Arabuluculuk kurumunun boşanma davalarında uygulanması hukuka da hukuk mantığına da aykırıdır. Zira, boşanma davaları hali hazırda anlaşmalı ve çekişmeli olarak görülmektedir. Anlaşabilen taraflar zaten anlaşmalı boşanma yoluna giderler.Aile arabuluculuğu konusuna gelince, halen detayları tam olarak bilinemiyor. Fakat mevcut arabuluculuk kurumunun aile hukukuna aşağı yukarı uyarlanacağı tahmininden yola çıkarak birkaç şey söyleyecek olursak; arabuluculuk kurumunun boşanma davalarında uygulanması hukuka da hukuk mantığına da aykırıdır. Zira, boşanma davaları hali hazırda anlaşmalı ve çekişmeli olarak görülmektedir. Anlaşabilen taraflar zaten anlaşmalı boşanma yoluna giderler. Anlaşamayanlar ise çekişmeli dava yoluna başvururlar fakat dava devam ederken ilerde anlaşarak davayı sonlandırmaları da mümkündür. Arabuluculuk kurumunun, boşanma davaları gibi özel bir alanda uygulanması, ciddi riskler doğuracaktır. Örneğin, şiddete maruz bırakılan ve zaten zar zor boşanma yoluna girmiş olan bir kadın üzerinde baskı hissedebilecektir. İçinde şiddet olmayan bir çekişmeli davadan bahsetmek neredeyse mümkün değildir. Dolayısıyla, şiddete maruz bırakılmış tarafları arabuluculuk marifetiyle aynı masaya oturtmak, karşı karşıya getirmek yeniden mağduriyet anlamına gelir. Yine “İş yükü fazlalığını azaltmak” gerekçesini öne sürdükleri görülüyor. Elbette bu gerekçe de görünen sebep. Aslında, bu öneri de “proje rapor”da yer alan ve esas amacı “boşandırmamaya” yönelik olan alt yapılardan biri. Ezcümle, kadınları şiddete mahkûm etmeye zemin hazırlayan bu yasa önerilerine var gücümüzle karşı çıkmak, bir çeşit yurttaşlık görevidir. 6. Yargı Paketi’yle bu önerileri Meclis’e sunma fikrinde olanlar, tarihe ve kadın hareketine zaten fazlasıyla kara leke olarak geçen adlarını daha da kirletmemek adına umarız ki bir an evvel bu yoldan dönerler.
Nafaka ve aile arabuluculuğu tehdidi
Nafaka, kadınlar için boşanırken psikolojik bir güçtür. Nafakanın sınırlandırılması, kadınların boşanırken psikolojik gücünün kırılması demek. Yapmaya çalıştıkları şey daha ziyade bu noktada toplanıyor.
Bir süredir yine “nafakanın sınırlandırılması” konusu dönüyor ortalıkta. Duyuma göre, 6. Yargı Paketi ile nafakanın sınırlandırılması ve aile arabuluculuğu gündeme getirilecekmiş. Ve hatta torba yasa ile şu meşhur istismar failiyle istismara maruz bırakılanın evlenmesi halinde faile af ve erteleme öngören yasayı da aradan geçirecekleri söyleniyor.
Bunların üçü de uzunca süredir ısıtılan fakat tepkilerden dolayı bir türlü yürürlüğe sokamadıkları yasa önerileri ve kabul edilebilir en ufak bir yanı yok. Karşılık olarak bizler de uzunca süredir bu tasarlananların niçin akla, hakka ve hukuka uygun olmadığını açıklayıp duruyoruz, her yerde yazıp anlatmaya çalışıyoruz.
Örneğin, her üç önerinin de 2015’te TBMM’de boşanmaların azaltılması amacıyla kurulan, kısaca “Boşanma Komisyonu” olarak adlandırdığımız komisyonun 2016’da yayınladığı -benim “proje rapor” dediğim- raporda yer alan projeler olduğunu, bu raporda yer alan projelerin tamamının kadınları eve kapatmaya, istihdamdan ve kamusal yaşamdan uzaklaştırmaya yönelik olduğunu, amacın mümkün olduğu kadar evlendirmeye -çocuk yaşta olsa dahi evlendirmeye- ve -her türlü şiddete rağmen- evli kalmaya/boşanmamaya teşvik olduğunu, zira 3 çocuk-5 çocuk yaptırmak suretiyle niteliksiz iş ve oy potansiyeli yaratma suretiyle siyasi iktidarlarının bekasını sağlamak olduğunu her yerde sık sık dile getiriyoruz. Açıkça açıklıyoruz; siyasi iktidarlarının bekasına kadınların bedenlerini alet etmekteler ve edecekler. Buna izin vermeyeceğiz, diyoruz.
İktidar ve yandaşları, bu yasaların getirilmesindeki amacın “mağduriyetleri gidermek” olduğunu söylüyor. Amacın mağduriyet gidermek falan olmadığı, hangi komisyonun raporunda yer aldığıyla sabit. Amaç belli. Her zaman yaptıkları gibi, algıyla, göz boyayarak, hedef şaşırtarak istediklerini adım adım elde etmeye çalışıyorlar. Raporda yer alan tüm projeler, 6284 aleyhine tespitlerden tutun da müftülük yasasına kadar kazanılmış haklarımız bakımından tartışma yaratan her şey, iyi niyetli olmaktan uzak, tamamen kadınları şekillendirmeye yönelik projelerdi. Eğer mağduriyet gidermek isteselerdi, sayısı mağdur dedikleri insanları her geçen gün katlayan kişilere yönelik önerilerimizi hayata geçirirlerdi. Şiddeti önlemek için yapılması gerekenleri yapar, İstanbul Sözleşmesi’ni uygularlardı. Amacın mağduriyet gidermek falan olmadığını, ne yazık ki hepimiz kötü tecrübelerle öğrendik.
Nafaka ve aile arabuluculuğu konusunda sakıncaları kısaca tekrar özetlememiz gerekirse; her şeyden evvel, miktar önemli olmaksızın, nafaka, kadınlar için boşanırken psikolojik bir güçtür. Nafakanın sınırlandırılması, kadınların boşanırken psikolojik gücünün kırılması demek. Yapmaya çalıştıkları şey daha ziyade bu noktada toplanıyor. Şu an Medeni Kanun’da kural olarak “süresiz” olarak var olan fakat uygulamada “sonlandırılabilen” nafaka hükmünün Yasa’ya konuluşundaki temel gerekçe şudur: Kadınlar, Türkiye gibi ataerkil toplumlarda, evlendikleri zaman eve, eşlerine ve çocuklarına odaklanmak zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla iş yaşamından uzaklaşıyorlar. Eğer çalışan biri değilse zaten ailesinden uzaklaşmış oluyor ve ailesine dönse bile eskisi gibi devam eden bir düzenden bahsetmek mümkün olmuyor. Her iki ihtimalde de kadının yaşamına bir şekilde devam edebilmesi için desteğe ihtiyacı oluyor. İstihdamda cinsiyet eşitliği sağlanmış değil. Yıllardır %30 kadın %70 erkek istihdam gibi bir oran var.
Elbette burada bahsedilen yoksulluk nafakası, yani boşanılan eşe verilen nafaka, çocuklara verilen iştirak nafakası değil. Bu arada, nafaka yalnızca kadınlar için öngörülmüş bir hüküm değildir, erkekler de faydalanabilir. Nitekim, uygulamada nafaka talep eden çok sayıda erkek boşanana da rastlamak mümkündür. Fakat her niyeyse, 1 yıl evli kalıp bir ömür nafaka alan tek bir vaka göremedik henüz. Yine, uygulamada nafakanın daha ziyade kadınlar tarafından talep ediliyor olması dahi, kadınların içinde bulunduğu durumu gözler önüne seren bir durum. Kadınların zaruriyetten nafaka talep etmesini “gurursuzluk” olarak lanse eden kötücül zihniyetler, aynı zamanda kadınları eve kapatmak isteyen gericilerdir. Kadın bir başkası ile aynı evde yaşam sürdüğünde veya evlendiğinde kesilen nafakayı, kadınların sırf erkekleri sürüm sürüm süründürmek için kullandığı bir araca indirgemek, ancak cehalet göstergesidir. Dünyada birçok ileri demokrasi ülkesinde uygulamada olan süresiz nafaka hükmü, kazanılmış haklarımızdan biridir, geri vermeyeceğiz.
Nafakayı sınırlandırmak isteyen zihniyet, yarın boşanma davası devam ederken hükmedilen “tedbir nafakası”nı da, 6284 Sayılı Yasa’ya göre talep edilebilen tedbir nafakasını da, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilirken teselli ve paravan olarak kullandıkları, esasında zamanında “Yuva Yıkan Yasa!” diye paçavralarına manşetlettikleri ve hali hazırda iyice pasifize ettikleri 6284 Sayılı Yasa’yı da, kadınların miras hakkını da kaldırmak/sınırlandırmak isteyecek. “Hop, o kadar da değil!” diyenler olacaktır muhakkak. Ciddiyetle ifade etmek isterim ki; “o kadar”. Bizim görevimiz daima en kötü ihtimali düşünerek ileri demokrasi, hukuk ve medeniyet seviyesinde ısrar etmektir, ki bu zamana dek yapılanlar bize çok da iyimser bir tablo sunmadı. Bu sebeple, “o kadar”.