Muhalefetin ana odağını siyasal iktidardan yeniden halka çevirmek
Toplumu ortadan ikiye bölerseniz, her hâlükârda yarısı sizin olur ve sadece +1 için enerjinizi sarf edersiniz. Bunun karşısında muhalefetin tek tur-tek aday ilkesi etrafında toplanarak, farklılıkları yönetme becerisini göstermesi gerekir.
Bu yazının amacı, Toplum Sözleşmesi kuramı ışığında muhalefetin odaklanması gereken öznenin siyasal iktidar değil, halk olduğunun bir kez daha altını çizmektir. Rekabetçi, çoğulcu siyasal sistemlerde siyasal iktidarı elde etme yarışı genellikle farklı ideolojiler etrafından örgütlenmiş partiler arasında, serbest ve özgür seçim ilkesine göre tasarlanmış “sandık” odaklı bir yarış olarak algılanır. Hatta bu odaklanma nedeniyle “sandık” ve “sandıktan birinci çıkma” meselesi o kadar yüceltilmektedir ki, asıl odak olan “yönetilenlere ne olacak?” sorusu görmezden gelinmektedir.
TOPLUM SÖZLEŞMESİ KURAMI
Toplum Sözleşmesi teorisyenlerine göre devlet, insanların kendi akıl ve iradeleriyle kurdukları bir kurumdur. Devletin oluşumundaki temel gaye, siyasal iktidarın meşruluğunu sağlamak ve yönetenlerin hak ve ödevlerinin sınırlarını çizmektir. Yöneten ve yönetilen ayrımında, yönetenlerin asıl ödevi karmaşa ve kaos olarak tanımlanan doğal durumun yerine barışın hakim olmasını sağlamaktır. Thomas Hobbes’un ilk baskısı 1651’de yayınlanmış olan kısaca Leviathan olarak bilinen, ancak tam adı “Leviathan ya da Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Gücü” adlı eseri Toplum Sözleşmesi kuramının en eski kaynağı olarak kabul edilir.
Hobbes’a göre; “insan insanın kurdudur” ve “herkesin herkesle savaşı” olarak tanımladığı doğal durumun insanları getirdiği kaos ve kargaşanın ortadan kaldırılması devletin basit düşünsel temelidir. Bu kuram, devletle ilgili iki önemli işlevsel amaca işaret eder; toplumu kaostan kurtarmak ve siyasal iktidara meşruiyet takviyesi sağlamak. Hobbes açısından siyasal iktidarın meşruiyeti, yani yönetenlere yönetilenlerin devrettikleri yetkilerin (hak ve özgürlüklerin) sınırları insanlar arasında hakların gözetilmesi, haksızlıklara karşı cezalandırıcı işlevin iktidar aygıtına tanımlanmasıdır. Yani toplumda düzen ve güvenliğin sağlanmasıdır. John Locke bu iki işleve adil karar alma ve mülkiyetin emniyetli kullanımını eklemiştir. Mülkiyetin emniyetli kullanımı liberalizm içinde şekillenmiş olan ve özel mülkiyet üzerindeki her türlü müsadereyi (el koyma) reddeden bir anlayıştır.
Jean-Jacques Rousseau ise Hobbes’dan neredeyse 100 yıl sonra 1762’de yayınladığı “Toplum Sözleşmesi: Siyasal Hakkın İlkeleri” isimli eserinde “Yaratıcı’nın elinden çıktığında her şey iyidir. Her şey insanların elinde bozulur” diyerek Hobbes’da eksik olan “özgürlük”, “eşitlik”, “adalet” kavramlarını kurama dahil eder. Kısacası, Toplum Sözleşmesi kuramına göre, insanlar düzen, güvenlik, müsadereden kaçınma, özgürlük, eşitlik ve topluda adaletin sağlanması yoluyla barış içinde yaşamak için devleti kurmuşlar ve kendi uhdelerindeki egemenlik yetkilerinden bir kısmını yönetenlere devretmişlerdir.
TOPLUM SÖZLEŞMESİ KURAMI PENCERESİNDEN TÜRKİYE’YE BAKIŞ
Toplum Sözleşmesi kuramına yönelik eleştirileri bir kenara bırakıp, kuramın bize sunduğu idealleri dikkate almak toplumsal barış ortamının sağlanmasıyla ilgili bazı ana ilkeleri bize sunabilir. Günümüz Türkiye’sinde hakim olan görüntü toplumsal barış yerine, siyasal iktidar marifetiyle her gün yeni bir boyut kazanan derin kutuplaştırıcı söylemin yarattığı toplumsal travmalardır. Yazının amacı siyasetin çatışmacı boyutunu görmezden gelerek, siyaseti salt iyi niyet temennileri çerçevesinde okumak değildir. Bununla birlikte toplumun içerdiği çoğulcu yapıların sunduğu Alevi-Sünni gibi mezhepsel ve dini, Türk-Kürt gibi etnik ve son günlerde yeniden alevlen(diril)en LGBTİ gibi farklılıkların bizi kutuplaştıran ve ötekileştirmenin ötesine geçip düşmanlaştıran unsurlar olmaktan çıkarılması gerekir. Bu noktada siyasal iktidarın karşısında muhalefet bloğunun toplumdaki farklılıkları çoğulculuk ilkesi etrafında bir araya getirecek siyasal uzlaşma zeminin bulmak gibi bir zorunluluğu bulunmaktadır.
Siyasal iktidar açısından bakıldığında, mevcut hükümet sisteminin dayattığı %50+1 zorunluluğu kutuplaştırıcı dilin sandıktan çıkmak için elverişli bir araç olarak görülmesini sağladığı açıktır. Toplumu tam ortadan ikiye bölerseniz, her hâlükârda yarısı sizin olur ve sadece +1 için enerjinizi sarf edersiniz. Bunun karşısında muhalefetin tek tur-tek aday ilkesi etrafında toplanarak, Türkiye’nin farklılıklarını yönetme becerisini “uzlaştırıcı” imkânlarla genişlettiğini yönetilenlere göstermesi gerekir. Bunu yapmanın yolu %50+1 söylemini ve hedefini aşan uzlaşma ve uzlaştırmalardan geçer. Muhalefetin bir yandan kendi aralarında “ortaklaşarak”, “birlikteliklerini” güçlendirmeleri yönetilenleri “bir başka siyasetin mümkün olduğu” konusunda ikna etmeyi kolaylaştıracaktır. Muhalefetin içinde gölge kabine oluşturulması, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde yer alan bakanlıkların uygulamalarının takibi muhalefetin odağını tek kişinin yönetiminin ötesine taşıyacaktır. Öte yandan, diğer önemli konu yaşadığımız “ekonomik kriz”e dair çözümlerin ortak bir dille halka anlatılması zorunluluğudur. 2018 seçimleri sonrasında “yönetilenlere ne olduğu?” ve önümüzdeki seçimlerde muhalefet bloğu iktidara gelirse “ne olacağı?” etraflıca ve basit olarak anlatılmalıdır. Toplum Sözleşmesi kuramını hatırlayacak olursak, siyasal iktidarı elinde tutan yönetenlerin siyasal meşruiyetleri toplumda çatışma ve kaos yerine güvenlik, özgürlük, adalet ve eşitlik ilkeleri temelinde barışı sağladıkları ölçüde var olacaktır. Seçim sistemi nedeniyle iktidarın ıskaladığı bu nokta muhalefet açısından çıkış noktası olabilir. Don’t Look Up (Yukarı Bakma) filminden alıntılayacak olursak, muhalefet için şimdi “halka bakma” zamanı.