Müsebbibi kim bu felaketlerin?
Daha fazla para kazanmak için akarsuyu kirletiyorsun; yetinmiyor, dere yataklarına ev yapıyorsun; yapma, sel alır, insanlar perişan olur.”
Müteahhit, zenginliğinin verdiği ukalalıkla cevap verirmiş:
“Dere yatakları da inşaat için uygun ve hem ben kazanıyorum hem de fiyatları uygun olduğu için bu evleri alanlar. Hem unutma, para pul yoksa hayat yoktur.”
DOĞAYA KARŞI NOBRAN DAVRANIRSANIZ…
“İyi ama” demiş bilgin, “doğaya karşı bu kadar nobran davranırsan, doğa da intikamını alır. Üstelik yalnız senden değil, iyi kötü demez, bütün insanlıktan… O zaman senin paran da pulun da bir işe yaramaz.”
Müteahhit, bu sözleri nedeniyle bilgini küçümsemiş:
“Gölgenden başka ardından gelen kimsenin olmadığının farkında değil misin? Yazdığın kitapları kimse okumadığının da... Seni kimse ciddiye almıyor ama sen hala bana akıl vermeye çalışıyorsun. Benim gibiler olmasa, sen aç kalırsın aç.”
Bilgin, bilginliğini yapmış; sözünü söyleyip kenara çekilmiş ama doğa intikam için zaman kollamış.
Kasıp kavurmuş ortalığı; öyle ki şehirde taş üstünde taş kalmamış. Herkes can derdine düşmüş. O hengamenin içinde kimse müteahhidin yüzüne bile bakmaz olmuş. Rivayet edilir ki çuval dolusu parası varmış ama sel gelip akarsu yatağına yaptığı eviyle beraber parasını da götürmüş.
Herkes bilginin zamanında söylediği, “akarsu yatağına ev yapma, sel alır” sözünün anlamını işte o zaman kavramış.
Masal der ki “gözlerini kar hırsı bürümüş budalaları boş verin. Onlar ne derse desin; iyi yaşamak, doğanın, çevrenin, hayvanın dostu olmaktan geçer”.
TALANA KARŞI SESSİZ KALIRSANIZ…
Bir felaketler sürecinden geçen Türkiye’nin hali bölük pörçük anlattığım bu masalı çağrıştırıyor.
Kar hırsından gözü kararmış çeteler ve onların dümen suyundan akan muktedirler, göz göre göre geleceğimizi talan ettiklerinde, doğa dostları, bizi uyarmışlardı.
İnsan olmanın yolunun, canlılarla ve doğa ile dost, olmaktan geçtiğine dikkat çekmişlerdi.
Dinledik mi?
Dinlemedik; kulak asmadık.
Biz kulak asmadığımız için geçen haftalarda ormanlarımız yandı; ciğerlerimizi de yanına katarak.
Biz kulak asmadığımız için bir süredir gerilimli bir hal alan sığınmacılar konusu, Ankara’da patlak verdi; daha 18’inde olan Emirhan Yalçın, aldığı bıçak darbeleriyle yaşamını yitirdi.
Biz kulak asmadığımız için daha önce Artvin ve Rize’de; içinde bulunduğumuz günlerde Sinop ve Kastamonu’da gerçekleşen sel felaketi, yüreğimizi dağladı.
Önüne gelen ne varsa beraberinde alıp götüren sel, Kastamonu’da 25, Sinop’ta iki canımızı da beraberinde götürdü.
Neden oluyor bütün bunlar?
Çünkü gözlerini kar hırsı bürümüş olanlar, doğayı tahrip ediyor; doğa da intikamını alıyor.
Rant için orman alanını tahrip edenle baraj yatağına toplu konut yapan zihniyet aynı!
GERÇEĞE ULAŞMAK İSTİYORSANIZ…
Doğayı tahrip eden zihniyetle insanları doğup büyüdükleri coğrafyadan kopartan ve ortamından kopardıkları insanları diğerleriyle düşman haline getiren zihniyet de aynı!
Antalya’dan Balıkesir’e kadar ormanları yakanlarla Ankara, Altındağ Önder Mahallesinde 18 yaşındaki Emirhan Yalçın’ı, gettolaşmış Suriyeli sığınmacılar eliyle bıçaklayarak öldürten zihniyet de aynı.
Neymiş?
Ormanı 16 yaşında bir çocuk, ayrılmak üzere olan anne ve babasından intikam almak için yakmış!
Neymiş?
Kastamonu-Bozkurt’ta köprünün altı selintiyle dolduğu için baraj taşmış!
Neymiş?
Kötü gidişatın sorumlusu sığınmacılarmış!
Bozkurt örneğinde olduğu gibi dere yatağına konut yaptıran da; ormanlarımızı rant uğruna talan ettiren de; komşularımızla barış içinde yaşamamıza engel olan da aynı zihniyettir.
İnsanlığı paranın kölesi haline getirmek isteyen bu çürümüş, köhne zihniyet kime ait?
Kim neden oldu bu bataklığın oluşmasına?
Bu hale gelmemizin müsebbibi kim?
Sorulardır, bizi gerçeğe ulaştıran; gerçeğin peşinden gidelim.