duyduğu, ya da gelecekte duyacağı bu dövizi nerelerden bulacağı konusunda açık bir görüşü olduğunu da bu kararla birlikte görebiliyoruz.
Peki, bu karar sonuç verir mi? Ben etkisinin KKM gibi sınırlı düzeyde kalacağın düşünüyorum. Ekonomi üzerindeki asıl etkisini pazartesi günü itibariyle göreceğiz.
Bu kararla ortaya çıkan önemli bir risk daha var tabi. Malum olduğu üzere, ülkemizde firmalar döviz cinsinden çok borçlular. Bu borçlarının ödemelerinde sıkıntıya düşmemek için de döviz varlık tutabiliyorlar. Şimdi kararla birlikte, bu firmaların kendi risklerini minimize etmek için tuttukları dövizleri “
bana verin demek” en hafif tabirle haksızlık. Dolayısıyla karar, bu tarz firmaları döviz risklerine açık bir duruma getirebilir.
Peki, bu karar sonuç verir mi? Ben etkisinin KKM gibi sınırlı düzeyde kalacağın düşünüyorum. Ekonomi üzerindeki asıl etkisini pazartesi günü itibariyle göreceğiz. Kanımca bu kararın öngördüğü gibi davranacak bazı şirketler elbette çıkacaktır. Öte yandan, başta büyükler olmak koşuluyla bu tebliğin kapsamına girmekten kaçınmaya çalışılacak olanlar da görülecektir. Böyle bir arayışın sinyallerini şimdiden alabiliyoruz.
Ama bir gerçek var ki, ülkenin döviz ihtiyacı giderek artıyor ve bunu kontrol edecek hiçbir tedbir alınmıyor. Sadece doğan döviz ihtiyacını karşılayabilmek için sürekli kaynak aranıyor. Kararı da bu arayışların bir parçası olarak görmek lazım.
Maalesef bu ve benzeri kararlar ekonomideki güvenin azalmasına, ekonomik aktörlere yanlış mesajlar verilmesine, bunların neticesinde ülkeden sermaye çıkmasına ve dövize olan talebin daha da artmasına neden olacaktır. Hatta ithalat faturalarında görülebilecek olası artışlarla, cari açık bile sermaye transferinin bir aracı haline gelebilir. Bir süre sonra da iktidarın kısa dönemde elde ettiği rahatlamanın ortadan kalkmasına neden olacak, kurlar yeniden artmaya başlayacaktır.
Döviz piyasalarında kalıcı bir istikrarın yolu böyle politikalarda aranmamalıdır. Aksine enflasyonun düşürülmesi, ekonominin verimliliğinin arttırılması gibi yapısal sorunlara yönelmesi önem arz etmektedir. İktidarın bu konularda uygulama yapabilecek ne zamanı kalmış ne de imkânı. Amaç önümüzdeki sene yapılacak seçimlere kadar, mevcut ekonomik koşulların devamını sağlamaktır. Tabii bu koşulların ortaya çıkardığı maliyetleri de herkesin üstüne yükleyerek.