Ne büyük elemdir, kendine esir olmak

Abone Ol
Ne oluyor da seçmen 22 yıllık yıpranmış bir iktidarı onaylayabiliyor ve neden ötürü 2011’den beri her seçimde başka bir yol deneyen ve başını CHP’nin çektiği muhalefeti dikkate almıyor? Çünkü siyaset, öncelikle tutarlılık ister. Bizim geleneğimiz, kazananı över, kaybedeniyse yerin dibine batırır. Hatırlayınız; 2020-21 sezonunda Beşiktaş ve Galatasaray ligi aynı puanla bitirmiş; Beşiktaş tek gollük averajla şampiyon olmuştu. Galatasaray açısından “şerefli ikinciliğin” hiçbir anlamı yoktu. Kazanmanın iyi tarafı, kimse eksikliklerinizi gözünüze sokmaz; hatta görmezden gelinir. Geride olmanın kötü tarafıysa en küçük kusurunuz bile “göze batan mertek” gibi görünür. 14-28 Mayıs seçimleri bitti; seçimi Erdoğan ve dolayısıyla büyük bir oy düşüşü yaşamasına rağmen AKP kazandı. MHP’nin ve hatta Zafer Partisi’nin gösterdiği sükse, ırkçılığa varan milliyetçiliği “badem gözlü” hale getirdi. Hepimiz, ülkemizi, vatanımızı, insanımızı seviyoruz; ait olduğumuz etnisite yahut inançsal kökenimizle barışığız. İyi bir vatansever, başkalarının vatanının da güzel olabileceğini, ait olduğu etnisitenin yahut inancın burun bükülecek bir duygu olmadığını bilir. NASIL KALKACAK BU CENAZE? Bizde öyle olmuyor ne yazık ki… Bir milliyetçiliğin diğerini körükledikçe oluşan kör döğüşü, gerçeği konuşmamızın önüne aşılması zor duvarlar ördü. Yıllara sari bir biçimde alttan alta körüklenen “Alevinin pişirdiği yenilmez” yahut “Kürt’ten evliya, koyma avluya” sözleri giderek genel kabul edilen doğrularmış gibi genel kabul görüyor. Kılıçdaroğlu’nun “Alevi” ve “Kürt” videoları hazırlamasının nedeni bu genel kabul görmüş “bölücü” ruh halini sorgulamaktı. Doğrusu içim erimişti izlerken… Yıllar yılı “Alevi ama iyi”, “Kürt ama bizim gibi” denilerek yaralanan milyonlara iyi geldiğini düşünmüş ve bu kez sonuç alınacağı kanaatine ulaşmıştım. Olmadı; olmadığı gibi genel kabul gören yanlışları tahkim ettiği anlaşılıyor. Seçim sonuçlarının siyasette yarattığı deprem etkisiyse devam ediyor. Millet İttifakı’nın önemli bileşenlerinden biri olan İYİ Parti’nin kendisiyle CHP arasına mesafe koyma çabasından da anlaşılıyor ki 2024 seçimleri zorlu geçecek. 31 Mart 2019’un sonuçları itibariyle cazipti; sahipleneni çok oldu. 14 Mayıs ise dokunanı yakacak bir biçimde sonuçlandı; dolayısıyla öylece orta yerde duruyor. Teşbihte hata olmaz; bu “cenazenin kaldırılması” icap eder. Nasıl kalkacak bu “cenaze”? Ne oluyor da seçmen 22 yıllık yıpranmış bir iktidarı onaylayabiliyor ve neden ötürü 2011’den beri her seçimde başka bir yol deneyen ve başını CHP’nin çektiği muhalefeti dikkate almıyor? Çünkü siyaset, öncelikle tutarlılık ister. Başkası için eleştirdiğimiz mevzu, konu biz olunca görmezden gelinebilir mi?
Sayın Kılıçdaroğlu’nun “tanıdığı” bir dostunun oteline gidip tatil yapmasında elbette hiçbir sakınca yoktur. Sakıncalı olan faturasını kendi cebinden ödediğine ilişkin dekontu kamuoyuyla paylaşmamış olmasıdır.
KİM KORUYACAK BEYTÜLMALI? Ramsey diye bir markayı hepiniz biliyorsunuz. Onun sahibi, dönemin başbakanının çocuklarının eğitim masraflarını karşılamış; dikkate almamış olsa da başbakan, büyük eleştiri toplamıştı. Çünkü toplum, kamu yönetimini teslim ettiği kişilerden titizlik ister; “beytülmal”ı korumak için onların “emin kişi”  olduğunu varsayar. Bu durum, yalnızca iktidar sahipleri için değil, muhalefet için de geçerli olduğu açıktır. Açık ki eleştirdiği iktidar gibi davranan muhalefet, niyeti ne olursa olsun sadece ve sadece iktidarın gücünü tahkim etmiş olur. Herkesin diline pelesenk olduğu için belirtmem gerekir ki Sayın Kılıçdaroğlu’nun “tanıdığı” bir dostunun oteline gidip tatil yapmasında elbette hiçbir sakınca yoktur; sakıncalı olan faturasını kendi cebinden ödediğine ilişkin dekontu kamuoyuyla paylaşmamış olmasıdır. Makamların, mevkilerin arkasına sığınılarak yol alınmayacağını herkesin görmesi ve kendisini ona göre konumlandırması gerekiyor. “Bizim gibi” sıradan bir insanken gönlümüzün tahtına oturtup, yetkilerimizi devrettiğimiz nice insan, nasıl oluyor da birden bire gönlümüzdeki insana hiç benzemez bir hale dönüşüyor? Nasıl oluyor da edindikleri konumu, kendilerinin önceki haline tercih eder hale geliyor? Nasıl oluyor da kendisine emanet ettiğimiz görev ve makamlar, kendisinden başkasının eline geçerse felakete neden olacağı gibi bir zehaba kapılıyor? Kim, neden kendisini bir anda “fevkalade müsaadeye mazhar” olarak görebiliyor ve hangi güç o kişinin kendisini bizden üstün görmesine neden oluyor? İyisi mi kıssasından kendimize hisse çıkarabileceğimiz bir mesel anlatalım. Rivayet odur ki Odysseus, günün birinde dostlarıyla açılmış denize. O koy senin, bu körfez benim derken bir kıyıya varmışlar. Vardıkları kıyının kraliçesi, Odysseus ve dostlarını çok iyi karşılamış; ikramlarda bulunmuş. Derken içtikleri bir içki her birini bir hayvana dönüştürmüş; aslan olan da varmış ayı olan da. Kimisi fil, kimisi ceylan; bir tek, gözü kraliçede olan Odysseus içmemiş o içkiden. Alttan girip üstten çıkmış ve nihayetinde kraliçeyi kendisine âşık etmeyi başarmış. O kadar âşık olmuş ki “dile benen ne dilersen” demiş Odysseus’a. Odysseus da, dostlarının yeniden eski haline getirilmesini istemiş. “Olur” demiş kraliçe; “git sor, istiyorlarsa hemen eski haline getireyim”.
Başka türlü sıradan birer insanken, ellerine tutuşturduğumuz güçle “aslan” kesilecek, “ayı” gibi sağı solu dağıtacak, “kurt” gibi önüne geleni parçalayacak hale gelenleri, eski haline geri getiremeyeceğimiz anlaşılıyor.
İNSAN KENDİNE KÖLE OLMAYI KABULLENİR Mİ? Odysseus, sevinçle fırlamış dostlarının yanına ve demiş ki: “Gözünüz aydın; içtiğiniz zehrin panzehiri varmış. Eğer ‘insan olmak istiyoruz’ derseniz hepiniz eski halinize döneceksiniz.“İstemem” diye kükremiş aslan; “astığım astık, kestiğim kestik; niye vazgeçeyim bundan?” Odysseus, bir umutla ayıya yönelmiş: “Dostum” demiş, “gel, eski haline dön”. “Yok” demiş ayı, “hem ne var bu halimde?” diye de sormuş. “Böyle mi, bu kıl içinde mi yaşamak istiyorsun?” diye üstelemiş Odysseus. “Ayı dediğin böyle olur. Hem sen beğenmesen de olur; dişi ayı beğensin beni yeter.” O sırada Odysseus’un gözü kurda takılmış; “yahu” demiş, “ne kadar koyun varsa kırıp geçirmişsin; her taraf kan olmuş. Sen eskiden bir kahramandın, sonun böyle mi olacaktı?” Ters ters bakmış kurt: “Peki ya insanların boğazladıkları?” diye sormuş ve “insan olup kurtluk etmektense, kurt olup kurtluk etmek daha iyi” diye de üstelemiş. Odysseus, girdikleri yeni kimlikle kölelikten kurtulduklarını sanan dostlarına ne dese boşunaymış. La Fonteine, bu kıssadan, “köleliğin beteri, kendinin kölesi olmaktır” hissesini çıkarmış; bize de pay almak düşer. “EY MİLLET, UYAN!” Nedir payımız? Payımız şudur: Bizim oluşturduğumuz kamusal gücü, bize hizmet etmeleri için kullanmak üzere devrettiğimiz insanların o gücü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarının önüne geçecek bir sistem kurmak… Bunu nasıl yapabiliriz? Dâhil olduğumuz her platformu (bu platform, parti de olabilir, sendikada; bu platform, kamu yönetimi de olabilir en küçük toplumsal birim olan aile de, patronunun biz olduğumuz işyeri de, mensup olduğumuz dernek de…) katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir hale dönüştürerek… Başka türlü sıradan birer insanken, ellerine tutuşturduğumuz güçle “aslan” kesilecek, “ayı” gibi sağı solu dağıtacak, “kurt” gibi önüne geleni parçalayacak hale gelenleri, eski haline geri getiremeyeceğimiz anlaşılıyor. 14 Mayıs seçim sonuçları bize gösterdi ki önemli olan kişiler değil, kurallardır. Kurallar koyarak ve o kuralların uygulanması için en küçük bir tavize dahi yanaşmayarak toplumsal değişimi başlatabiliriz. 2024 seçimleri yaklaşıyor ve eğer hepimizin kesişme noktasını belirleyen kurallar koymazsak bu düzen hep böyle devam eder… Bu mevzuyu Mehmet Akif’in bir dizesiyle kapatalım: “Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun!”