PazarPolitik Portre

Mustafa İnan: Bir Bilim Adamın Portresi

Mustafa İnan: Bir Bilim Adamın Portresi
Abone Ol
Ülkemizde teknik bilimlerin gelişmesine ve kurumsallaşmasına unutulmaz katkılar yapan ‘çalışkan, iyi ve mütevazi olmanın’ vücut bulmuş halidir Mustafa İnan. Farklı yaşamlar, yaşanmışlıklar ilgimi çeker hep. Biyografi, otobiyografi ve her türlü röportaj yaşamları anlamanın anahtarıdır benim için. Onlar yüreklerini açar; biz de onlara konuk oluruz. Tek yapacağımız şey okumaktır ve bir de o ünlü söz: kıssadan hisse çıkarmak. Yaşanmışlıklardaki o gizli hazineler ortaya dökülür, sen de oradan ilginç detaylar ve tatlar yakalarsın. Örneğin röportajlar. İster Elon Musk’la ister Sezen Aksu’yla ya da bir manavla, bir şoförle, bir köy öğretmeni ile yapılsın orada yaşama dair nev-i şahsına münhasır detaylar gizlidir. Yaşanmışlıklardaki ‘bir varmış bir yokmuş’ masalsı tat aslında gerçeğin özüdür.  Çocukken okuduğum Ülkü Aker ile yapılan bir röportajda ‘gülünce gözlerinin içi gülüyor’ sözlerini her zaman gittiği kuafördeki çırak kızdan ilham alarak yazdığını söylemişti. O şarkıyı dinleyen biri zihninde sevgilisinin gözlerini düşünse de Aker bu sözleri kendisine çay getiren çırak kızın gülüşüne yazar. Aynen Muallim Naci’nin ‘ben ne yazdım sen ne fehmettin, garip efsanedir’ sözünü doğrularcasına. Yaşam da bir efsane değil mi? Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ kitabı beni çok sarsmıştı. Bu kitap sayesinde okuma listeme yerleşen Atay’ın tesadüfen ‘Bir Bilim Adamının Romanı’nı[1] görünce hemen almıştım. Cahit Arf gibi ünlü bir matematikçinin anlatımından ve Atay’ın kaleminden Mustafa İnan’ı tanımak bir ayrıcalıktı. Erdal İnönü’nün teklifi ile TÜBİTAK'ın ‘Bilim Adamı Yetiştirme’ projesi kapsamında yazılan bu biyografi için hepsine ne kadar teşekkür edilse azdır. Babasını genç yaşta kaybetmiş, yaşamına rehberlik edecek kimsesi bulunmayan, Çukurovalı bir çocuğun tüm yoksunluklara rağmen hayata tutunuşu, sadece çalışkanlığı ve araştırmacılığı değil, bilim adamlığını erdemli, ‘iyi insan’ oluşu ile taçlandırması takdire şayandır. Geçenlerde Fatma Girik’in vedası da ‘iyiliğin gücünü’ hatırlattı yeniden. Yaşamdan iyi bir insan olarak ayrılmanın iç huzurunu yansıtıyordu vedası. Kul hakkı yemedim, emeğin, sevginin yanında oldum hep, diye yazmıştı sade ve özenle. Mustafa İnan’ın yaşamını okuyan birisi de sadece bilimsel alandaki başarısından değil, naif ‘iyi bir insan’ olmasından dolayı derin etkilenmekte. Bir insan çok başarılı olabilir, çok şöhretli, kudretli olabilir. Ama kibre bulanmış bir başarı insanda ekşi bir tat bırakır, oysa onu sevgi ve alçak gönüllülükte buluşturan kişi ancak sevgiyle yad edilip kuşaktan kuşağa aktarılır. ‘Nasıl bilirdiniz’ sorusu yaşama ilişkin en temel soru herhalde. Kitabın önsözünde Cahit Arf, Mustafa İnan için ‘kim’ diye sorar önce okuyucuya. Sonra da cevabını verir, ‘tabii tanımazsınız’ der, ‘o magazine konu olmadı ki hiç’. Arf’ın bu soru ve cevabı çok şey içerir aslında. Sınırlı bir çerçevede, yüzeysel ve medyanın bize sunduğu oranlarda tanıyoruz çoğu şeyi. Oysa arkeolojik kazı yapar gibi değerleri, değerlerimizi ortaya çıkarmak, onların çalışmalarına, vizyonlarına, yaşanmışlıklarına tanıklık edip yararlanmak kültür ve düşün dünyamızı da zenginleştirir. Özellikle ‘değerlerin’ aşındığı, yozlaşmanın sıradanlaştığı, insan ilişkilerinin bayağılaştığı günümüz ortamında sondaj yapar gibi ‘iyiyi, ‘iyi insanları’ gün ışığına çıkarmak umudumuzun tazelenmesine katkıda bulunuyor. Zülfü Livaneli'nin şarkısında olduğu gibi ‘dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey’. Ülkemizde teknik bilimlerin gelişmesine ve kurumsallaşmasına unutulmaz katkılar yapan ‘çalışkan, iyi ve mütevazi olmanın’ vücut bulmuş halidir Mustafa İnan. Mustafa İnan 1911 yılında Adana’da doğar. Babası seyyar posta memurudur. Çok zorluklarla geçen bir hayatı vardır ailenin. Okula başlayan Mustafa’nın kitabı yoktur, sadece bir tek defteri olan bu küçük çocuğun ders çalıştığı da görülmez evde. Babası küçükken damdan düşen Mustafa'nın sakat kaldığını düşünerek ‘bu çocuk adam olmayacak’ diye kaygılanır. Oysa Mustafa yatılı arkadaşları uyanana kadar onlardan ödünç aldığı kitaplarla derslerini çalışır hep. Okuldaki lakabı matematiğe olan ilgisinden dolayı Riyaziyeci Mustafa’dır. Lise yıllarından başlayarak tüm eğitim hayatı boyunca öğrenci olduğu kadar arkadaşlarının öğretmeni de olur. Atay’ın biyografiyi hazırlarken görüştüğü lise arkadaşları onun katkılarıyla mühendis, doktor, hukukçu olabildiklerini anlatırlar. 1929 yılında babasını kaybeder Mustafa. 1931'de liseyi birincilikle bitirdiğinde tek hedefi bir an önce Matematik hocası olup, hayata atılıp geride kalan anne ve kardeşlerine bakmaktır. Bir tanıdıkları onun potansiyelini dikkate alarak Yüksek Mühendis Mektebi’ne kayıt yaptırmasını, hoca olacaksa üniversitede olması yönünde teşvik eder. Yüksek Mühendis Mektebi'ne kayıt için gider, orada sınav için toplanmış heyecanlı bir kalabalık vardır. Mustafa meraklı adımlarla oraya yaklaşır, sınav yerini sorar. İstanbullu çocuklar bu taşralı delikanlıyı dikkate almazlar, ‘buraya girmek her yiğidin harcı değil, zordur burası’ derler. Mustafa gülümseyerek Adana şivesiyle ‘bir deneyek, bakak’ der. ‘Bir deneyek’ diye girdiği üniversite sınavını birincilikle kazanır, bu mütevazılıkla bilim dünyasına da giriş yapar. [2] Hafta sonları gelir elde edebilmek için, Matematik dersi verir. İlerde evleneceği Jale Hanımla da bu vesileyle tanışır. Üniversite yıllarında divan edebiyatı başta olmak üzere Türk edebiyatı ile de yakından ilgilenir. Üniversitede edebiyattan müziğe, tarihe, tasavvufa, dillere olan ilgisi ile entelektüel birikimini de arttırarak çok yönlü bir birey olmaya çalışır. Üniversiteyi birincilikle bitirir ve doktora için devlet bursuyla Zürih’e gönderilir. O sıralar Jale Ogan da Almanya’da lisans ve lisans üstü eğitimine devam eder. Uzak olsalar da mektuplaşmaya devam ederler. 1941 yılında Zürih’te doktor unvanını alır, oradaki hocaları kalması yönünde çok baskı yapsalar da Türkiye’de bilimin gelişmesine katkıda bulunmak ve yatılı okuduğu yılların vefa borcunu ödemek için yurda döner. Yüksek Mühendis Mektebi’nin adı İstanbul Teknik Üniversitesi olarak değişmiştir, İnan da 1944’te burada çalışmaya başlar. Aynı yıl, Almanya’da savaş ortamında çoğu zaman sığınaklarda çalışarak arkeoloji doktorasını tamamlamış olan Jale Hanımla evlenir. İTÜ’de Mekanik Kürsüsü’nü kurar ve vefatına kadar da başkanlığını yürütür. Üniversite yaşamının çekim merkezi olur, sadece mühendis yetiştirmek değildir amacı. Araştırmacı bilim adamları yetişmeden bu işlerin eksik kalacağını bilir. Bırak köprüleri başkası yapsın, sen üniversitede kal’ Bir Mekanik hocası olarak İnan’ın temel sorunsallarındandır ‘kuvvet’. Ancak Hoca ‘kuvvet’i sadece bir mekanik konusu olarak da görmez. Bilim adamının hayatta ve akademyada ‘kuvvet’i nereden alacağını da araştırır. Bilgidir ‘kuvvet,’ özerkliktir, bir bilim adamı için sosyal bilimin ‘güç’ dediği ’iktidar’la mesafedir. Tam da bu noktada İnan’a kulak verme zamanı: ‘Bırakın yüksek binaları başkası yapsın, büyük barajlarda başkası çalışsın. Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi 'Kuvvet nedir?' diye merak ediyorsanız buyrun sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim. Çünkü bazılarına göre 'Kuvvet' para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın olur mu çocuklar? Kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın olur mu çocuklar?  Bilimin başlı başına kendisinin ‘kuvvet’i temsil ettiğini düşünen İnan, bilimin ‘iktidar arayışına’ kurban edilmemesi yönünde uyarır. İnan, üniversitede bilim adamı olabilecek öğrencileri titizlikle seçer, ‘bırak köprüleri başkası yapsın sen üniversitede kal’ diye onları araştırmaya teşvik eder. Bilgisini kendine saklayan, öğrencilerinin ulaşılamaz bulduğu bir hoca değildir. Sadece mühendis değil bilim insanı yetiştirmeye çalışan bir misyonerdir aslında. Bir tür yetenek avcılığı ile insana yatırım yaparak ülkenin bilim alanında gelişiminin önünü açar. Üniversitenin kurumsallaşması öncelikli hedefi olduğundan, maddi sıkıntılar yaşasa da özel sektörde çalışmayı tercih etmez. Hatta 1960 darbe sonrası Cemal Gürsel ona Bayındırlık Bakanlığı teklif ederek, ülkeye hizmet etmesini istediğinde, o, ‘bir hoca olarak’ ülkeye daha çok hizmet ettiğini söyler. Gürsel şaşırınca, hoca olarak mühendis yetiştirdiğini, onların da yol, köprü, barajlar yaparak ülkeyi imar ettiklerini ifade eder. İnan’ın bir diğer özelliği çok güçlü bir hafızaya sahip olması. İnan, eğitimini kalem kağıda ihtiyaç duymadan neredeyse hep dinleyerek tamamlar. Arf, İnan’ın bu yönüne hem hayran hem de şikayetçidir. Keşke daha çok yazıyla iştigal etseydi de daha çok yazılı eser bıraksaydı diye hayıflanır. Sadece kendi konusu olan mühendislik alanında değil, dil, edebiyat, tarih çoğu şeyi ilk dinlediğinde öğrenir. Arf ‘doğuştan olacak doğrudan doğruya algılanamayan şeyleri sezebilme ve öğrenebilme hususunda olağanüstü bir hafızası vardı.’ der. İnan da ‘herkes hafızasından şikayet eder, zekasından etmez. Oysa bilmezler ki hafıza da zekanın bir parçasıdır’ der. Hayatın Matematiği İnan o müthiş zekasının yardımıyla hayatın matematiğini arar yaptığı her işte. Matematiğin doğanın içindeki olayların örgüsünü anlamada, sorunların çözümünde evrensel bir kılavuz olduğunu belirtir. Yaşama matematik dahil edildiğinde hayatın kolaylaşacağını vurgular. Burada da günümüz eğitim sisteminin çarpıklığını gösteren önemli bir detay vardır. Ortaöğrenimde matematiğe ilgi duyan zeki çocukların fen bilimlerine, geri kalanların da sosyal bilimlere yönlendirilmesi gibi bir anlayış hakimdir. Oysa İnan’ın da belirttiği gibi matematik sadece mühendisliğe değil, hayatının her alanına derinlemesine dahil edilmelidir. Sosyal bilimlerden matematiği yani problem çözme vizyonunu dışladığınızda, sosyal ve siyasal alanlarda dağ gibi birikmiş devasa sorunlara mahkum yaşamak zorunda kalırsınız. Bireylerin yaşamlarındaki sorunlarını çözebilmesi, eğitimde ezber kalıpların dışına çıkarak, yaratıcı, çözüm odaklı bir düşünce sistematiğini geliştirmesine bağlıdır. Sorun çözme kapasitesinden yoksun bireylerden oluşan siyasal kadrolar da maalesef ülkenin sorunlarını çözmeye muktedir olamazlar. Aşırı ders yükü sağlığını olumsuz etkilemesine rağmen, üniversitede bilimsel birikime zemin hazırlayacak bir geleneğin oluşturulması da öncelikleri arasında yer alır. İTÜ’de 1947 yılından günümüze devam eden geniş katılımlı akademik tartışmaların yapıldığı bir seminer serisini başlatır. Günümüzde bu seminerler artık olağanlaşmıştır elbet. O dönem yarı tanrısal hocalarla, varlıkları pek de dikkate alınmayan asistanların buluşturulması önemli bir adımdır.  İnan’a göre, bu seminerler ‘düşünme egzersizi’ için önemli bir platform sunar asistanlara, hocalara. Bilimsel alanda gelişme düşünme tembelliğinden sıyrılmak ve düşünsel üretimle sağlanabilir ancak. 1967 yılında erken kaybının ardından bu seminerlerin adı ‘Mustafa İnan Tatbiki Mekanik Seminerleri’ olarak anılır. Fen bilimlerinde bir geleneğe/ekole imza atmayı hayal eden İnan, 75 yıldan beri devam edegelen en uzun seminerler dizisi ile bunu başarır. İnan’ın sadece teknik bilimlerde değil, ülkemizde bilimsel gelişmenin kurumsallaşmasında önemli yere sahip olan TÜBİTAK’ın da kurucuları arasında yer aldığını hatırlamakta fayda var. ‘Başarı’ iyi insan olmadan taçlanmaz İnan’a göre. İyi insan olmak için samimi olmak, kendin için istediğini diğer insanlar için de istemek gerekir. İnan, gücün peşinden koşmaktansa, inandığı değerlerin peşinden gitmeyi yeğler. Cahit Arf, ‘en güvendiğim ve sevdiğim arkadaşımdı, bunların ötesinde mükemmel bir insandı’ diyerek yad eder sevgili arkadaşını. Değerler erozyonu yaşadığımız günümüzde, Şükrü Erbaş’ın dediği gibi: ‘boğuluyoruz çocuk boğuluyoruz,                  şeklini veremediğimiz şeylerin şeklini alıyoruz’. Mustafa Hoca’nın emek yoğun kısa yaşamı, belki yakın gelecekte ‘şeklini veremediğimiz şeylerin şeklini almamak için’, bugün eleştirdiğimiz güç ilişkilerinin ‘keskin kılıcı’ olmamak adına önemli ip uçları içermekte. Yakın gelecekte bugün şikayet ettiğimiz bu kaotik durumdan çıkışta gençler ve yeni siyasal kadrolar bir yol ayrımında olacak: Onlar bugünün liyakatsız ve yozlaşmış güç ilişkilerinin mi parçası olacak ya da Mustafa Hoca örneğinde olduğu gibi güçlerini insani değerlerden, emekten ve çalışmaktan mı alacak? Yeni yol ayrımında ağır basan anlayış ya ülkemizi daha yaşanır kılacak ya da yağmurdan kaçarken hep beraber doluya tutulacağız. Newton, ‘başkalarından daha ileriyi görebiliyorsam, bunu Descartes, Kepler ve Galile gibi devlerin sırtına çıkmaya borçluyum’ der. Mustafa İnan gibi bilim adamları da kendi birikimlerini, enerjilerini ve yaşamlarını bir sonraki kuşaklar için gönülden karşılıksız bir basamak olarak sunar. O nedenle aramızdaki Mustafa Hocaları tanımak ve tanıtmak da gelecek adına vicdani bir sorumluluk. --- [1]  Oğuz Atay, Bir Bilim Adamının Romanı Mustafa İnan, İletişim Yayınları, 2010. [2]  2 Mühendis, https://www.youtube.com/watch?v=HeVfcpc0oBc