Kemal beyin mütemadiyen belediye başkanlarının aday olmaması gerektiğini açıklaması seçim kazanma ihtimali yüksek iki adayı devre dışı bırakma sonucunu doğuruyor.Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimleri için göstereceği ortak adayının kamuoyunda istişare edilmeden ve genel seçmen eğilimleri değerlendirilmeden 6 lider tarafından belirlenmesi yöntemi bu muhalefet partilerinin demokratikleşme söylemleriyle çelişiyor. Ülkede tekrardan demokratik rejim tesis etme amacına sahip partilerin aday belirleme süreçlerini oldu bittiye getirmek yerine, daha geniş katılımlı ve seçmenlerin iradesini dikkate alan şekilde yürütmesi gerekiyor. Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan olduğundan sonraki seçimlerde CHP birçok seçim bölgesinde milletvekili adaylarını önseçimle belirledi. Milletvekillerinin belirlenmesinde faydalı görülen bu yöntemin Cumhurbaşkanı gibi çok önemli bir pozisyon içinde değerlendirilmemesinin sebepleri üzerine düşünmemiz gerekiyor. Ayrıca muhalefetin ortak adayının kim olacağı daha netleşmemişken, seçim kazanma şansı olan siyasetçilerin CHP Genel Başkanı tarafından aday olmayacaklarının açıklaması muhalif kesimlerin seçeneklerini daraltmanın dışında bir amaca hizmet etmeyecektir. Meral Akşener'in Cumhurbaşkanı adayı olmayacağını açıklamasının ardından kamuoyunun takip ettiği üç tane Cumhurbaşkanı aday adayı var: Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş ve Kemal Kılıçdaroğlu. İmamoğlu ve Yavaş belediye başkanlığı yapıyor ve anketlerde Kemal Kılıçdaroğlu'nun önünde yer alıyorlar. Dolayısıyla Kemal beyin mütemadiyen belediye başkanlarının aday olmaması gerektiğini açıklaması seçim kazanma ihtimali yüksek iki adayı devre dışı bırakma sonucunu doğuruyor. Halbuki muhalefet partileri şu noktada adayların sayısını düşürmeye çalışmak yerine Erdoğan yönetiminin ülkede yarattığı ağır ekonomik buhranı, enerji krizini ve diğer önemli sorunları gündeme getirmeye odaklanmalılar. Seçim güvenliğini temin edecek, enerji krizi ve ekonomik buhranı çözecek önerilerini muhalefet partileri kamuoyuna açıklamalılar. Bu konularda muhalefet kamuoyunu tatmin edecek bir çıkış yapmamışken 6 liderin müzakere ederek aday belirlemesi öncelik konumuz olmamalıdır. ORTAK ADAYI BELİRLEMENİN ALTERNATİF YÖNTEMLERİ Bu çekinceleri aşmak için muhalefet partilerinin elinde başka yöntemler var. Öncelikle aday belirlenmesi sürecinde Kılıçdaroğlu dışında kalan adayların önünü kesmek yerine kamuoyunda daha fazla gündeme gelmerine fırsat yaratılmalı. Böylece aday havuzunun ne olduğu ve bu adayların siyasi görüşleri seçmenler tarafından daha rahat anlaşılacaktır. Kamuoyunda özellikle Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a yönelik büyük bir ilgi var. Bu ilgiyi gözardı etmek muhalefet partilerine siyaseten zarar verebilir. Adayların seçmenler nezdinde karşılıklarının ne olduğunu öğrenmek açısından kamuoyu yoklamaları değerlendirilebilir. Anket firmalarının birbirlerinden farklı sonuçlara ulaşabildiği için bunu sağlıklı bir yöntem olarak görmeyenler olabilir. Fakat en azından genel eğilimi göstermede 6 liderin kendi aralarında yapacağı pazarlıktan daha sağlıklı sonuç verecektir. Tabii ki kamuoyundaki eğilimleri göstermesi açısından adayın önseçimle belirlenmesi daha etkili bir yöntem olacaktır. Venezuela'dan Macaristan'a kadar muhalefetin seçimlere ortak girdiği birçok ülkede aday önseçimler aracılığıyla belirlendi. CHP'nin tüm üyelerine açık önseçim yapmak için yeterli alt yapısı var. Bu altyapı kullanılarak diğer partilerin üyelerinin oy kullanması sağlanabilir. Ya da en azından CHP diğer liderlere teklif edeceği Cumhurbaşkanı adayını kendi üyelerine sorarak belirleyebilir. Önseçimlerin parti tabanlarının ideolojik açıdan daha uçlarda yer alan ve dolayısıyla genel seçimlerde diğer seçmenlere hitap etmede zorlanacak adayları öne çıkardığını iddia edenler var. Fakat bence şu noktada bu çok düşük bir ihtimal. Zira CHP seçmenleri 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri birçok defa stratejik oy kullanmaya, seçim kazanma şansı daha yüksek adaylara destek verdi. İmamoğlu ve Yavaş gibi siyasetçilerin hızlı yükselişi de buna güzel bir örnek oluşturuyor. Eğer CHP Genel Merkezi kendi seçmenlerine güvenmeyecek ve onların iradesi üzerine vesayet koyacaksa, o zaman bundan sonraki süreçte demokratikleşmeyi nasıl savunacak? KILIÇDAROĞLU’NUN ADAYLIĞI Ana muhalefet partisinin uzun süredir genel başkanlığını yapan bir siyasetçi olarak Kemal Kılıçdaroğlu'nun tabii ki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olma hakkı var. Birçok açıdan böyle bir tercihin mantıklı olduğu da söylenebilir. Kemal bey Millet ittifakını inşa eden ve 4 senedir ayakta kalmasını sağlayan oyun kurucu rolünü başarıyla yürüttü. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçildikten sonra yetkileri daraltılacak Cumhurbaşkanlığı koltuğunu doldurabilecek ve bu konuda parlamento ile çatışmayacak bir isim. Baykal döneminde oy tabanı dar bir toplumsal gruba hapsolan CHP'nin hem kadrolarını hem de söylemlerini değiştirerek otoriter rejim karşısında en güçlü muhalefet odağı haline getirdi. Diğer partilerle kurduğu ilişkiler sayesinde CHP bugün kendi oy oranının çok üstünde bir etki alanına sahip. Bu strateji sayesinde 2019 yerel seçimlerinde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok büyükşehir belediyesini CHP'li adaylar kazandı. Fakat anketlerden görüldüğü kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı yeterince heyecan yaratamadı. 10 seneyi aşkın süredir CHP Genel Başkanı olan Kılıçdaroğlu hakkında seçmenler olumlu veya olumsuz değerlendirmelerini yaptılar ve önümüzdeki kısa dönemde bu görüşlerinin değişmesi ihtimali düşük. Halbuki İmamoğlu veya Yavaş iki önemli şehrin belediye başkanı olarak takip ettikleri politikalar, dağıttıkları sosyal yardımlar ve sağladıkları hizmetler aracılığıyla desteklerini arttırıyorlar. Aday belirlenmesi noktasında seçmen desteğinin çok önemli bir faktör olduğu kanısındayım. Nitekim 2019 yerel seçimlerindeki büyük başarının arkasında Millet ittifakının birlikte hareket etmesi ve HDP seçmenlerinin karşı çıkmayacağı adayların seçilmesi kadar İmamoğlu ve Yavaş gibi isimlerin şahsi becerilerinin de rolü vardı. Benzer bir durum Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda da geçerli olabilir. CUMHURİYET DÖNEMİNİN EN ÖNEMLİ SEÇİMİNE GİDERKEN Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi belki de 1950 seçimlerinden sonra Cumhuriyet tarihindeki en kritik seçim olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan ağırlaşan ekonomik kriz nedeniyle eski popülaritesinden uzak olmakla birlikte seçmen tabanı üzerinde hala büyük ağırlığa sahip bir siyasetçi. Ayrıca iktidarda olmanın avantajlarına sahip. Türkiye gibi seçimli otoriter bir rejimde yapılan seçimlerde Erdoğan kamu kaynaklarını, bürokrasiyi ve iktidar medyasını seçimi kazanmak için sonuna kadar kullanacak. Muhalefetin bu seçimi kazanmak için göstereceği adayın kitlelere heyecan veren, iktidar seçmenlerinin en azından kimisinin desteğini alabilecek bir isim olması gerekiyor. Dolayısıyla şu noktada hiçbir adayı süreç dışında bırakmadan, seçmenlerin genel eğilimini ortaya koyacak yöntemlerle ortak adayın belirlenmesi hem siyaseten daha doğru hem de daha demokratik olacaktır. 12 Şubat'ta Türkiye'de demokratik rejimi tekrardan tesis etme konusunda ortak çalışma arzularını kamuoyuna paylaşan 6 muhalefet partisi genel başkanı kamuoyuna karşı çok önemli bir sorumluluk üstlendi. Girdikleri bu yolda şahsi ihtirasları yerine seçilme şansı en yüksek adayı öne çıkarmaları durumunda Türkiye otoriter bir lideri sandık yoluyla değiştiren ülkeler arasına yazılacak ve 6 genel başkanın adı da tarihe geçecek. Aksi durumda hepimiz kaybedeceğiz.
Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı nasıl belirlenecek?
Ülkede tekrardan demokratik rejim tesis etme amacına sahip partilerin aday belirleme süreçlerini oldu bittiye getirmek yerine, daha geniş katılımlı ve seçmenlerin iradesini dikkate alan şekilde yürütmesi gerekiyor.
Ülkede yaşanan iktisadi ve siyasi kriz büyüdükçe muhalif seçmenlerin gözü Cumhurbaşkanlığı seçimlerine çevrildi. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra ekonomiden dış politikaya çok farklı alanlarda görülen çöküş halinden çıkışın yolu öncelikle bu rejimi inşa eden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sandıkta yenilmesinden geçiyor. Öte yandan önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan'ın kazanması durumunda bu otoriter yapının yarattığı ağır maliyet katlanarak artacağı gibi uzun uğraşlar sonucu bir araya gelen muhalefet partilerinin yaptıkları da heba olacak.
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ülke siyaseti açısından kritik önemi düşünülürse, muhalif kamuoyunun bu seçimlerin serbest ve adil şartlarda yapılması konusunda eleştirileri olması ve seçimi kaybetmesi durumunda Erdoğan'ın iktidarını sorunsuz şekilde bırakacağı konusunda endişe duyması anlaşılır bir durum. Fakat ortada belirsizlik yaratan başka bir mesele daha var. O da Millet İttifakının destekleyeceği ortak adayın nasıl tespit edileceği ve kim olacağı soruları.
PARTİ GENEL MERKEZLERİ ARASINDAKİ PAZARLIKLAR
Parlamenter sistemde Başbakan adaylarının kim olduğu konusunda seçmenlerin kafasında bir tereddüt yoktu. Her siyasi partinin genel başkanı doğal olarak o partinin Başbakanlık makamı için doğal adayıydı. Halbuki Cumhurbaşkanlığı seçimleri açısındansa bu durum biraz farklı. Seçimleri kazanmak için yüzde 50 destek sağlamak gerektiği için 2014 ve 2018 seçimlerinde muhalefet partileri ortak aday belirlemek için müzakereler yürüttüler.
İki vakada da parti yönetimleri seçmen eğilimlerinden ziyade liderler arasındaki pazarlıkların sonucu doğrultusunda aday belirlemeye çalıştı. Bunun sonunda 2014 seçimlerinde seçmenlerin önemli bölümünün o zamana kadar tanımadıkları Ekmeleddin İhsanoğlu, CHP ve MHP'nin desteğiyle aday oldu. İhsanoğlu'nun 2015-2018 yılları arası MHP milletvekili olarak Türkiye demokrasisi çökerken ne partisine ne de iktidara yönelik açıktan hiçbir eleştirisinin olmaması onun adaylığının demokrasimiz açısından ne kadar sağlıklı bir tercih olduğu konusunda sanırım bir fikir verecektir. Nitekim İhsanoğlu'nun 2014 seçimlerinde sol seçmenlerde heyecan yaratamaması üçüncü alternatif olarak Selahattin Demirtaş'ın yükselişine zemin hazırlamıştı.
2018 seçimleri öncesinde Abdullah Gül'ün adaylığının gündeme gelmesi ve basından takip edebildiğim kadarıyla CHP ve Saadet Partisi genel merkezleri tarafından değerlendirilmesi benzer bir süreci doğurabilirdi. Bu ihtimalin önüne geçmek için Meral Akşener'in adaylığını açıklaması o seçimde muhalefet partilerini kendi adaylarını belirlemeye ve desteklemeye yöneltti. Nitekim 2018 seçimlerinde CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkan Muharrem İnce'nin partisinden yaklaşık 8 puan daha yüksek oy alması parti içinde zamansız bir genel başkanlık mücadelesini de doğurdu.
KILIÇDAROĞLU’NUN ADAYLIK AÇIKLAMASI
Her iki durumda da muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı adaylarını belirlerken kapalı kapılar ardında karar almaları tabanlarında önemli kırılmalara yol açtı. İşte 2023 seçimleri öncesinde benzer bir yol ayrımına gelmek üzereyiz. Kemal Kılıçdaroğlu'nun geçtiğimiz gün Reuters'a muhalefetin Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusunda yaptığı açıklama bu tartışmayı yeniden gündeme getirdi. Reuters'e verdiği demeçte Kemal Kılıçdaroğlu geçen hafta biraraya gelen 6 muhalefet partisi genel başkanının belirlediği adayın seçimi kazanacağını, bu isimlerin kendisini desteklemesi durumunda aday olacağını ve anketlerde İmamoğlu ve Yavaş'ın gerisine düşmesinin önemli olmadığını, zira bu isimlerin belediye başkanı olarak görevlerine devam edeceklerini belirtti.
Kemal beyin açıklamasını birkaç açıdan tartışmalı buluyorum. Öncelikle muhalefetin Cumhurbaşkanı adayını kapalı kapılar ardında, 6 liderin belirlenmesi yöntemini yanlış buluyorum. Adayın altı genel başkan tarafından hangi kriterler kapsamında belirleneceğine dair seçmenler olarak en ufak bir bilgimiz yok. Acaba anketlere mi bakacaklar? Yoksa en büyük partinin genel başkanı olarak Kılıçdaroğlu'nun adaylığı otomatikman onaylanacak mı? Ya da son dakikada Abdullah Gül gibi bir isimde karar kılınırsa ne olacak? Peki böyle bir "uzlaşı" karşılığında partiler arasında ne tip tavizler verilecek? Küçük partilere verilecek tavizleri Millet İttifakı'nın iki önemli partisi CHP ve İyi Parti tabanlarının kabul etmemesi durumunda ortaya çıkan hoşnutsuzluğun seçim sonuçlarına etkisi ne olacak?
Bu sorulara karşı 2014 ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de benzer yöntemlerin kullanıldığı cevabı verilebilir. Fakat Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisi yaparak bu partiler tam da bu tarz uygulamaların önüne geçmeye çalışmıyorlar mı? Eski yöntemlerle önümüzdeki dönemde daha demokratik sonuçlar alınacağı beklentisinin çok sorunlu olduğunu düşünüyorum.