Musa Eroğlu: Ah ede ede

Abone Ol
Daha önemlisi şudur: Eroğlu’nun konuşmasını, Alevi toplumunun yok olması için elinden geleni ardında koymayan kimi kesimlerin adeta ellerine bir fırsat geçer gibi nefretle karşılaması, toplumda ayrışma kollamanın bir tezahürüdür.

Loading...

Bu yazı Musa Eroğlu’nun son zamanlarda yaptığı konuşmaya arka çıkmak için kaleme alınmamıştır. Aman sakın yanlış olmasın. Nitekim edildiği bağlam, onu baştan sona belirleyecek bile olsa küfür, elbette hoş olmayıp bizden destek alacak değildir. Niye verelim, hem? Dünyaya ağzımıza geleni verip veriştirmeye mi geldik? Zaten yerinde edilmeyen kötü söz, küfürbazların işidir. Ki yerinde edilince dahi hiç hoş bir şey olduğuna, insanın duyunca içinin açılıp çiçek gibi olduğuna falan tanıklık etmedik. Edersek kafalar yanmış ve baştan aşağı kire batmışızdır demektir. Çok geçmiş olsun. Neyse ki hâlâ o raddede değiliz. En azından şimdilik.
Yerinde edilen nahoş söz insanın en fazla içini soğutur. Ama memlekette her şey küfre bulanmışken, toplumun saygıdeğer bir ismi söz konusu ise insanın içinin soğuma ihtimali de boşa düşmekte.
Yerinde edilen nahoş söz ise insanın en fazla içini soğutur. İster kendi etsin ister edildiğine şahitlik etsin insan, biraz serinler. O kadar ama. Fazlası olmaz. Ancak olağan koşullarda…Yani bir memlekette her şey bila istisnasız küfre bulanmışken, bir toplum kesiminin saygıdeğer ve emektar bir ismi özne olarak söz konusu ise insanın içinin soğuma ihtimali de boşa düşmekte. Dediğimiz gibi az evvel, bağlam yani mevzunun döndüğü koşullar elbette ki çok önemli. Bir şey niye, nasıl, ne zaman, nerede ve kim tarafıından yapılmış? Kabaca “dört N, bir K” kuralı... Bu kuralı işletmemiz çok önemli. Fakat yine de ülkenin hali pür melalinden, mübalağasız neredeyse tüm toplumsal alanlarda hâkim olan hakaret kültüründen sebep, bu olanın içimize sinmediğini söylememiz gerekiyor. Elbette ki talihsiz bir konuşma. Keşke duymasaymış kulaklarımız. Birinin bizzat kendisine yaptığı küfür dahi, tırmalamakta içimizi. Başka bir şeye ihtiyacımız var artık. Ancak bir husus daha var belirtilmesi gereken. Ona geçelim. Bu malum konuşmanın sosyal medyada paylaşılmasının ardından, Musa Eroğlu’nun bazı kimselerce Alevilikten dışlanma çağrılarının vehameti bir kenaradır. Maalesef ki gericiliğe karşı direnirken, onun hastalığına yakalanabiliyor insan. Ne yazık ki. Fakat bu, ana eksenin yanında tali bir meseledir. Daha önemlisi ise şudur: Musa Eroğlu’nun konuşmasının, Alevi toplumunu ve gerçekliğini asırlardır eylemiyle ve söylemiyle reddederek onun yeryüzünden yok olması için de elinden geleni ardında koymayan kimi kesimlerin adeta ellerine bir fırsat geçer gibi nefretle karşılaması, toplumda ayrışma kollamanın bir tezahürüdür. Fırsat arayanların, karşılığını alması sadece onların başarısı ve gayretiyle açıklanamaz. Hâkim siyasetin gün geçtikçe tonunu arttırdığı ve ulaşmakta başarılı da olduğu hedefi gibi. Bir başka deyişle, Musa Eroğlu ve onun temsil ettiği değerlerden başlayarak kendisi gibi olmayan her şeye ve herkese kin besleyenlere gün doğmuştur diyebiliriz. Celladın kılıcını çekmemesi için bir sebep kalmamıştır ya da. Her fırsatta bakın işte bu kadar ahlaksızlık içinde yaşıyor bu insanlar demek isteyenler çenesini sıvazladı büyük bir iştahla. Kendilerince, tarihsel yanılgıları, bir kez daha “doğru”lanmış oldu. Dolayısıyla tam da bu ayrışma, hatta kestirmeden söyleyecek olursak savaşma ortamının meraklılarının zaten çok güçlü olduğu bir zaman diliminde, Musa Eroğlu gibi yüzü topluma dönük bir kimsenin söylediklerinin bağlamı da anlamını yitiriyor. Tekraren belirtelim ki bu kişilerin temsiliyetinden sebep her koşulda daha da özenli olması gerekmekte. Özeni bıraktığı yerde de elbette bireysel özgürlüğü devreye girebilir böylesi bir insanın. Niye, hangi ortamda, nasıl cerayan etmiş bu konuşma? soruları bize bir fikir verebilir onunla ilgli elbette. Fakat, tüm bu sorular, iktisatın önemli kavramlarından olan “normal şartlar altında” prensibiyle cevaplanabilir. Ülke bu haldeyken, sadece ve sadece bu sualler, içimizden geçer gider yalnızca. O da, ah ede ede…