Apolitikleşme muhalif enerjiyi tümüyle tüketti. Bugünün Türkiye’sinde milyonlarca muhalif seçmen oy verdiği parti ve hareketlere mesafeli. Ne seçtiği insanlardan memnun ne de ülkedeki hâl ve gidişattan. Duygusal kopuş elimizde kalan tek duyguya dönüştü.Öğrenilmiş çaresizlik başka patolojileri de beraberinde getiriyor. Mesela solda değişim sağa göre daha zor ve sancılı. AKP her seçimde vitrin yüzlerini ve milletvekili listelerini önemli ölçüde değiştiriyor. CHP’de ise sanki zaman donmuş gibi. Aynı insanların 30-40 yıl siyaset yaptığı bir yapıyla karşı karşıyayız. Başarısız sonuçlara rağmen seçmen oy vermeye devam ediyor. Ama aktif siyasete ve siyasetçilere karşı ciddi bir mesafe var. Muhalif seçmen iktidarı beğenmiyor. Bu gerçek apaçık bir şekilde ortada. Yine de oy verdiği partideki temsilcileri gönüllerindeki aslan değil. Verilen destek kerhen. Öğrenilmiş çaresizlik tabii ki sadece seçmenle ilgili değil. CHP elitlerinde ciddi bir özgüven eksikliği söz konusu. Sağa benzeyerek veya sağla işbirliği yaparak sağ iktidarları yenmeye çalışan Baykal ve Kılıçdaroğlu örnekleri bahsi geçen öz güven eksikliğinin geldiği yeri özetliyor gibi. Bu karanlık tabloda tek ciddi istisna 2019 yerel seçimleri. Mart 2019’da üzerimizdeki ölü toprağını attık. Uzun bir süreden sonra ilk defa kendimizi başarılı hissettik. Kılıçdaroğlu ve ekibi ise bu başarı hissini bizden geri aldı. Mayıs seçimleri sonucunda her şey başladığı yere, hatta daha geriye gitti. Apolitikleşme muhalif enerjiyi tümüyle tüketti. Bugünün Türkiye’sinde milyonlarca muhalif seçmen oy verdiği parti ve hareketlere mesafeli. Ne seçtiği insanlardan memnun ne de ülkedeki hâl ve gidişattan. Duygusal kopuş elimizde kalan tek duyguya dönüştü.
Muhalefetin psikolojisi: Öğrenilmiş çaresizlik
CHP seçmeninin kendi partisi, sağ siyaset ve devlet iktidarına karşı tavrı çok uzun bir süredir öğrenilmiş çaresizlik koşullarında şekilleniyor. Şöyle ki, CHP seçmeni kaybettiği bütün seçimlerde önce “oylar çalındı” argümanını devreye sokuyor.
Türkiye siyasetini ekonomiyle açıklamak imkânsız. “Boş tencere iktidarı götürür” dediler. Zam yağmuru altında inleyen toplumun en alt kesimi AKP iktidarına destek vermeye devam etti. Madem ekonomi politik işlemiyor. Geriye sadece bir olasılık kaldı. Psikoloji. Belki de en baştan beri büyük teoriler ve açıklamalar peşine takılmaktansa siyaseti siyasal psikolojik bir zeminde ele almayı başarabilmeliydik. Neyse, zararın neresinden dönersek kardır.
İlk ele alacağımız kavram, bu yazının konusunu da teşkil edercesine öğrenilmiş çaresizliktir. Öğrenilmiş çaresizlik Türkiye’de muhalefetin, özellikle de CHP seçmeninin 1950’den beri içinde bulunduğu ruh hâlini özetliyor. Öğrenilmiş çaresizlik kişinin tekrar tekrar denemesine rağmen sonucu değiştiremediği için kazandığı negatif bilinci karakterize eder. Bir kez bu döngü başladığında rasyonellik ortadan kalkar. Erteleme, inkâr, kaçınma ve yansıtma gibi davranış kalıpları ön plana çıkar. Çaresizlik yerleştikçe özgüven ve motivasyon düşer. Kişi başaramadığı şeye mesafe koyar.
CHP seçmeninin kendi partisi, sağ siyaset ve devlet iktidarına karşı tavrı çok uzun bir süredir öğrenilmiş çaresizlik koşullarında şekilleniyor. Şöyle ki, CHP seçmeni kaybettiği bütün seçimlerde önce “oylar çalındı” argümanını devreye sokuyor. Yani onlara göre kendisi başarısız değil, karşı taraf hırsız. Ardından seçmen çoğunluğunu küçümseyen dil ön plana çıkmakta. Göbeğini kaşıyan adamlarla demokrasi olmayacağı, milletin çoğunluğunun bilinçsiz, cahil ve aptal olduğu inanılan temel gerçekler arasında. Bu iki siyasal psikolojik enstrüman, yani “oylar çalındı” ile “millet cahil” söylemleri başarısızlığı kabul etmeyip suçu başkasına atma refleksinin bir sonucu.