Koronayla değil içki ile mücadele
PEKİ NEDEN?
Elbette alınan bu kararın pek çok nedeni var ama en belirgin olan “içki” konusundaki duyarlılıkları daha doğrusu allerji olduğu açıktır.
Nitekim beş-altı ay önce tekel bayileriyle haksız rekabeti bahane edilerek büyük marketlerde hafta sonu içki satışı yasaklanmıştı.
Gelen eleştiriler üzerine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yasağı; “İçki sosyal mesafeyi azaltan bir etkiye sahip.” gerekçesi ile savunmuştu.
Nagehan Alçı’ya verdiği söyleşide Soylu, “Restoran ve bar için haklısınız ama onlar zaten kapalı. İnsanlar evlerine içki alacaklar. Akşam yemeğinde sofrada içecekler. Evde sosyal mesafe mi olur?" sorusuna; “Koronavirüs önlemleri kapsamında Batı’da bütün ülkeler içki satışına kısıtlamalar getiriyorlar. Kaldı ki Dünya Sağlık Örgütü’nün uyarısı ve tavsiyesi var salgınla mücadeleye içkinin olumsuz etkisi üzerine. Bilimsel bakışla da uyumlu bizim kararımız.” cevabını vermişti.
Gördüğümüz gibi bakışta bir değişiklik yok.
Bu bakışın özü, toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürmektir.
Her siyasi parti, içinden geldiği kültürün ‘değerleri’ni savunabilir. Ancak bu değerleri devlet gücü kullanılarak birer toplumsal ‘norm’a dönüştürmek; siyasi iktidarın kendi ‘inanç’ ve ‘doğru’larını, tüm toplumu kuşatacak ‘norm’ haline getirmeleri kendi yaşam tarzını, diğerlerine empoze etme anlamına gelir ki bu, hem demokrasiye, hem çoğulculuğa aykırı olur.
Bu anlayış, toplumu, tek kalıba dökme, onu biçimlendirme ve tek tipleştirme amacının yansımasıdır.
Siyasi iktidarın içki konusuna yaklaşımı tam da budur.
Sadece pandemi nedeniyle içki satışını yasaklamaları değil, içki fiyat ve vergilerinin sürekli ve sistematik biçimde arttırılması da bu hedefin bir parçasıdır.
Bu bağlamda içki fiyat ve vergi artışlarının görünen hedefi, devlete kaynak yaratmak (nitekim Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019 ile 2020 yıllarında içki satışından sırasıyla 14.7 milyar lira ve 16.5 milyar lira özel tüketim vergisi tahsil edildiğini açıkladı. Sadece 2020’de içki satışından tahsil edilen vergi, İçişleri, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve Turizm, Sanayi ve Teknoloji, Çevre ve Şehircilik ve Ticaret Bakanlıklarının merkezi bütçeden aldığı paydan fazla) ise görünmeyen hedefi içki tüketimini azaltmak (nitekim 2020 yılında Türkiye’de toplam alkollü içki tüketimi bir önceki yıla göre 19 milyon 981 bin litre azalışla, 1 milyar 8 milyon 180 bin litreye geriledi) ve içkili mekanların azalması ve kamusal alanda sınırlı bir mekana hapsedilmesidir.
FARKLILIKLARA KAMUSAL ALANDA YER YOK
Sonraki adım ise içki tüketimini kamusal alandan özel alana itmektir.
İçki konusunda uygulanan bu politika sistematiktir ve Pandemi de bunun için bir nimet olarak görülmektedir. Pandemi sürecinde içki tüketimin yönelik yasakları bu bağlamda değerlendirmek mümkündür.
Bu örnekte görüldüğü gibi iktidar, toplumsal farklılıkları dönüştüremediği ölçüde özgürlüklerini kamusal alanda değil özel alan ile sınırlama eğilimde olacaktır.
Yani eleştirel olanları, farklı olanları özel alana hapsetmek, kamusal alanda siyasi iktidarın çizdiği sınırda özgür olmak.
BÜYÜK ANLATININ İKTİDARI
Siyasi iktidarın her türlü yasağı, siyasal alanı daraltması, özetle otoriterleşmesi esas olarak kendisine muhalif olanları hedef alsa da en büyük zararı kendi toplumsal tabanına vermektedir.
Onları, kalıcı yoksulluğa, özgürlük alanlarının sürekli daralmasına, toplumun diğer kesimlerinden ve dünyadan izole olmaya mahkum etmektedir.
Elbette, geri bırakılmış toplumlarda siyasi iktidarı sürekli kılan devletin imkanları yanında, büyük anlatılar ve kahramanlık hikayeleridir ki –özellikle görsel medya üzerinden sunulan dizler, dış politika temelli yalnızlık söylemi gibi- , bunları son yıllarca bolca duymaktayız.
Ve bütün bunlar siyasi iktidarın iktidar olma halini sürdürmek için devlet desteği ile ürettiği ‘büyük yalanlar’dan başka bir şey değildir.