Cemaatlere ait yurt ve okulları kapatmak değil, denetlemek önemlidir. Bunu yapabilecek olan ise bugünkü değil gerçekten laik bir devlettir.
Geçen hafta 4-6 yaş arasındaki çocuklara Diyanet’in din eğitimi vermesinin sorunlu olduğunu
yazmıştım.
Geçtiğimiz günlerde bir cemaatin yurdunda kalan tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara kaldığı yurtta gördüğü psikolojik baskılardan dolayı intihar etti.
4-6 yaşındaki çocuklara Diyanet’in verdiği eğitimle, adeta iktidarın ideolojik aygıtlarına dönüşmüş cemaat ve tarikat yurtları, dershaneleri ve okulları arasında hiçbir fark yoktur.
İki nedenden dolayı.
İlki bunlar devletin denetimi dışındadırlar.
İkincisi de denetim dışında olmalarının nedeni iktidar eklemlenmesi olmaları ve aynı ideolojik yönde hareket etmeleridir.
Kara’nın intiharı hepimizi bir kez daha cemaatlere, tarikatlara ve onlara ait yurt, dershane, okullara dair düşünmeye sevk etti.
Evet bu filmi de görüşmüştük değil mi?
Siyasi iktidarın yıllarca ideolojik ortak olduğu bir cemaatle yaşadığı güç paylaşım savaşının sonuçlarını gördük.
Eğer bugün iktidar, ülkede var olan cemaat ve tarikatlarla güç paylaşımı konusunda bir ayrışma yaşamıyorsa bunun nedeni hepsinin iktidara, iktidarın sağladığı kamusal ranta biat etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Eğer bugün kamunun farklı bilimleri, bakanlıkları, adliyeleri çeşitli cemaat ve tarikatlar tarafından paylaşıldığı açık açık ifade ediliyor ve bunun karşında hiçbir savcı ya da bakanlık re’sen soruşturma başlatmıyorsa bunun nedeni çıkar birlikteliğidir.
İşte bu verili durumu aşmanın yolu ancak gerçekle yüzleşmeyle mümkün. Yani ideolojik bir laikliğin değil evrensel ölçülere uyumlu bir laikliğin hayata geçirilmesiyle.
TÜRKİYE ‘LAİK’ OLDU MU?
Türkiye’de laiklik dendiğinde, en genel geçer tanımıyla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanım yapılıp işin içinden çıkılıyor.
Oysa laiklik aynı zamanda devletin, toplumda var olan tüm dini ve ladini kurum ve gruplara eşit mesafede durmasını da zorunlu kılar.
Türkiye uzun yıllar
“laik” bir ülke olarak anıldı.
Ama değildi.
Türkiye’nin hiçbir zaman evrensel ölçülerde laik olmamasının en temel nedeni kuşkusuz Diyanet İşleri Başkanlığı’dır (DİB).
Devlet, DİB üzerinden tercih ettiği bir din yorumunu
“biricikleştirip”, bunu tek İslami yorum ilan ederek, toplumu buna uymasını hedeflemekte ve kamusal alanı da,
“makbul vatandaşlığın” nosyonlarını da buna göre belirlemiştir.
Gerekçesi, koşulları ne olursa olsun devletin üstlendiği bu rol yanlıştır.
Türkiye pratiğinde devletin bir yorumu sahiplenip, diğerlerini ikincilleştirmesi hatta onlara baskı uygulaması, bu dini grup, cemaat ve tarikatları yok etmedi.
Tam tersine bunlar varlıklarını korumaya, devam ettiler.
Bunu da siyasetle kurdukları ilişki ile başardılar. Bir anlamda cemaat ve tarikatların siyasetle kurduğu ilişki esas olarak bir
“korunma” kaygısı idi.
Bu kaygının en önemli sonucu ise dini grup, cemaat ve tarikatların kurumsal önceliğinin ilahi olan inanca değil dünyevi olan var olmaya hatta iktidar ile ideolojik ortak olmaya vermesi oldu.
Devlete sızıp onu ele geçirerek hem kendi cemaatlerinin iktidarını kurmak hem de toplumu kendi kültürel kimliğine göre yukardan aşağıya şekillendirmek, dönüştürmek istiyorlar.
Siyasetle ilişki kuran dini grup, cemaat ve tarikatların önceliği ise o noktadan sonra ilahi olan imandan çok dünyevi olan ticaret olmuştur.
Bugün irili ufaklı her dini grup, cemaat ve tarikat yöneticileri birer ilahi rehber olmanın ötesinde ticari holding CEO’ya dönüşmüşlerdi.
Bu sistemin parçası olmuş devlet/iktidar blokuna ideolojik olarak biat etmiş hiçbir cemaat ve tarikatlardan özgür bireyler çıkmasını beklemek bu açıdan hayalcilik olur.
YENİ DÖNEM
Bugün siyasi iktidar aynı DİB başta olmak üzere eğitim ve medya aracılığıyla yeni bir toplumsal mühendislik projesine girişmiş durumdadır.
Devlet/siyasi iktidar eklemlenmesi yeni bir
“makbul vatandaşlık” tanımlıyor. Ve laiklik bunun unsuru değil artık.
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’da temsilini bulan, resmi olarak DİB, gayriresmi olarak bir ilahiyat hocasının yorumlarında vücut bulan
“dini yorum” devlet için tek yorum olarak kabul edilerek, makbul vatandaşlığın nosyonuna dönüştürmek istenmektedir.
Bugün farklı cemaat ve tarikatların kamusal alanda ve devlet içinde bu kadar güçlenmesi dolayısıyla denetimsiz olması, iktidarla ideolojik ve kültürel kimlik üzerinden kurmuş olduğu ortaklık ve güç, rant paylaşımıdır.
Bu sistemin parçası olmuş devlet/iktidar blokuna ideolojik olarak biat etmiş hiçbir cemaat ve tarikatlardan özgür bireyler çıkmasını beklemek bu açıdan hayalcilik olur.
İHTİYACIMIZ DEMOKRAT BİR LAİKLİK
Bu haliyle DİB, varlığı ve üstlendiği fonksiyonu itibariyle laikliğin bir teminatı değil devletin tercih ettiği dini yorumun topluma taşınmasının temel aracıdır.
Bugün DİB, kuruluşuyla tanımlanan kurumsal işlevini daha güçlü savunur hale gelmiş, görünürlük ve etkisini daha da attırmıştır.
Oysa olması gereken devletin, bir dini yorumu sahiplenip, toplumu ona uydurması değil, toplumda var olan dini grup, cemaat, tarikat ve ladini gruplara eşit mesafede durmasıdır.
Bu yüzden önceliğimiz devletin evrensel ölçülerde laik olmasını sağlamak olmalı.
Çağdaş laiklik, toplumdaki farklı inançların hak ve özgürlüklerini koruma hakkı ve bunları sağlayabilmek için tarafsız bir devlete ihtiyaç duyar. Böyle bir ortam, farklı inançları ortak kamu sahasından soyutlamak yerine farklı inançların bir arada yaşamasına imkan yaratır.
Kısaca demokrat zihniyetten gidersek laiklik tanımı dörtlü bir işlev yüklenmek durumundadır;
- Din, devlet işlerinin ayrılması,
- Devletin var olan tüm dinsel duyarlılıklara eşit uzaklıkta olması,
- Farklı dinsel duyarlılıkların kamusal alanda kendilerini ifade edebilmelerinin yasal güvencesini sağlamak ve
- Devletin yükleneceği hakemlik müessesinin var olan eşitsizlikleri de göz önüne alarak güç ilişkileri karşısında zayıf olanı, güçlülere karşı koruyan bir işlevi yerine getirmesi ile mümkündür.
Bu son nokta özellikle önemlidir.
Bugün Türkiye’de tüm kesimlerin din ve vicdan özgürlüğünün teminatı kabul edelim ki laik bir devletten geçmektedir. Sadece anayasasında laik yazan değil bizatihi laik olan bir devlette.
O açıdan var olan cemaat ve tarikatlara ait yurt, dershane ve okulları kapatmak değil, denetlemek önemlidir.
Bunun denetimi yapacak olan ise gerçekten laik bir devlettir.
O yüzden bugün DİB’in de siyasi iktidarın ideolojik taşıyıcısı olan hiçbir kurumun verdiği eğitimin özgür bireyler yetiştirme imkânı yoktur.
SİYASİ SESSİZLİK MUHAFAZAKÂRLARA KÖTÜLÜKTÜR
Son olarak şuna değinelim.
Siyasi partilerin yaşanan olay karşısındaki sessizliği de kabul edelim ki bizatihi siyasetsizliktir. Temelde muhafazakâr seçmeni kaybetmeme kaygısı taşıyan bu tepkisizliği başka mazeretler öne sürerek meşrulaştırmak da önceki geçen haftaki yazıda ifade ettiğim gibi bizatihi muhafazakârlara kötülüktür.
Bugün Türkiye’de tüm kesimlerin din ve vicdan özgürlüğünün teminatı kabul edelim ki laik bir devletten geçmektedir.
Sadece anayasasında laik yazan değil bizatihi laik olan bir devlette.