Muhalefetin ikili stratejisi ve iktidarın çıkmazları

Abone Ol
Karşısında 20 yıldır devletin bütün kurumlarına hükmeden bir aktör var. Cephelerin çok iyi tanımlanması gerekiyor. Bu nedenle Kılıçdaroğlu bürokrasiyi düşman görmeyen, barışmaya ve yönetmeye aday bir yaklaşım geliştiriyor. İktidarın kur korumalı kredili mevduat hesabı açılımı sonrası duraksayan muhalefet son dönemde yeniden görünürlüğünü ve etkinliğini artırmışa benziyor. Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara yönelik konuşmaları ve trol atağı muhalefet kanadında bir hareketlenme yarattı. Peki muhalefetin ve Kılıçdaroğlu’nun bu adımlarını nasıl okumalıyız? Kemal Kılıçdaroğlu’nun iki stratejiyi bir arada yürütmeye çalıştığı kanaatindeyim. Bir yandan devlet kurumları ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı birbirinden ayırmayı hedefliyor. Merkez Bankası, TÜİK, Milli Eğitim Bakanlığı ziyaretleri, bürokratlara seslenişi bu kapsamda değerlendirilebilir. Kendisinin amacı özellikle cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile karar-alma süreçlerinin tek bir merkezde toplanması ve devlet aygıtının giderek kişiselleşmesine karşı bunun böyle olmadığının, devletin aslında hükümetten ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bağımsız bir yapı olduğunun altını çizmek. Bu çaba aynı zamanda şu mesajı da taşıyor: devlet bağımsızdır ve onu yönetmek için biz de adayız. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresinin yaratmaya çalıştığı devleti yönetmeye tek yetkilinin kendilerinin olduğu algısını kırmaya çalışıyor. Bu açıdan stratejinin ilk ayağının karşılık bulmaya başladığını söyleyebiliriz çünkü bugün Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği gibi parti bürokratlardan bilgi alabiliyor ve bazı bürokratların artık imza atmaya çekindikleri söylentileri dolaşıyor. Bu gelişmeler Kılıçdaroğlu’nun mesajının devlet nezdinde yerine ulaştığını gösteriyor. Toplum nezdinde de bu mesajlarla yönetmeye aday bir profil çizmeyi amaçlıyor. Bir yandan da yıllardır hükümet ile çalışan bürokratlara, suça iştirak edilmediği sürece onlarla bir dertleri olmadığının altını çiziyor. Karşısında 20 yıldır hükümette olan ve bugün artık devletin bütün kurumlarına hükmeden bir aktör var. Böyle bir aktöre karşı mücadele alanlarının ve cephelerin çok iyi tanımlanması gerekiyor. Bürokrasiyi düşman görmeyen suç olmadığı sürece barışmaya ve yönetmeye aday, liyakatı ön plana çıkarmayı hedefleyen bir yaklaşım geliştiriyor. Stratejinin ikinci ayağı ise siyaseti olabildiğince daha önceki dönemde şahit olduğumuz dindar-seküler, Kürt-Türk ayrımlarından uzaklaştırıp yeni bir ayrım üzerinden siyaset üretmek. Bu yeni ayrımlar tek adam rejimine karşı demokrasi, rejimin yarattığı korkuya karşı umut, tekilci Sünni İslam üzerinden kendini tanımlanan makbul vatandaşlığa karşı çoğulcu kapsayıcı bir vatandaşlık kimliğini içeriyor. Muhalefet de demokrasiyi savunarak, umudu ön plana çıkararak ve çoğulculuğu benimseyerek bu yeni ayrımlar üzerinden siyaset üretmeyi amaçlayan bir strateji yürütüyor. Buradaki amaç muhalefetin içinde bulunduğu eşit ve adil olmayan siyasi rekabet koşulları altında otoriterleşmeyi yaratan en önemli faktörlerden kutuplaşmayı hedef almak ve kutuplaşmayı dönüştürmek... Hem helalleşme tartışmaları hem de bürokrasiyi hedef almayacağı vurgusu bu çerçevede değerlendirilmeli. Bu stratejinin amacı kimlik üzerinden kutuplaşmayı engelleyip siyaseti normal zeminine çekmek. İKTİDARDAKİ YANSIMALARI VE ETKİSİ İktidar 2002’den bu yana hiç olmadığı kadar defansif görünüyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtiğimizden bu yana gittikçe daha kötüye evrilen yönetim krizi, birçok olumsuzluğun cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişle birlikte ivme kazanması iktidarı zayıflatıyor. Fakat muhalefet de iktidarı yeni stratejileri ile zorluyor. Muhalefetin iki ayaklı stratejisine iktidarın yine iki yönden yanıt vermeye çalıştığı iddia edilebilir. Muhalefetin devleti kimliksizleştirme çabasına karşı iktidar devleti Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bütünleştirmeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel popülaritesine de güvenerek kendisini daha fazla ön plana çıkardığını görüyoruz. Bunun örnekleri arasında asgari ücreti CumhurbaşkanıErdoğan’ın duyurmasını, bakanların devletten istifa edememesini onun yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan aflarını istemelerini, ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elektrik zammının minimum kullanımı artırarak geri çekildiğini duyurmasını sayabiliriz. İktidar bir iletişim stratejisi olarak da tamamen Erdoğan üzerine kurulu bir cevap üretmeye çalışıyor. Bu çıkışlar Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidarın muhalefetin bağımsız bürokrasi vurgusuna karşı her şeye muktedir her şeyi kontrol eden ve bütün yararları da kendinden bilen bir yaklaşım benimsediğini gösteriyor. Dolayısıyla iktidar kendi kaderi ve devletin kaderini birleştirmeyi ve tam da bu nedenle bugünkü yapıyı tek yönetebilen ve yönetebilecek olanın kendi olduğu algısını güçlendirmeyi hedefliyor.
İçinde bulunduğumuz durum biraz da sürecin kendi adayını çıkaracağını gösteriyor. Erdoğan’ın ve iktidarın birçok aktörünün İmamoğlu’nu hedef alması, sürekli olarak İstanbul eleştirisi yapması istemeden de olsa İmamoğlu’nu aday olarak güçlendiriyor.
Diğer taraftan iktidar, muhalefetin kutuplaşmayı azaltma ve yeni bir kutuplaşma ayrımı yaratma stratejisine karşı ise eski ayrımları yeniden alevlendirmeye çabalıyor. Sezen Aksu çıkışı, Özgür Özel’e gösterilen tepki bu kapsamda değerlendirilebilir. Yine sürekli tekrarlanan anti-Kürt, anti-HDP stratejisi de bu ayrımları sürdürmek amacıyla kullanılıyor. Bu noktada iktidarın temel çıkmazı ise bu ayrımları körüklemenin eskisi kadar kolay olmaması. Bunun birinci nedeni gençler bu ayrımları aşmış durumda – tanıdık bölünmeler genç nesil için çok da bir şey ifade etmiyor. İkincisi ve daha önemlisi ekonomik kriz kimlik siyasetini gölgeliyor. İçinde Türk, Kürt, dindar, seküler herkesi boğan bir ekonomik krizde bu kimliklerde ister istemez eski önemini yitiriyor. CUMHURBAŞKANI ADAYI VE MUHALEFETİN GELECEĞİ Sürekli gündemde olmasına rağmen muhalefet kanadının henüz aday konusunda bir karara vardığını söylemek zor. Şu anda muhalefetin temel amacının doğru programı oluşturmak, doğru mesajı bulmak ve doğru aktörleri bir araya getirmek olduğunu düşünüyorum. Tabii Türkiye gibi siyasal kültür açısından kişilerin, liderlerin önemli olduğu toplumlarda adayın kim olacağı sorusu çok ama çok önemli. İçinde bulunduğumuz durum biraz da sürecin kendi adayını çıkaracağını gösteriyor. Erdoğan’ın ve iktidarın birçok aktörünün İmamoğlu’nu hedef alması, sürekli olarak İstanbul eleştirisi yapması istemeden de olsa İmamoğlu’nu aday olarak güçlendiriyor. İmamoğlu’nun da bu saldırılara soğukkanlı ve hak, hukuk üzerinden cevaplar vermesi onu önümüzdeki sürece hazırlıyor. Yine kamuoyu yoklamaları, aktörlerin belirlenmesi ve mesajın, programın ve sürecin netleştirilmesi de adayın kim olacağını belirleyecektir diye düşünüyorum. Aslında literatürün de muhalefet ne yapmalı sorusuna verdiği cevap net: muhalefet bir arada durmalı, kimlikler üzerinden kutuplaşmayı engelleyip politika üzerinden siyaseti yeniden kurgulamalı, doğru adayı bulmalı, yaratıcılığını korumalı, seçimleri korumak için bir planı olmalı ve bu yönde örgütlenmeli. Bu tür rejimlerin yıkılması için diğer bir ön koşul ise iktidarın kadrolarının bölünmesidir. Bugün muhalefetin bunların birçoğunu yaptığını ve bir yandan da iktidar bloğunun çözüldüğünü gözlemliyoruz. Dolayısıyla bu dinamik korunabilirse seçimlerde muhalefetin kazanma şansının iktidarınkinden yüksek olduğu söylenebilir. Diğer taraftan Türkiye gibi rekabetçi otoriter rejimler literatürde istikrarsız rejimler olarak tanımlanıyor. Bunun nedeni bu rejimlerin aradalık halini uzun süre devam ettirmemesi. Bu tür rejimler ya demokratikleşiyor çünkü seçimlerde belli oranda rekabeti koruması gerekiyor. Ya da daha otoriterleşiyor çünkü iktidarını rekabet altında uzun süre koruyamıyor. Türkiye’nin siyasi tarihinin analizi ilk olasılığın daha yüksek olduğunu gösteriyor, yeter ki secimler yapılsın ve korunsun.